ayşe düzkan
güzel günler yakın meşaleleri yakın
islam’la ilgili tartışmalarda en tuhafıma giden şey, konunun sanki toplumsal bir olgu değil de, entelektüel bir mevzuymuş gibi ele alınması. evet, bazı insaf sahibi islamcı entelektüeller örneğin akit’ten farklı bir çizgide olabilir ama bu toplumsal olguları değiştirecek bir şey değil. ve genel olarak tartışmanın, toplumsal durumu etkilemesi imkânsız.
allah’ın varlığına, bir dinin onun temsilcisi olduğuna inanmak kişisel bir karar ama din neredeyse bütünüyle toplumsal bir olgu. o kadar ki aynı dinin mensupları farklı coğrafyalarda bambaşka şeyler yaşıyor. abd vatandaşı bir katolik olmakla, türkiye cumhuriyeti vatandaşı bir ermeni katolik olmak çok farklı deneyimler mesela. bu günümüze mahsus bir olgu da değil, tarih boyunca hep böyle olmuş. herhangi bir bölgede çoğunluğun dinine mensup olanlar azınlıktakilere cehennem hayatı yaşatmakta beis görmemiş.
tıpkı din gibi, onun gereklerinden biri olduğu iddia edilen tesettür de öyle. şunun altını çizmek isterim. örtünmek bir hak ama -kimden gelirse gelsin- bir emre itaat etmek felsefi olarak, politik olarak, toplumsal olarak özgürlüğün tanımı içinde yer almaz.
tabii sadece özgürlükleri değil hakları da savunmak gerekir ve şunu açıkça ifade etmek gerek, başörtüsü konusunda yapılan en büyük hata onu kamusal alanda yasaklamak oldu. bu sadece politik ve ahlaki değil aynı zamanda taktiksel bir hataydı çünkü çevre ve aile baskısıyla taktıkları başörtülerini çıkartmaya karar veren kadınların imdadına eğitim ve ücretli çalışma koşuyor ve bunlar için de kamusal alanda yer alma hakkına sahip olmaları gerekiyor.
tabii, işin bu yanı, islamcı erkeklerin hiç derdi olmadı. kadınların kamusal alanda yer almasından yana değillerdi zaten. onlar için bu mücadele daha geniş bir iktidar savaşının parçasıydı. nitekim 28 şubat döneminde başörtüsü mücadelesinde yer alan kadınların birçoğu islamcı erkeklerin kendilerine destek vermediğini vurguluyor. zaten akp’nin de el atmakta isteksiz davrandığı, en son el attığı meselelerden biri oldu bu. diğer yandan, özel sektörde örtüyle ilgili sınırlamaların bugün de sürdüğü iddia ediliyor ama bunun da esas olarak yöneticiler için geçerli olduğunu hatırlatmak istiyorum. fabrikalar örtülü kadın emekçilerle dolu.
başörtüsüyle kamuda yer alma mücadelesi veren kadınlar büyük baskıyla karşılaştı, ağır hayal kırıklıkları yaşadı. bu baskı ve hayal kırıklığı, türkiye’nin yakın siyasal tarihinde önemli bir unsur bence.
ama şu da var. her aile, özellikle kız çocuğunun bütün hayatını belirleme hakkını kendinde görüyor, mahalle ve komşuluk ilişkilerinin merkezinde, her yaştan kadının hizaya sokulması var. o yüzden örtülü kadınların gerçekliğinin, dindar ve muhafazakâr ailelerin, daha çocuk yaştaki kızların örtünmeleri yönündeki baskısını ve bunun ağır sonuçlarını gölgelemesine de izin vermemeli. derdimiz sadece devlet baskısı değilse, toplumsal baskıları da mesele ediyorsak tabii.
bu baskı insanın en donanımsız, savunmasız olduğu dönemde, 11-12, bilemediniz 13-14 yaşlarında zirveye ulaşıyor. otoriter, zaman zaman şiddete başvurmakta sakınca görmeyen, kızına baskı yapmayı allah’ın emirlerini yerine getirmekle bir tutan babaların ve genellikle onlarla işbirliği içinde olan annelerin karşısında ne fiziksel ne zihinsel gücü bunlara yetmeyecek kız çocukları var. bazı aileler çok dindar bile değil, sadece muhafazakâr. kızlarını hizada tutmak için imam hatip liselerini tercih ediyor ya da örtünmelerini istiyor.
bu kızlardan bazıları, dindar kadınlar olarak büyüyor, bazıları hayatlarına bir inanç değil dayatma olarak girmiş olan dini sorguluyor. ve her biri benzersiz kahramanlık hikâyeleriyle başlarını açmayı başarıyor. abarttığımı sanmayın, kahramanlık bu ülkede kaderini değiştirmek isteyen kadınlar için zaten bir tercih değil mecburiyet ama burada insanın kendi bedenini nasıl şekillendirdiğiyle ve yeni şekline alışmasıyla ilgili bir mesele de var. birçok kadın dini sebeplerle başörtüsü takmıyor ama başta erkek şiddeti olmak üzere çeşitli toplumsal sebeplerle, canlarının çektiğinden daha fazla giysi giyiyor. ve bir gün bunları çıkartacak gücü bulsalar bile daha az örtülü bedenlerine alışmaları, onu taşımaları kolay olmaz. başını örten bir kadın için bu daha da karmaşık. kendisi hakkında bir beyanda bulunan örtüden vazgeçerken aynı zamanda bedeninin daha büyük bir kısmının yabancı bakışlara maruz kalmasını deneyimliyor. bu bile başlı başına bir müşkül.
bütün bunları bana, bir kısmınızın tahmin edebileceği gibi "www.yalnizyurumeyceksin.com" adresindeki blog düşündürdü. burada deneyimlerini paylaşan kadınlar, tıpkı örtülü kadınlar olarak kendilerine biçilen sınırları reddeden hemcinsleri gibi, başta dindar erkeklerden olmak üzere galiz küfürlerle, eleştiri denemeyecek hakaretlerle karşılaşıyor. değişen konjonktürde, başını örtmenin hem özel hem kamusal alanda getireceği avantajlardan vaz geçmeyi göze almaları, inandıkları hayat uğruna vaz geçtikleri şeyler, inançları uğruna cinayet işlemekten çekinmeyecek olanları rahatsız ediyor. sessiz, gösterişsiz bir cesaret!
başlığı, bu sitedeki bir yazıdan ödünç aldım. burada yazan kadınların bir kısmı hâlâ inançlı olduklarını, bazılarıysa inançlarını geride bıraktıklarını söylüyor. tanıklıklarını okuduğunuzda bunun en büyük sebebinin gördükleri baskı olduğunu hissedebiliyorsunuz. insan sadece tanıdığı herkes inandığı için, dayatmalar yüzünden, baskı sebebiyle mi inanç sahibi olur? böyle olmadığına şahidim. ama işte her ağacın kurdu kendinden oluyor ve dinsel tahakküm içten içe çürüyor.
aralarında arapça da dahil yabancı diller bilenler olduğunu okuduğum bu kadınların, son derece değerli olan kendi deneyimlerini paylaşmakla yetinmeyip dünyanın başka yerlerinde müslüman kadınların yaptıkları tartışmaları da aktaracaklarını ümit ediyorum.
örtüleriyle kamusal alanda yer almak isteyen kadınlar –zaman zaman ailelerinin baskısıyla da karşılaşsalar da- esas olarak devletle yüz yüze gelmişlerdi.
başlarını açmak isteyen kadınlarsa aile ve çevre baskısıyla karşı karşıya. (örtüsüz kadınların gelecekte devletle karşı karşıya gelebilme ihtimali de var tabi.) öyleyse farklı çizgileriyle kadın özgürlüğü mücadelesinin, bu kadınları ailelerinden koruyacak mekanizmalar da önermesi gerekiyor. belki babaların da oyunu almak isteyen siyaset bunu yapmaktan imtina edebilir ama biliyoruz ki gelecek güzel günler otoriter babaların değil, isyankâr kızların eseri olacak.