Yeni Zelanda çıkışlarının fayda-maliyet analizi

Bu çıkışların Türkiye için fayda-maliyet analizinde maliyetleri çok ağır basıyor. Sayın Erdoğan’ın da bu fayda-maliyet dengesinde maliyet kefesinin çok ağır bastığını görmemesi olanaksız.

Yeni Zelanda’da korkunç bir terör olayı yaşandı.

Terör sonrası ise Yeni Zelanda yönetimi, en başta da o muhteşem Başbakanları Jacinda Ardern (1980 doğumlu) olağanüstü, akıl sağlığını yitirmemiş Türkiye vatandaşlarının imrenerek izlediği bir kriz performansı sergilediler.

Başbakan Jacinda Ardern’in bu kriz sürecinde yaptığı her açıklama, aldığı her pozisyon, kullandığı simgeler, burada bir yabancı hayranlığı ya da bizim yöneticileri küçümseme refleksi göstermiyoruz asla, komplekssiz insanların almaktan haz duyacakları insanlık ve siyaset dersleri düzeyinde.

Peki bu korkunç olay ve arkasından yaşananlara Türkiye’nin siyaset yönetimi ve özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümeti nasıl tepki verdi?

Olumsuzlukta tabii ki terör eyleminin kendisi ile yarışamazlar ama Cumhurbaşkanlığı Hükümeti'nin bazı çıkışları da, çok olumsuz anlamda, aklı başında vatandaşlarımızın başlarını ellerinin arasına alarak izlemesi gereken tepkiler oldu.

Türkiye hükümetleri 6-7 Eylül 1955 olaylarına o tarihte verdikleri ya da vermedikleri tepkileri bir düşünürlerse ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.

Diyebilirsiniz ki, 1955 çok arkada kaldı, doğrudur ama daha on sene önce Beyoğlu’nda 6-7 Eylül olaylarını anmak için düzenlenen bir sergiyi vandalca basan grup bugün Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin ortağının bir dost gençlik hareketi idi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yeni Zelanda olayına ilişkin, Yeni Zelanda Hükümeti'nin örnek davranışlarına rağmen, teröristleri bir anlamda muhatap alarak ilk bakışta anlaşılması imkânsız tepkiler verdi.

Çanakkale’de genç yaşta yaşamlarını yitirmiş Yeni Zelandalılar için "Dedelerinizi tabutlarla gönderdik, size de aynı şeyi yaparız" demeye getirdi (Bahçeli’ye hiç değinmiyorum bile).

Bu sözü ederken de Atatürk’ün Yeni Zelandalı ve Avusturalyalı kayıpların anneleri için söylediği o olağanüstü ifadeyi maalesef bir kenara iterek yakın tarihimizin en parlak bir sahifesini değersizleştirdi.

Teröristin kullandığı bir dizi saçma sapan ifade üzerinden Erdoğan kimsenin İstanbul’u tekrar Konstantinopolis yapamayacağını, Ayasofya’ya da cami statüsü kazandırabileceğini söyledi.

Bu tür alakasız değerlendirmelere gençler sokakta "kel alaka" diyorlar galiba.

Cumhurbaşkanımızın Yeni Zelanda Hükümeti'ni değil de teröristleri muhatap alması da meselenin başka bir ilginç yanı.

Erdoğan’ın "Siz halledemezseniz biz gelir hallederiz" ifadesi de, tabiri mazur görün, tüy dikti doğrusu; Yeni Zelanda’daki tavan hapis cezasını eleştirirken yasaları geri işletip uygulama önerisi ise bizim hukuk sistemimize Cumhurbaşkanı'nın yaklaşımını sergiledi sadece.

İki bakanın Yeni Zelanda’ya giderken kullandıkları uçak da başka bir devlet başarısızlığı.

Peki Erdoğan neden çocukların bile doğrunun üzerine çok iyi oturmadığını görebilecekleri böyle bir pozisyon benimsedi?

Muhtemelen temel neden 31 Mart öncesi muhafazakâr-milliyetçi seçmeni bir kez daha konsolide etmeye çalışmaktı, bizim muhafazakâr-milliyetçi seçmen de (bile değil) bu değersiz çıkışları siyaseten satın alır mı, bunu da gerçekten bilmiyorum.

Yukarıda "de" ve "bile" ayırımını özellikle vurguladım, çünkü Erdoğan’ın HDP eşbaşkanı Sezai Temelli’ye "Kürt bile değil" ifadesi anlam olarak çok kötü yerlere giden bir kullanım.

Varsayalım ki, Erdoğan’ın kanımca büyük insani ve siyasal değer taşımayan bu Yeni Zelanda çıkışları Cumhur İttifakı'na bir-iki puan kazandırdı.

Peki bu çıkışların Erdoğan’a, Türkiye’ye ve hatta Cumhur İttifakı'na vereceği zararlar neler?

Ülke ve devlet olarak büyük bir prestij kaybı kanımca zarar kümesinin en başında geliyor.

Uluslararası prestij kaybına paralel olarak uluslararası piyasalarda devlet tahvillerimizin değer kaybı, doların yükselmesi kısmen de olsa bunlarla açıklanabilir.

Erdoğan’ın bu süreçte Yeni Zelanda hızını alamayıp ABD ve AB ülkeleri ile ilgili söyledikleri de işin cabası.

Kanımca bu çıkışların Türkiye için fayda-maliyet analizinde maliyetleri çok ağır basıyor.

Ancak, şunu da bilelim, Sayın Erdoğan’ın da bu fayda-maliyet dengesinde maliyet kefesinin çok ağır bastığını görmemesi olanaksız, buna da inanamam.

Ama, yine de yapıyor.

Peki, neden?

Bence, bir ihtimal kazanacağı bir ya da iki puan, bu da kesin değil, Erdoğan ve çevresi için çok önemli, hatta hayati.

Erdoğan’ın bir yerel seçimde bile siyasi iktidarının sorgulanmasını gündeme getirebilecek her sonuçtan çok korkuyor, bu korku demokratik bir hukuk devleti süzgecinden geçen bir iktidar için normal değil.

Demek iktidarlarının sorgulanmasından dünyanın başka hiçbir hukuk devletinde herhangi bir siyasal iktidarın muhalefete düşme ihtimaline oranla ölçüsüz olarak daha çok korkuyorlar.

Neden?

Yoksa, beka bu mu demek?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi