Ragıp Zarakolu
Yeni Devlet (2)
Evet, Türkiye’nin siyasal iki kampı arasında geçen 100 yıllık kavga ve hesaplaşmadan bahsediyorduk…
Bu bir bakıma ABD’deki Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti arasındaki erk kavgasını, iktidarın iki temel parti arasında adeta sırayla paylaşılmasını andırır.
Aradaki fark her iki kampın da seçim ile el değiştirmesine razı olmaması iktidara yapışması, bu nedenle darbe dışında bir siyasal değişime olanak bırakmayışıdır.
Darbeler zincir ta 1908 anayasal devrimi sonrasına kadar gider. CHP 1924 ve 1930’da kaybedeceğini anladığı anda, diğer siyasal partileri kapatıp tek parti rejimine yönelmiştir.
1946 yılında ise sol partileri kapatarak, özürlü demokrasinin temellerini atmışlardır.
1950 seçimleri öncesi siyasal baskılar had safhaya çıkmıştır. Bununla ve anti demokratik seçim sistemi ile her şeye karşın CHP’nin seçimi kazanacağı beklentisi hakim olmuş, DP’nin bu seçimden zaferle çıkması adeta bir şok etkisi yaratmıştır. Ama Celal Bayar faktöründen dolayı, bu parti de bir anlamda CHP’nin B takımı niteliğindedir.
Cumhuriyet tarihinde ilk cunta, 1950 seçimlerinden önce kurulan Cevdet Sunay Cuntasıdır. Bunların niyeti, İnönü erki seçimle terk etmezse müdahalede bulunmaktır.
1958 seçimlerinde DP’nin kaybedeceği anlaşılınca, seçim bir yıl önceye alınmış, iktidarın seçim ile el değiştirmesine ve sistemin oturmasına olanak tanınmamıştır.
Bu koltuğa ne pahasına olursa olsun yapışma mirasını Süleyman Demirel’in AP’si devralmış ve 1973 seçimlerinde, sosyal demokrasiye yöneldiğini açıkladıktan sonra ve 12 Mart Darbesinin yarattığı tepkiyle de CHP öne geçmiş, bunu önlemek için Demirel’in AP’si, MHP ve MSP ile Milliyetçi Cephe kurarak ülkeyi bir içsavaş ortamına sürüklemiştir.
Siyasal ortamı radikal biçimde değiştiren, 12 Mart Darbesi, bir anlamda 15 Temmuz darbe girişimini andırır. AP’ye yönelik 9 Mart darbe girişimi, birkaç gün içinde AP politikalarını de facto yürütecek ve solu bir bütün olarak ezmeye yönelen 12 Mart darbesine dönüşecektir. Darbe içinde darbe yaşanacaktır.
AKP’nin tutumu da geçmişte CHP’nin, daha sonra DP’nin, Demirel’in AP’sinin koltuğa yapışma tavrını geri getirmiştir.
Haziran 2015 seçimleri adeta bir demokratik devrim ortamı yaratmış, 12 Eylül rejiminden nemalanan AKP’nin meclisteki mutlak çoğunluğunu sona erdirmiştir.
Ama ne yazık ki muhalefet bu tarihi fırsatı değerlendirememiş, Erdoğan’ın elini güçlendirmesine olanak tanımıştır.
Ve şimdi, AKP, geçmişteki Kemalist CHP’yi, ya da 1959 yılında Vatan Cephesi ile DP’nin niyetlendiği ama beceremediği fiili tek parti rejimini kurmaya niyetlenmektedir.
Ve olayı 100 yılın rövanşını olmak olarak algılamaktadırlar.
Tarihsel, merkez sağ blokun oy deposu olan İslami kesimler, artık merkez sağ blokun önderliğine soyunmaktadırlar.
Aslında buna Kemalizmin, ya da Mustafa Kemal siyasetinin kötü bir İslami kopyası, ya da versiyonu olarak bakmak da mümkün.
Uygulanan yöntemler tıpa tıp bir benzerlik içindedir.
Denen sadece şundan ibarettir. Artık sıra bizde!
Yani herkesin yer alacağı, katılacağı bir siyasal ortamı yaratmak yerine, baskı ve zulüm uygulamada artık sıra bizde havasına girilmektedir.
Artık maddi zemini olmayan geçmişin klişeleri yeniden yaratılır sanılmaktadır. Yeni Osmanlılıktan bahsedilmektedir. Ama hangi Osmanlı?
O zaman tarihi hesaplaşma 200 yıl öncesine kadar gitmekte, bilinçaltı İslami Devlet olma niyeti, kuvveden fiile geçmektedir.
Çok uluslu, çok kimlikli, çok inançlı, çok alfabeli Osmanlı toplumunun yeniden yaratılması mümkün mü?
Eğer Osmanlıya dönecekseniz oradan başlamanız gerek. Tanzimata dönmeniz, Meşrutiyeti kabul etmeniz gerek. En azından bu reform süreçlerinde kağıt üzerinde de olsa Müslümanlar ile Müslüman olmayanların eşitliği kabul edilmişti.
Osmanlının size göre "hatalarını" bütünüyle şeriata dayalı, bir İslam Devleti kurma çabası içine girdik diyerek, İslamı soslu bir başka Kemalizmi dayatmaya kalkacaksınız ki yaşanan tam da bu değil midir?
İslamo-faşizm kavramı çokça kullanılır oldu. Ama buna İslamo-Kemalizm demek, hele hele dayanılan ittifaka bakacak olursak, çok daha doğru değil mi?