Aysuda Kölemen

Aysuda Kölemen

İkinin katları, neden evde oturmalı

Herkes uzman olmalı. Kendinizi ve çevrenizi eğitin. Ne uzmanı? Yok, hastalığın uzmanı değil. Tedbirlerin uzmanı.

Hikâye odur ki, bir alim, İran Şahı için satranç oyunu geliştirmiş. Karşılığında da oyunun ilk karesi için bir pirinç tanesi, ondan sonraki her kare için de bir öncekinin iki katı kadar pirinç tanesi istediğini söylemiş. Şah şaşkınlık ve memnuniyetle kabul etmiş. Sonra saymaya başlamış adamları.

Birinci kare 1, sonra 2, 4, 8, 16, 32... Bir dakika! 10. kareye geldiklerinde 1024 olmuş sayı, 20. kareye geldiklerinde 524 bin 288 olmuş. 32. kareye geldiklerinde ise 4 milyarı geçmiş. Ve nihayet 64. kareye vardıklarında, alime borçlu oldukları pirinç tanesi sayısının 18 kentilyon olduğunu görmüşler. Kentilyon ne? Bilmiyoruz çünkü hayatımızda kullanmadığımız kadar yüksek rakamlar bunlar. Milyar kere milyar demek kentilyon. Hayal edemiyoruz. Dünyada o kadar pirinç yok. Buna geometrik artış diyoruz. Bir şey sürekli ikiye katlanarak çoğalıyorsa mesela, ne kadar hızla çoğalacağını hayal etmekte insan zihni zorlanıyor. Matematik bilenler bunu "biliyor" ama idrak etmek yine de zor. Psikologlar bu nedenle bazı meseleleri insanlara anlatmanın zor olduğunu görüyorlar. Örtmenim, matematik gerçek hayatta bu işe yarıyor.

Korona virüsü geometrik olarak yayılıyor. Bunu artık biliyoruz. (Grip mesela bir mevsime yayılıyormuş, büyük bir artış yaşanmadan.) Neyse ki hasta miktarı her gün ikiye katlanmıyor. İkiye katlanma hızı bazı yerlerde üç gün, bazı yerlerde altıya kadar çıkıyor. Bazen iki güne düştüğü de söyleniyor. Şimdi pirinç örneğini düşünün. İkiye katlanma hızının iki gün olması ile altı gün olması arasındaki farkı hayal etmeye çalışın. Edemiyoruz ama çok çok büyük bir fark bu. Bir kişi hastalansa ve 33 defa bu rakam ikiye katlansa, tüm dünya hasta oluyor. Bu ikiye katlanma iki günde bir gerçekleşiyorsa başka, 6 günde bir ise bambaşka bir sonuç çıkıyor. Çok sıkı müdahale ile bunu daha da yavaşlatırsak, tamamen başka bir sonuç. Hastanelerde birkaç yüz hasta ile bütün ülkenin kapanması arasındaki fark bu.

Diyelim ki yavaşlatamadık. Ne olur? Çin’de olanları çok ciddiye alamadık. Uzak geldi, hastalığın merkezi idi, müdahalede geç kaldılar, Çin’in sağlık sistemi o kadar iyi değildir diye düşünüldü, vs. Ama belki de asıl önemlisi Çin’de salgının doruğunda neler olduğunu tam olarak öğrenemedik. Kapalı bir sistem çünkü. Ama sonra İtalya’yı vurdu. İtalyanlar önce tedbir aldılar. Sonra turizmi baltalar diye korkup, önlemleri gevşettiler. Milan durmuyor dediler halka. Ve 2 hafta sonra İtalyan doktorlar bize Çin’de duymadıklarımızı anlattılar. Rakamlar, istatistikler, ölüm oranları, vs. değil. Onları Çin’de öğrenmiştik. Bize bir hikâye anlattılar, resmettiler. Bir trajedi. Hem de dibimizde, Avrupa’da. Ve bu hafta, bu hikâyeyi duyduktan sonra, Avrupa ülkeleri kendilerinin de aynı İtalya gibi olduğunu, sadece satranç tahtasında bir kaç kare geride olduklarını görüp, korktular.

İtalyanlar ne anlattı ve çıkan sonuç ne? Herkes hayatına aşağı yukarı normal devam ettiği için, salgın hızla yayıldı, yavaşlatılamadı. Hastaneler hazırlık yapıp beklediler. Sonra bir gün, birden hastalar akın etti. Önce başa çıkabildiler. Ancak bir noktada yoğun bakım üniteleri doldu. Ve o noktada trajedi dediğim ve Batılı, barış zamanında yetişmiş birinin hayal edemediği bir şey yapmak zorunda kaldılar. Savaş zamanı protokolüne geçerek, kimin hayatının kurtarılması öncelikli karar vermeleri gerekti. Bu sırada kalp krizi geçiren, kaza yapan, grip olan diğer hastalar da gelmeye devam ediyordu. Ve doktorlar odalardan taşmış hastalara bakıp, hangisi tedavi edilirse daha fazla yaşar, kimin iyileşme ihtimali daha fazla gibi kriterlere göre, hastaları tedavi etmeye başladılar. Kim yaşayacak, kim ölecek karar verdiler. Hekimlere bunu yaşatma hakkı yoktu İtalyan devletinin, yaşıyorlar. Wuhan’da olduğu gibi, yeterli ünite olsa yaşayacak hastalar kaybedildi. Emekli sağlık personeli göreve çağrıldı. Hastalıktan ölüm oranları Lombardi’de bu nedenle yüksek. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birinin en zengin bölgesinde bu trajedi yaşanıyor. Ve tüm ülkede acil ve radikal önlemler alındı nihayet. Çok geç kalınmıştı belli ki. İtalya’da hayat durdu. Gerekmiyorsa evden çıkılmıyor. Bütün ülke kapandı, şehirler, sokaklar bomboş. Başlangıçta daha makul tedbirlerle bunlar engellenebilirdi gibi görünüyor. Salgın yavaşlatılsaydı, hastalık yavaş yayılacak, hastaneler herkese bakabilecek ve diyelim ki bir sene içinde neredeyse herkes hastalansa da bu korkunç durum yaşanmayacaktı. Yani satranç tahtası gibi yükselen eğriyi düzleştirip, salgın hızı yavaşlatılabilirdi. Nasıl?

O zaman da sosyal mesafelenme kavramının ne kadar önemli olduğunu anlatan uzmanları duymaya başladık. İtalya’nın düştüğü hataya düşmemeliydi diğer ülkeler. Sorun şu idi. Devletin insanların birbirlerinden uzak durmasını sağlaması gerekiyordu. Ancak bizim dünyamız birbirimizle olmak üstüne kurulu. Beraber okullara gidiyor, beraber yaşıyor, beraber çalışıyoruz. Kocaman marketlerde, AVM’lerde alışveriş ediyor, onların merkezi havalandırmalarından binlerce kişinin soluğunu içimize çekiyoruz (o nedenle çocuğumu AVM’ye götürmeden büyüttüm, hastane ve toplu taşımadan sonra en kolay mikrop dağılan yerler sanırım), dokundukları yüzeylere dokunuyoruz. İtalyanlar barlara ve kafelere gitmeye devam etmiş. Biz de yapıyoruz. Ama bu salgında bunları yapmayı bırakmamız lazım. İyi de nasıl? Ben ders vermeye gitmek zorundaydım ve bunun için de tıklım tıklım toplu taşımaya binmeliydim, söz verdiğim konuşmalar vardı, katılacağım toplantılar, kongreler vardı. Hepsine katıldım, kalabalık salonlarda. Hayat devam ederken kendimizi çekemeyiz birey olarak, bunun maliyeti yüksek, bazen mümkün dahi değil. İşe gitmiyorum diyemeyiz. Çocuklar okula gönderilmek zorunda. Devlet burada devreye giriyor. Bir ülkede, bölgede salgın başladıysa aşama aşama insanların birbirinden mesafelenme alması için tedbirler gerekiyormuş. Kısa zamanda bunu öğrendik. Salgın gelmeden sadece elimizi yıkayıp, öpüşmemek gerekirken, başlayınca evde oturmak en doğrusu. O nedenle devletler okulları kapatmaya, spor müsabakalarını seyircisiz oynatmaya, kongre, konser, büyük toplantıları yasaklamaya, insanları evde oturmaya davet etmeye başladı bu hafta. Türkiye bu işte erken davrandı çünkü biz daha ilk karelerdeyiz. Oysa Fransa, İspanya’da salgın çok ilerledi ve daha yeni alıyorlar bu tedbirleri.

Neden daha önce yapılmadı? Çünkü kolay değil. Ekonomi sarsılacak. Bu önemsiz değil. Bazı sektörler çökecek, geçici olsa da, bazı sektörler küçülecek, bazı insanlar işlerini kaybedecek, günü gününe kazanıp harcayan dar gelirliler çok kötü etkilenecek, yiyecek alacak para bulamayacak, okullar tatil edilince çocuklara kim bakacak evde kalıp, iki ebeveyn de çalışıyorsa bilmiyoruz. Bunlar anlamsız kaygılar değil, çok ciddi meseleler. Ekonomimiz sürekli tüketim üzerine dönüyor. Sürekli bu modelin yanlış olduğunu söyleyenler haklı. Başka bir ekonomik model, tüketime dayanmayan bir refah ekonomisi mümkün ama zenginler için karlı değil. Ancak elimizdeki ekonomi bu şu anda, onu aniden durdurmanın insani sonuçları ağır. Amerika’da insanlara hastalanınca işe gitmeyin dahi diyemiyorlar. Pek çok işçi hasta olup işe gitmeyince maaşı kesiliyor, hatta işten atılma tehlikesi olabiliyor. O nedenle hastalanınca da işe gidiyorlar. Sadece New York şehrinde yüz binin üzerinde çocuk evsiz olduğu için okulları tatil etmek çok zor. Okul o çocuklar için gündüz kalabilecekleri bir yer. Çocuklar aç ve okulda yemek yiyorlar. Bazıları için bu günün tek öğünü. Bu sorunlar Avrupa’da daha az. Sosyal devlet salgın anlarında o kadar değerli ki. Ama Amerika bu hafta kapitalizme biraz es veriyor. Kira ödeyemeyenler, evlerinden çıkarılmıyor bazı şehirlerde. Bu hafta durduruldu. Evsiz kalıp, hastalık yaymasınlar diye. Fatura ödeyemediği için suyu kesilenlerin suyu açılıyor bazı belediyelerde, sokağa çıkıp hastalık yaymasınlar diye. Paralı hastalık izni herkese verilsin denilmeye başlandı. Korona testleri sigortalılara ücretsiz oldu. (Sigortasızlar konusunu bilmiyorum.) Demek ki istenirse oluyormuş. İtalya ev kredisi ödemelerini dondurdu. Japonya okul kapanınca işe gidemeyen ebeveynlere sabit bir maaş veriyormuş. Bu gibi önlemler her yerde görülmeye başlandı.

Bir uzman Twitter’da herkese sesleniyor. Bugün hepiniz uzmansınız, diyor. Herkes uzman olmalı. Kendinizi ve çevrenizi eğitin. Ne uzmanı? Yok, hastalığın uzmanı değil. Tedbirlerin uzmanı. El yıkama ve yıkatma mesela. Yüzeyleri temiz tutma. İnsanları evde tutma. Sosyal mesafelenme. Sokağa gereksizce çıkan her insan, kendisi sağlıklı olsa da salgını hızlandırma potansiyeli taşıyor. Tek çare birbirimizden uzak durmak salgın başladığı andan itibaren. Türkiye okulları kapatarak, kongreleri durdurarak erken ve iyi önlem aldı. Bu çok iyi oldu. Şimdi halk nasıl davranacak, önemli olan bu.

Bu bir tatil değil. Bu bir eve kapanma seferberliği. Gerekmedikçe evden çıkmayın. Biliyorum, ailenizle bu kadar vakit geçirmektense hastanelik olmayı tercih edenleriniz var. Ama mesele siz değilsiniz, biziz, hepimiziz. Mesele sağlığı iyi olmadığı için hastaneleri dolduracak olanlar. Hepimiz onlar için yürüyen, virüs taşıyan bombalarız. Bu sefer hep beraber hareket etmemiz gerekiyor. Bireysellik bu sorunu çözemiyor. Birbirimiz için tedbir almalıyız. Halen daha tuvalet kâğıdı depolamaya gerek yok, paniğe hiç gerek yok. Ama mümkün olduğunca evde oturun. Gezmeyin. AVM’lere gitmeyin. Evinizde ibadet edin. Taraftar grubunuzla buluşmayın. Kafelere, kahvelere gitmeyin. Arkadaşlarla buluşmayın. Asosyal olun. Çevrenizdekileri de asosyalliğe ikna edin. Sosyal medya bugünler için.

Eliniz sık sık ve uzun uzun sabunlanmaktan kuruyor, değil mi? Benimki kurudu. Bu iyi bir işaret. Doğru olanı yapıyorsunuz. Elinizi yüzünüze götürmemeyi öğreniyorsunuz, değil mi?

Orada kalmayın. Yaşlı, sağlık problemi olan komşularınızı, aile üyelerinizi de koruyun. Onların alışverişini siz yapın. Onlar için sokağa çıkmak daha tehlikeli, hastalığı çok ağır geçirebiliyorlar. Tanışmıyor musunuz? Kapılarını çalın, apartmana yazı asın. Sağlığınız iyi değilse, size market alışverişinizde yardım edeceğim, deyin. "Birlik ve beraberliğe bu en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde", bu sefer gerçekten ihtiyaç var. Korkuda değil, dayanışmada birleşmeye ihtiyaç var.

Ama bir şey daha var. Edirne sınırında çocuklar var. Hastalar, ateşlenmişler, ishal olmuşlar. Ev, temiz su, yiyecek lazım. Yüreğinizde onlara da yer var, eminim. Yardıma ihtiyaçları var. Birlik ve beraberlik kapımızın önünde bitmiyor. Hapishanelerde şiddet içermeyen hafif suçlardan, fikir suçlarından yatan çok insan var. O koşullarda her salgına, hastalığa daha açıklar. Şart mı hapiste olmaları? Yüreğinizi onlara da açın. Çok gerekli işlerde çalıştıkları için, bütün ülke kapansa da işe gitmek zorunda olacaklar var. Çöpümüzü toplayacak çöpçüler, hastanede bizi iyileştirecek doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar, temizlikçiler, suyumuzun, elektriğimizin, internetimizin kesintisiz olmasını sağlayan teknisyenler, işçiler, mühendisler, evde çocuğunuzla uzaktan eğitim vermek için uğraşacak öğretmenler, marketleri tedarik edenler, açık tutanlar, tarlada yiyeceğimizi yetiştirenler, işleyenler, taşıyanlar. Onlar ve benzerleri olmadan hayat dönmüyor işte. Dönmüyor. Değerli işler bunlar, zaruri işler. Bu günlerde onların da kıymetini hatırlayın, emeğin, doymanın, sağlıklı olmanın, sevdiklerinizle olmanın önemini hatırlayın.

Bu salgın çok büyük sosyal, siyasi ve ekonomik dönüşümlere gebe bırakabilir dünyayı. Bu dönüşümler çok iyi de olabilir, kötü de. Ama bunu engellemek için şu anda bile delice uğraşan gruplar var. Onlar başarılı olursa (ki arkalarında para var), her şeyin statükoya dönmesi de çok mümkün. Ama biz iyiye doğru değişebiliriz, irademizi kullanarak. Tanımadığımız insanlar hastalanmasın diye evde otururken ve Çin’den o kadar da uzak olmadığımızı, birbirimize bağlarımızı anlarken, biz de dönüşebiliriz. Makarnaya zam yapanları, Trump’ın saçmalamasını boş verin bugün. Pek çok ülkede siyasi liderlerin böyle bir krizde halka güven verme, yönlendirme, bilgilendirme, manevi liderlik yapma işini becerememesini, gecikmesini bir kenara bırakın. İnsan kötülüğünün başka canlılarda eşi yok ama inanın insan iyiliğinin de eşi yok. Amerika’da bir üniversite bütün asistanları araştırmalarını bırakıp insanlara virüs testi yapmaya yönlendirdi. Biz bugün Türkçe bir rehber hazırlıyoruz uzaktan eğitim için. Bilim insanları ilaç geliştirmek için global bir ağ oluşturmuş, her bilgiyi paylaşıyorlarmış. Pek çok salgın uzmanı işlerine ara verip halkı bilgilendirmeye alışıyor harıl harıl. Kişisel çıkarları yok bu işlerden insanların. Siz bu dayanışmayı düşünün. Bugün dayanışma günü. Benim ne katkım olabilir diye sorun. Bu duvarlardan zıplayan bir ufaklıkla evde kalıp bunalmaksa, hiç de az bir katkı değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aysuda Kölemen Arşivi