Candan Yıldız
Zor zamanlar ama yine de barışı konuşmak
Barışı konuşmayalı çok oldu. Sadece zor zamanlardan geçildiği için değil, inançsızlık da güçlendi. Oysa barış ihtimalini sevenlerin sayısı çoktu...
Kürtlerin kolektif hak talebinin konuşulduğu aşamaya gelemeyen "çözüm süreci"nin bitirilmesi ile birlikte, dünya deneyimlerinin de söylediği gibi, çatışmaların dozu daha da şiddetlendi. Devlet şehirleri yıkacak kadar pervasızlaştı. Çok insan öldü. Çok insan ölümü izlemek zorunda bırakıldı.
Devlet ve PKK çatışma tarihinde barışın en somut olarak konuşulduğu 2013-2015 sürecinden geriye ne kaldı, özellikle "barışma ihtimalini" çok seven sivil toplum ne tür dersler çıkardı? Bu sorulara yanıt aramak, yanıt bulmak, sonlandırılsa bile sürece dair bir sorumluluk.
Barış Vakfı'nın zor zamanlarda da barışı konuşma çabası, özellikle "çözüm süreci" ile ilgili sivil toplumun hem kendisi hem de süreçle ilgili değerlendirme raporu, "barışabilme" olasılığından bağımsız olarak, önemli bilgiler üretiyor. "Dolmabahçe'den Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulmak", "2013 -2015 Çözüm Süreci'nde Sivil Toplum Kuruluşları" raporları geleceği de kuruyor. Sivil toplum alanında yapılan ve yapılamalayanları özneleri ile değerlendirmeye tabi tutmaktan çekinmiyor.
"Çatışma Çözümü Uluslararası STK Deneyimleri Çalıştayı"nda STK'larla ilgili Barış Vakfı adına hazırladığı raporu paylaşan akademisyen Cuma Çiçek'in tespitleri, barış meselesini dert edinen herkesin üzerine düşünmesi gereken sadeleştirmeler... Rapor yeni olmasa da, "çözüm sürecine" kendi cephesinden bakan STK'ların değerlendirmelerine ilişkin hafızayı tazeliyor. STK'ların kendilerine yönelik muhasebesinden başlıklar şöyle:
1- Sivil toplumun ağırlıklı olarak "lobicilik" faaliyetlerine odaklandığı, buna rağmen, barışın "toplumsallaştırılamadığı", bu konunun gözardı edildiği, sivil toplumun süreci seyrettiği, talep üretemediği,
2-Barış ve hak temelli sivil toplumun sayısal azlığı, barış kültürünü yaygınlaştırıcı faaliyetlerin sınırlı kaldığı, tarafların kendi "mahallesi" dışındaki "mahallelerle" ilişki kuramadığı, "siyasi gettolaşma"nın aşılamadığı,
3- Sivil toplumun, tarafların etki alanından çıkamadığı, bağımsız gündem oluşturamadığı, süreci çok yakından takip edemediği, defakto olarak kendisine rol biçmede eksik kaldığı,
4- Fırat'ın doğusu ve batısı ile diyalog kurulamadığı, gerekli kanallar açılamadığı, bölgesel yarılmayı aşabilecek hakikat ve yüzleşme çalışmalarının yapılamadığı,
5- Sivil toplumun sürece katılımının yetersiz olduğu, sınırlı düzeydeki görüşmelerin "usulen" yapıldığı, sivil toplumun araçsallaştırıldığı,
6- Akil İnsanlar Heyeti'nin "atama" yoluyla belirlendiği, heyet üyeleri arasında "tarafgirlik" meselesinin aşılamadığı,
7- Sivil toplumun, çatışma çözümü ve toplumsal barış inşası meselesini büyük oranda üst liderlik düzeyinde bir müzakere süreci olarak ele alması,
8- Süreçteki kamusal denetime kapalılığın STK'ların sürece müdahil olma kanallarını engellediği,
9- Sivil toplumun sürece hazırlıksız yakalandığı, bu nedenle de "kurucu" ve "yapıcı" rol oynayamadığı öne çıkan tespitler arasında. Daha doğrusu STK temsilcilerinin muhasebesi bu yönde...
Özellikle gri alanların yaratılamaması, siyasi mahalleler arasında ilişkinin geliştirilememesi, barışın toplumsallaştırılmasına ilişkin ilişki biçimlerinin çeşitlendirilememesi, sivil toplumun bağımsız kanallar yaratamaması, bağımsız ilişkilenme biçiminin öncelenmemesi, tarafların "tarafgirliği" aşamaması üzerinde tartışmayı hak eden konular. Özellikle kadın örgütleri ile insan hakları alanında çalışan örgütlerin barış süreçlerinde daha etkili olabileceği tespiti, sürecin kadın örgütleri tarafından nasıl yorumlandığı araştırmasını elzem kılıyor.
Müzakere masası dağıldıktan sonra, acı, ölüm, baskı ile karşı karşıya bırakılan sivil toplumun, düşünme, değerlendirme gücü zayıfladı. Barış ihtimali uzak görünse de, aslında ne yaşandığına dair farklı hafızaların oluşturulması kuvvetli bir gereklilik. Zira her savaş sonuçta barışmak içindir.