Zaman mı bozuldu? Biz mi?

Eğer insan ilişkilerinden şikayetçi iseniz ve eğer, çürümenin ortasında, insan ilişkilerini değiştirmek istiyorsak, nesneler ile olan ilişkimizi değiştirmek zorundayız.

İnsanların, insan ilişkilerinin bozulmasının nedenini, zavallı kimseden habersiz akıp giden zamanın sırtına mı yüklemeliyiz ? Eski günlerin duvar süsü, Saatli Maarif Takvimlerinin masum günleri -pazartesi hariç-bugün doğacak çocuğa isim önerileri, kız-erkek, lezzetli yemek tarifleri ve tarihte bugün köşeleriyle mi bozdu insanları, zaman?

Ne oldu da biz bu hale geldik?

Aslında bozulan insan ilişkileri değil ya da başka türlü söylersek, insan ilişkilerini bozan, belirleyen zaten bizim nesneler ile olan ilişkilerimiz. Nesneleri ve nesnelerle olan ilişki biçimlerimizi değiştirmediğimizde bu bozulma ve bunu yapmadıkça bu çürümeyi ortadan kaldırma şansı da yok.

Yani ne zamanki bir şeye sahip olduğunuzda, o şey de size sahip oluyor. Bir yerin etrafına çit çevirdiğinizde, kendinizi de sarmalıyorsunuz, tenekeden dikenli, kıytırık pense düğümleri, sizi boğuyor, dizinizi bir türlü aşamayan mülkiyet batağında. Bir de öyle çok çok mülkiyetimiz olsa, gam yemeyeceğim, haklısınız sayın bayım diyerek, ufak bir reveransla tüyüp gideceğim. Bu da yok, bu yüzden, sığ mülkiyet, çok mülkiyetten daha beter galiba. Yoksa nasıl dursun, bu koca sistem, Üç-beş milyarderin, yüz suyunun hürmetine. Onu ayakta tutan, biz mülksüzlerin, mülk sevgisi.

Okşuyoruz başını, bizde olmayanın, platonik bir aşk bizde mülkiyet…

Klasik bir mülkiyet düşmanlığı değil benim sözünü ettiğim, yoksa ustanın dediği gibi, ‘Mülkiyet Hırsızlıktır’ der geçerdim, yeterince çalamamamızın ezikliği üstümüzden, sıyrılıp giderdi, en azından bir süre, ay başı kira zamanına kadar…

Daha basit ama tam aksine her şeyi belirleyen, bir insan-nesne ilişkisinden söz ediyorum, mesela kredi kartından;

Rahmetli Haldun Karvar anlatıyordu, iyi bir devrimci ve banka soyguncusuydu. ‘Ermeni baba, Rum anneden doğma doğuştan hain’ demişlerdi ona, sıkıyönetim mahkemelerinde iddianamede. ‘Dünyada bize en çok benzeyen insanlar Yunanlılardır’ diyordu. Eskiden orada da dağ köylerinde kan davası vardı. Yunanistan’da eski bir arkadaşı ile konuşuyordu. ‘Sizde kan davaları devam ediyor mu’ diye sormuştu. ‘Yok kredi kartı çıktı, kimse kimseyi vurmuyor, borcu kim ödeyecek diye ’ demişti arkadaşı.

Viranşehir’de toprak işgal edip, yoksullarla birlikte ev yaparken, her yerde olduğu gibi sarı çizmeli bir delisi vardı şehrin. Belediye başkan yardımcısı, herkese maaşlarını dağıtırken o da sıraya girermiş eskiden ve başkan da ona da bir para verirmiş, cebinden. Biz yan yana otururken geldi, aklın hegemonyasından kurtulmuş ayağında sarı çizmeler. ‘Niye gelip maaşını almıyorsun’ dedi başkan. ‘Yok’ dedi deli, ‘Para istemiyorum artık, bana da onlar gibi bir kart ver’…

Çok daha uzun bu konu, devam edeceğiz ama eğer insan ilişkilerinden şikayetçi iseniz ve eğer, çürümenin ortasında, insan ilişkilerini değiştirmek istiyorsak, nesneler ile olan ilişkimizi değiştirmek zorundayız. İktidarları şenlikli bir ateşin ortasında yakamıyorsak, henüz, nesneler ile ilişkilerimizi değiştirmekten başlamalıyız.

Daha çok kolektif iş, daha çok birlikte yaratmak, bizi daha çok özgür kılacak ancak, yoksa yetersiz bakiyeyiz hepimiz…


Metin Yeğin kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi