ayşe düzkan
yüzyılımızın kahramanı
dominik cumhuriyeti’nde, 1960 yılında faşist trujillo iktidarına karşı mücadele eden mirabel kardeşler, tecavüze uğrayıp bir uçurumdan aşağı atılarak öldürülmüşlerdi. eşleriyle birlikte faşizme karşı direnişin öncülerinden olan bu üç kadın, öldürülmeden önce de defalarca tutuklanmıştı. öldürüldükleri günün uluslararası kadına yönelik şiddetle mücadele günü olması sadece kadın olmalarıyla ilintili değil, esas olarak erkek şiddetinin bir biçimi olan tecavüze maruz kalmalarından kaynaklanıyor.
bir tanım olarak erkek şiddeti kadına yönelik şiddetten çok daha kapsayıcı ve açıklayıcı. evet, kadınlar sadece kadın oldukları için erkeklerin şiddetiyle karşı karşıya ama erkekler, erkek olmalarından kaynaklanan toplumsal güçle, kendilerinden –yani erkek- saymadıkları her insana şiddet uygulayabiliyor; sadece kadınlar değil erkek eşcinseller, erkek translar da erkek şiddetine maruz kalıyor. ama erkek şiddeti bununla da sınırlı değil; hetero/sis erkeklere de yönelebiliyor; o yüzden bir erkeği aşağılamak için ona etek giydirmekle tehdit etmek, zorla sutyen giydirmek de erkek şiddeti; yani onu kurbanın kimliğiyle değil, failin kimliğiyle tanımlayabiliriz; bir erkeğin, erkek olmasından aldığı güçle uyguladığı şiddet erkek şiddetidir; toplumumuzun ve hayatımızın tamamında büyük bir etkisi vardır.
şunun altını bir kere daha çizmek istiyorum; erkek şiddeti patriyarkanın ve onun en önemli parçası olan erkek egemenliğinin tamamı ya da ta kendisi değil, bu toplumsal sömürü ve baskı ilişkisinin yürütülmesi için gereken zor aracı. (patriyarka, aile reisi erkeklerin kadınların ve çocukların emeği, kimliği, bedeni ve iradesi üzerinde hak sahibi olduğu bir üretim ilişkisi, her üretim ilişkisi gibi toplumu şekillendiriyor; erkek egemenliği patriyarkanın toplumun farklı alanlarında karşımıza çıkan sonuçları.) zor dışında onlarca ideolojik egemenlik aracı bulunduğunu söylemeye bile gerek yok ama patriyarka içinde zorun nasıl örgütlendiği konusu üzerinde durmak istiyorum.
salı günü, disk'e bağlı birleşik metal-iş sendikasına üye oldukları için patron tarafından tazminatsız işten atılan ve ücretsiz izne çıkarılan systemair hsk, özer elektrik ve baldur fabrikalarının işçileri, ankara’ya doğru başlatacakları yürüyüş için gebze'de bir araya geldi. yürüyüşe geçmeye çalışan işçiler karşılarında patronu değil, polisi yani devletin gücünü buldu. onların yasal haklarını vermesi için patrona yönelmeyen "yasal" güçler, yollarını kesti, destekçileriyle birlikte gözaltına aldı. devletin kolluk gücünün burjuvazinin çıkarlarını koruması, bu sınıfın tarihi kadar eski. greve çıkan, direnişe geçen emekçiler bu gerçeği en çıplak haliyle görür.
patriyarkal ilişkiler ve erkek egemenliği, zorun kullanımı açısından farklı. erkekler, kendi iktidarlarını sürdürecek şiddeti bizzat uyguluyor. yasalar ve toplum da yanlarında oluyor, tabii cinsiyet temelli mücadeleler bunu sınırlayabiliyor.
işçiler, emekçiler haklarını aramaya başladıklarında, daha önce kendilerini koruduğunu sandıkları kolluk kuvvetlerini karşılarında buluyor. kadınların özgürlüklerine sahip çıkmaları, hayatlarıyla ilgili kararları kendi iradeleriyle vermek istemeleri de erkek şiddetini artırıyor. bu türkiye’ye özgü değil, dünyanın pek çok yerinde aynı şeyler olmuş ama kadınların mücadelesi kamuda, yani toplum ve devlette karşılık bulmuş, yasalar değişmiş, erke şiddetinin meşruiyeti azalmış. (şunu belki hatırlatmaya bile gerek yok; erkek egemenliği ortadan kalkmadan erkek şiddeti ortadan kalkmıyor!) türkiye’nin özgün durumu, kadın kurtuluş hareketi yükselirken akp iktidarının ve denetimindeki yasal kurumların bu taleplere kayıtsız kalması, direnmesi (yani örneğin takım elbise giyen kadın katillerine indirim uygulaması) ve daha önemlisi, elindeki iktidar araçlarını kullanarak toplumu da bu yönde şekillendirmesi oldu.
bugün kadın hareketinin akp iktidarı karşısındaki en diri ve canlı muhalefet güçlerinin başında gelmesi bu çelişkinin ortaya çıkarttığı dinamiğe dayanıyor. süleyman soylu’yu dahi bu konuda konuşturan da bu dinamiğin ortaya çıkarttığı güç.
erkek şiddetinin cezasız kalmaması bugün en önemli taleplerimizin başında geliyor çünkü cezasızlık erkekler için adeta bir teşvik, toplumda gördükleri onayla birlikte onlara cesaret veriyor. ama şunu da biliyoruz; var olan yasaların uygulanması ya da yasaların değişmesi erkek şiddetiyle mücadelede yeterli değil. kadınların çaresizliğini ortadan kaldıracak toplumsal adımlar da en az bunun kadar önemli. sığınakların varlığı, ücretli çalışma imkânlarının genişlemesi, çocuk bakımıyla ilgili annelerin sırtına yığılan işlerin kamu tarafından üstlenilmesi yani çocuğu olsun olmasın kadınların erkeklerden bağımsız bir hayat sürme hakkına ve olanaklarına ulaşması da belirleyici. yaşadığımız yüzyılın gerçek kahramanı olan, çocuklu, yoksul, emekçi kadının kaderini değiştirmek, onu şiddetten korumakla başlıyor, o güvende, huzurlu ve mutlu olmadan tamamlanmıyor. ve onun kaderini değiştirmeyen hiçbir politik adım, gerçek bir değişime işaret etmiyor.
bu mecranın okurlarının kendilerini ait hissettiği muhalefet, kadın hareketinin eylemliliğine, çoğunlukla hayranlık, zaman zaman gıptayla bakıyor. ama ondan öğrenmek bir yana, genellikle taleplerine kulak vermeye bile istekli olmuyor. sanki o taleplerin tamamına vakıfmış, zaten o talepleri temsil ediyormuş hatta zaman zaman onları "aşmış" gibi konuşmayı, davranmayı tercih ediyor. oysa öğrenecek, benimsenecek, vazgeçilecek yani değişmesi gereken çok şey var. yüzyılımızın kahramanları hepsine birer birer el atmak üzere yürüyor.