Aysuda Kölemen

Aysuda Kölemen

Eğitim reformu geldi. Sen yine yoksun. Neredesin Feride?

Bizim işimiz çocuklara ne olduklarını bildirmek değil, her çocuğa ne olmak istediğini keşfetmek için el vermek olmalıdır. Devletin işi bu olmalıdır.

Gündemde eğitim reformu var yine. Daha doğrusu, her zamanki gibi, bir reform yapılmış ve bize haber veriliyor. Tartışılmamış, denenmemiş, uygulama başlamadan kamuoyuyla paylaşılmamış büyük değişiklikler, bir hazırlık dönemi bile olmadan tepeden bırakılıyor çocukların ve ailelerin üzerine. Dünyanın en doğru reformları bile olsa ağızda acı bir tat bırakarak geliyorlar yine. Biz yine çocuklarımızın geleceğinde zerre kadar söz sahibi değiliz. İtirazımız da boşa biliyoruz. Oldu ve bitti. Haber verildi bize, anons edildi.

Ama yıllardır yapılan hiçbir reform, temel sorunları çözmeye çalışmıyor. Temel sorunlar büyüyor, yaralar kangren oluyor, biz yöntem tartışıyoruz. Bize gerekenin kaynaklarımızı başka alanlardan kısarak eğitime aktarmak olduğu gerçeğiyle yüzleşmiyoruz. Çocuklarımıza cimriyiz. Betona harcadığımız parayı onlara harcamaya elimiz varmıyor. Eğitimde zihniyetimizi değiştirmemiz gerektiği gerçeğini tartışmıyoruz, çünkü kimse zihniyetinin ne olduğunu bilmiyor aslında. Nasıl bir eğitim istiyoruz, neden? Konuşmuyoruz. Seviyeyi yükseltmekten, nitelikli insan yetiştirmek gereğinden ötesini fazla insan dillendirmiyor. Bu aslında nasıl bir dünya, nasıl bir gelecek istediğimiz sorusuyla boğuşmak demek çünkü. Kolay değil.

Çocukların biricikliklerini, içlerinde kocaman dünyalar büyüttüklerini, sonsuz sayıda soru, kaygı, heves, tercih ve mutluluktan oluştuklarını görmezden geliyoruz. Onları bir bütünün parçaları olarak görüp, kategorize edip, doğru yere yerleştirme peşine düşüyoruz. Bu yüzden de eğitimden tasarruf ediyoruz. Ama olmuyor işte. Devlet pek çok yerden tasarruf edebilir. Devlet dairelerinin lüks olması gerekmez, kimseye makam arabası şart değildir, sokaklara çiçek dikmek zorunlu değildir, havaalanları küçük ve ucuz olabilir. Ama eğitimden tasarruf olmaz. Eğitim çok pahalı bir şeydir. Nasıl bir eğitim istediğimizi oturup uzun uzadıya tartışabiliriz ama pek çok şeyin aksine, eğitimin ucuzu iyi olamaz. Eğitime para harcamaktan kaçacak her sistem, kötü sistem olacaktır. Tek başına para yetmez ama parasız da olmaz.

Eğitime çok para gerekir deyince, çoğu insanın aklına Amerikan filmlerinden alıştığımız güzel okullar, kapalı spor salonları, havuzlar, bilgisayar odaları, teknoloji gelebilir. Ama aslında bunların hiçbiri iyi eğitim için zorunlu değildir. İyi eğitimi pahalı yapan şey, öğretmendir. Çünkü eğitim kalitesinin en belirleyici öğesi öğretmendir. Bu eğitimle ilgili çalışmalarda tekrar tekrar çıkan sonuç. Öğretmen bir çocuğun eğitim ve kariyer başarısında, okul sistemindeki en belirleyici etken.

İyi bir öğretmen çok pahalı bir yatırımdır. İyi bir öğretmen yetiştirmek için öncelikle çok iyi eğitim fakülteleri kurmak gerekir. Eğitim durağan olamaz. 10 yıl öncesinin modeli bugünün ihtiyaçlarına cevap veremez olduğunda sistem kendini yenileyebilmelidir. Bunu merkezi bir otoriteye bağlı kalmadan, bölüm ve kurum bazında yapabilmelidir. Devamlı araştırmaları, uygulamaları takip etmeli, ülkenin durumunu ve şartlarını değerlendirerek hangi değişikliklerin olumlu sonuç vereceğini tahlil etmeli, müfredatı ona göre değiştirmeli ve geliştirmeli, sonuçları takip edip, işe yaramayan değişiklikleri atıp, düzeltip işe yarayanlarla devam etmelidir. Bu hiç bitmeyen bir değişim olmalıdır. Değişen dünyaya, değişen ihtiyaçlara cevap verebilecek bir eğitim ancak böyle mümkün olur. Peki bizim eğitim fakültelerinin müfredatlarını kim hazırlıyor? MEB talepleri doğrultusunda YÖK. Tek kalıp. Peki bu tavsiyeler neye göre hazırlanıp, güncelleniyor? Eğitim fakültelerine ne kadar bütçe ayrılıyor, araştırma olanakları ne? Üniversitede iyi öğrenci yetiştirmek için hem iyi akademisyenler, hem kaynak gerekiyor. Hem özgür ve adanmış beyinler, hem de para gerekiyor. YÖK tarafından hazırlanmış bir müfredattan özgür ve adanmış öğretmenler yetişmesini beklemek zor.

Üniversitenin müfredatının iyi olması sadece bir başlangıç. Eğitim bölümlerine ülkenin en parlak, en çalışkan öğrencilerini çekebilmek daha da önemli. Öğretmenliği seçerken, "puanı tutuyor, çalışma şartları rahat, devlet memuriyeti güvenli" gibi, mesleğin özüyle ilgisi olmayan nedenlerle değil, dünyanın en önemli mesleğini yapacağına inandığı için hissettiği heves nedeniyle seçen öğrencilere ihtiyacımız var. Ama en parlak öğrencileri öğretmenliğe heveslendirecek bir sistem yok. Sistem muhteşem öğretmenler olabilecek insanları pazarlama müdürü yapıyor. Bazen en iyi öğretmen adayları atanamıyor. Öğrenciler kaybediyor, öğretmen olmayı aklına bile getirmemiş mutsuz insanlar kaybediyor. Öğretmenliğin saygın bir meslek olması, iyi maaş alması, yüksek iş güvenliği olması ama karşılığında da çok şeyin beklenmesi gerekiyor. İnsanların çocuğum öğretmen oldu, derken, doktor oldu, avukat oldu der gibi gurur duyması gerekiyor. Ama öğretmenin kazandığı asgari ücrete göre biraz yüksek kaldı diye kıyamet koparılan, öğretmenliğin yan gelip yatma yeri olarak sunulduğu bir ülke olduk. Bizim Çalıkuşu Feridelere ihtiyacımız var. Ferideler işletme okuyor.

Üniversite müfredatları sürekli yenilenirken, mezun öğretmenlerin bilgilerinin de devamlı güncellenmesi gerekiyor. Oysa öğretmenlerin her sene zorunlu olarak aldıkları eğitimler ruhsuz, yeni bir şey öğretmeyen, sıkıcı, yasak savmak için yapılan ve zorunluluktan katılınılan şeyler. Var mı gerçekten bu eğitimleri hevesle bekleyen, yeni şeyler öğrenip, uygulamaya geçiren öğretmenler? Çünkü kimse duymadığında bunları fısıldıyor öğretmenler. Ama iyi eğitim programları geliştirmek için, liyakatli insanları bu işle görevlendirmek gerekiyor (ve önce onları eğitmek, elbette). Bunun için de hem zihniyet değişimi, hem de para harcamak gerekiyor.

Öğretmenden daha önemli bir şey varsa, aile. Özellikle anne. Annenin eğitim seviyesi, çocuğun başarısında çok önemli. Yani anneleri ve anne adaylarını eğitmek gerekiyor. Nasıl iyi anne olacaklarını değil, kendilerini nasıl geliştireceklerini öğretmemiz lazım. Çok okuyan annelerin çocukları, kendileri kitap okumasa bile daha başarılı oluyorlar. Doğduğu andan itibaren anneler çocuklarına bilgi aktarıyor, görgü aktarıyor, hayata bakış açısını aktarıyor. Annesi eğitimsiz çocuklar daha 3-4 yaşında, eğitimli annelerin çocuklarına göre dil becerilerinde çok geride kalıyorlar. Bu okulda yapılan zekâ sınavı sonuçlarına yansıyor. Yetenek sınavlarına yansıyor. Davranış biçimlerine yansıyor. İlkokul çağındaki çocukların kaderleri evde alamadıkları eğitim nedeniyle mühürlenebiliyor. O zaman anneleri eğitebildiğimiz yere kadar eğitmemiz gerekiyor ama bu da koca bir iş ve pahalı. Hem de kısıtlı etkisi var çünkü bir yetişkini eğitmek çok zor.

O halde annesi eğitimsiz çocuklara eşit fırsat sunmak için en önemli şey okul öncesi eğitim. Bu çocuklar kreşlerde, anaokullarından eğitimli ve varlıklı ailelerden gelen çocuklarla benzer imkânlara kavuşur. Müzik ve sanatla tanışır. Oturup kalkmayı öğrenirler, sınıfsal geçmişleri ne olursa olsun. Kelime hazneleri çevreninkine uyumlu olarak gelişir. Akranlarıyla şiddetsiz iletişim kurmayı, sorun çözmeyi öğrenirler. Evde kısıtlı oyuncakları olsa da, kreşte bol bol oynayabilirler. Evde tek tip yeseler de, kreşte daha geniş bir menüden yiyebilirler. Hele de bu kreşler, farklı sosyoekonomik sınıflardan çocukları bir araya getirirse, inanılmaz gelişim sağlanır. Çünkü aile ve öğretmen kadar önemli bir şey de çevredir. O çevre kreşle, anaokulu ile olumlu bir güç haline gelebilir, ailenin şartlarını aynen tekrarlayan bir güç olmaktan çıkıp. Herkese kreş sağlamak, bahsettiğim sağlıklı psikolojik ortamı sağlayacak pedagoji bilen, nitelikli eğitimciler yetiştirmek, kreşleri mesai saatleri boyunca açık tutmak, kreşlerde sağlıklı bir ortam ve yemek sağlamak çok, çok pahalı şeylerdir. Aynı zamanda çocukların geleceğine yapılacak en iyi yatırımdır. Üç yaşında bir lira harcadığınızda aldığınız sonucu, 18 yaşında 100 lira ile alamazsınız. Ama kreş de pahalıdır işte.

Okullara bakalım. Okulda akıllı tahta olabilir. Olmayabilir de. Eğitime etkisi yoktur. Eğitim insanla olur. Çocuklarımızın ciddi bir kısmı okula aç gönderiliyor. Bunun nedenini bilmiyorum ama konuştuğum devlet okulu öğretmenlerinden duyduğum büyük şikâyetlerden birisi bu. Ailelere kızmak çözüm değil, okula aç çocuk göndermeye yol açacak dinamikleri anlayıp, çözüm üretmek bambaşka bir konu. Eğitim açısından çözüm çocuklara okulda yemek sağlamak. Pahalı. Ama aç çocuk aklını derse veremez. Kantinlerde zararlı gıdalar satılıyor, çocuklar arasında harçlık yarışı yaratıyor, arkadaşlık ortamını zehirliyor. Kantin kapamak rantı engeller, birilerinin cebine giden para akışını keser. Okulda düzenli yemek vermek masraflıdır. Bu da para.

Çocukların tıkış tıkış dersliklerde ders yapmasının iyi sonuç vereceğini iddia eden kimse kalmamıştır sanırım. Sınıf sayıları okul öncesinde 12’yi, okul çağında 25-30 civarını geçmemelidir. Her çocuğa devlet tarafından kitap kiralanmalıdır. Çocuklar sınıflarda soğuktan donmamalı, yeteri kadar ısınmalıdır. Velilerden bağış alınmamalı, okulun masrafları devlet tarafından karşılanmalıdır. Bugün devlet, okulunda sadece öğretmenlerle, diğer çalışanların maaşını ödüyor. Geri kalan tüm masraflar velilerden haraç gibi alınan "bağış"larla karşılıyor. Okul idarelerini suçlamak anlamsız, parasız okul olamayacağı için mecburen para topluyorlar. Suçlu, okulları parasız bırakan devlettir. Bu okullarda çok bağış veren velilerle, az verenler arasında bir ayrım oluşturuyor. Makbul öğrencilere daha iyi davranıldığından şüphelenmekte haksız mıyım? Ama işte, para harcamak gerekiyor.

Eğitim bir yandan da istikrarlı olmalıdır. Değişim gereklidir ama istikrar çerçevesinde değişim sağlanmalıdır. Avrupa’da önünüzdeki birkaç sene boyunca okulun açılış ve tatil tarihleri ne olacak bellidir, değişmez. Bütün planlarınızı o takvime güvenerek yaparsınız. Çocukların kaç yaşında okula başlayacağı bellidir. Bunda bir değişiklik yapılacaksa, kararın alınması ve uygulanması arasında birkaç yıl geçer. Hazırlık ve geçiş süresi. Ama daha da önemlisi, demokratik bir ülkede bu tip kararlar bir gecede, kimseye danışılmadan alınmaz. Fikir ortaya atılır, tartışılır, velilerin ve okulların fikirleri alınır, hatta bazen oylama yapılır. Bu katılımcı bir süreçtir. Dün gece karar aldık, gelecek hafta uygulamaya geçiyoruz derseniz, dünyanın en doğru kararı, en güzel uygulaması bile rezil olur. Süreç önemlidir. Bu tip süreçleri işletmek pahalı değil. Bu bir zihniyet sorunu.

Okullarda çocukların tacize uğradığını anlayan bir öğretmenin ne yapması gerektiğini biliyor musunuz? Öğretmenler için net bir prosedür var mı? Çocuk korumaya alınacak mı? Öğretmen soruşturma açtırırsa, veliden korunacak mı? Kimliği gizlenecek mi? Peki öğretmen çocuğu döverse, taciz ederse ne olacak? Peki kantin ya da servis çalışanının çocuk tacizinden davası varsa, buna bir tedbir alınıyor mu? Okulların pedofili mıknatısı olmaktan çıkarılması için ne gibi önlemler alınıyor? Bu önlemsizlik de bir zihniyet sorunudur. Olayların üstünü kapatmak, çocukları korumaktan daha az zahmetlidir sonuçta. Bir çocuğun hayatının kararmasına göz yummak, kurumu rezil etmekten daha kolaydır.

Ve sonra okullara içinde müzik enstrümanları olan müzik odaları, tiyatro salonları, çocukların spor yapabileceği alanlar gerekir. Bahçe gerekir, betondan ve otoparktan ibaret olmayan, çocukların koşup oynayabileceği, özgür olabileceği bahçeler. Özel okullar teknolojiyle gözünüzü boyar, bahçesizliklerinin üstünü örterler. Çocuklara mekân lazımdır.

Mimari önemlidir. Okulların mimarisi çocukları kucaklayıcı olmalıdır, yerel iklime, kültüre uygun olmalıdır. Çevrenin bitki örtüsüyle, mahallenin dokusuyla uyumlu olmalıdır. Sıcak olmalıdır. Okullar çok iyi tasarlanmalıdır. Mimari çocukları ayırabilir de, kaynaştırabilir de. Güvenlik de sağlayabilir, tehlike de yaratabilir. Bu da pahalılıktan çok bir zihniyet meselesi. Bunları ince ince düşünen mimarlar var ama çoğu sadece cetvelle bir şeyler çiziyor. Ama zaten devlet hiçbirine izin vermiyor, sadece standart mimari planları kopyalayıp, ülkenin dört bir yanına yapıştırıyor. Bazı öğretmenlerin o ruhsuz binalara, sınıflara renk vermek için kendi ceplerinden, vakitlerinden ayırıp, nasıl çabaladıklarını gördüm. Ama öğretmenlerin üstüne böyle bir yük bindirme hakkımız yok.

Daha neler var, örtüyü kaldırıp baktığımızda? Neler var? Bu sistemin temel sorunlarına dokunmadan, eğitime harcanan parayı ciddi oranda arttırmadan, öğretmen eğitimine, okul öncesi müfredata, okulların kaynak sıkıntısına, özel eğitim ihtiyacı olan çocukları, engelli çocukları, yoksul çocukları dışlayan sistemi düzeltmeden, sınavla çocuklara yeteneklerine göre yönlendirme yapıyorlarmış. Bunu zaten yapıyorlarmış, bize haber veriyorlar. Ama biz de hiçbir şeyi beğenmiyoruz, değil mi? Sınav, sınav, sınav. Çocukları derecelendiren, sınıflayan, ayıran sınavlar. Başarı sınavı, yetenek sınavı, giriş sınavı, çıkış sınavı. Eğitim sistemimizin tek yaptığı şey sınav gibi geliyor bana bazen. Ne veriyor ki, ne ölçüyor diye merak etmiyor musunuz?

Fakir bir haneden çıkıp, 6 yaşında ilk defa dersliğe giren İrem’in kalem tutmayı öğrenmeden çizdiği resimle, doğduğu günden beri resimler çizmesi için kağıtlar, boyalar alınan, resim öğretmeni olan kreşe giden, müze gezen, resim etkinliklerine katılan Afşin’in çizdiği resim arasındaki farkların ne kadarı yetenekten kaynaklanır? Çoğu yetiştirme ve olanakların sonucudur. Yetenek sabit değildir. Gelişir. Çabayla, imkânla, hevesle gelişir. Bazı çocuklar yetenekli olmadıkları alanlara heves duyarlar. Orada mutlu olurlar, belki hiçbir zaman virtüözü olamayacakları enstrümanları zevkle çalarlar ve 16 yaşında tutkularının matematik olduğunu keşfedip, çok başarılı bir matematikçi olabilirler. Ben böyle şeyleri bizzat gördüm, insanın kendine uygun yere varması için bazen ne kadar dolambaçlı yollardan geçmesi gerekebileceğini de biliyorum. Bizim işimiz çocuklara ne olduklarını bildirmek değil, her çocuğa ne olmak istediğini keşfetmek için el vermek olmalıdır. Devletin işi bu olmalıdır.

Eğitim pahalı bir iştir. Para ister. Akıl yormamızı ister. Sorunları hiç bitmez. Çözdüğümüzü sandığımız şeyler yeniden hortlayabilir çünkü metalle değil, insanla uğraşırız. Çocuklara bir güruh olarak değil, tek tek insan olarak bakmamızı, her birine sonsuz bir haysiyet atfedip, onları sevmemizi gerektirir. O zaman cebimizdeki son kuruşa kadar çıkarıp eğitime yatırmaya başlarız. İster istemez yaparız bunu. Çocuk sevmek budur. Size eğitim gelecek için, ülkemiz için, milletimiz için, ekonomimiz için hayati önemdedir demeyeceğim. Bunlar gerçek ama benim derdim çocuklar. Ön üst dişi düşmüş, yüzü oynarken kirlenmiş bir çocuğu koyuyorum terazinin kefesine, her şeyden ağır geliyor. Ve biz siyaseti o çocuk için yapmayacaksak, bu devlet o çocuk için yoksa, aile o çocuk için kurulmadıysa, niye var ki, biz niye varız ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aysuda Kölemen Arşivi