Bir yoldaşı beklemek...

Yıllar sonra, çok sonra, sen içindeki kötülüğü dindirmeye uğraşırken, etrafının kötülükle tamamen çevrildiğini anlayacaktın…

Sana ‘’Ne iyi insan’’, dediklerinde ürkerdin; hep derinden ürkerdin…

O anda iyiliğini değil, içinde çok iyi tanıdığını sandığın halde seni her defasında şaşırtan kötülüğünü hissederdin…

Lanetlenmiş hastalıklarını saklayan hastalar gibi, hiç olmamış bir geçmişe özlem duyarken yakalardın kendini…

Hiç olmamış bir geçmiş. Sen yani… Kötülüğünü her hissedişte, kendini hep geçmişine, dağılıp yok edilmesi an meselesi olan, o savunmasız geçmişine sürgün gönderirdin…

Çünkü sende her şey bir bütündü… Bugün, içinden uyanıp seni kıskıvrak yakalayan kötülüğün, aslında o çok eskiye, geçmişine bağlıydı kopmaz bir şekilde…

Sen birine bir haksızlık, bir acımasızlık yaptığında bu kötülük sadece o ana değil, bütün geçmişine, çocukluğuna, hayata ilk hazırlanışa yayılırdı…

İyiliğin de böyleydi: O kimselerin göremediği inceliklerin, düşünüşlerin, hatırlayışların, gidip vehimli dalgalarla boğuşan çocukluğuna bir son dakika annesi olurdu… Gelecek günlerin dehşetinden büyülendiği için bütün iddialarından soyunmuş bir melek anne olurdu…

Rakip değildi içindeki sonsuz iyilik özlemi, içindeki kötülüğe; geceler boyu başucunda beklerdi ürküntüsünü gizleyerek… İnceliğin öksüz kalırdı, üşürdü, anlaşılmaz olurdu içindeki son dakika annesi; her şeyi ihtimal eder, iç dünyan daha fazla yaralanmasın diye kötülüğünü dindirmeye çalışırdı…

Kötülüğüne çok eski bir diyeti öderdin sen… Hayatla henüz bu denli kıyasıya yüzleşmemişken ve karşılaştığın herkese karşı günahsızlığınla övünürken gizlenmiş bir suçu kanatırdın…

Masumiyetinin hazzını sorgusuz ve bencilce yaşarken, onu anlamak için kötülüğüne yer açardın aslında…

Yıllar sonra, çok sonra, sen içindeki kötülüğü dindirmeye uğraşırken, etrafının kötülükle tamamen çevrildiğini anlayacaktın…

İçindeki iyilikle, incelikle, sonsuz hatırlayışla asla yatışmayan, aksine seni bütün iyiliklerinden kopartmak, sadece kötülüklerinle baş başa bırakmak isteyen ve seni içindeki boşluğa çektikçe güçlenen bir kötülük…

Çünkü bu kötülük dışarıda, büyük bir dikkatle ve asla dalgınlığa düşmeden beklerdi seni…

İşin acısı, sen bu büyük ve ödünsüz kötülükle bile ortak bir dil kurabileceğini sanırdın…

Oysa, içindeki kötülüğü yatıştırıp uyuttuktan sonra, ayakuçlarına basıp odadan dışarı çıkarken yakalardı o seni… Korunmasızken… Suçüstü!..

Çocukluğuna bağlanan, o masumlukla lekelenmiş suç zinciri apansız aydınlanırdı…

Bu yüzden seni yaralamak isteyen birinin, varlığına kopmaz bağlarla bağlanan bu zinciri hırs ve nefretle çekmesi yeterdi aslında…

Seni yaralamak isteyen, bütün geçmişin ve özlediğin her şeyi bir anda elinden söküp alma imkanına sahipti böylelikle…

Dışarıda beklerdi seni o büyük, o asıl kötülük, kendine o güçbela duyduğun saygıyı tamamen yitirmen için… İçinde bulaşıcı, zehirli ve sana ait olmayan bir bunalım yaratmak için beklerdi…

İçindeki iyilikle kötülük aynı değerde olsun, umudun umutsuzluğunla aynı duyguyu hissettirsin sana, diye beklerdi.

Bunu bilirdin, anlardın bu oyuna düşmeni beklediklerini ve onlara inat oynardın kendine ve onlara bu oyunu…

Umutsuzluğa düştüğünde sevinmiş gibi yapardın…

Dışındaki kötülük içindeki iyiliği teslim aldığında, kendini doğrulanmış gibi gösterirdin…

Hayal ettiğin, büyük bir özlemle beklediğin şeyler avuçlarından yere, o anlamsız boşluğa paramparça kırılıp döküldüğünde, garip, hastalıklı, umutsuz bir neşeyle sevinmiş gibi gösterirdin kendini…

Seni kendini örselerken görenler, bundan büyük bir keyif aldığını sanırlardı…

Hayatına giren herkesi öykü malzemesi yapıyor gibi görünürdün; sanki o insanların senin için hiçbir önemi yokmuş, aynı değerdeymiş gibi, hemen hepsini bu sahipsiz öykünün, içi boş, saçma ama ilginç; hiçbir dramı olmayan ama heyecan verici kahramanlarıymış gibi anlatıp dururdun.

Seni göründüğün gibi yargılamaya hazır olanlara sanki hiçbir sırrın yokmuş gibi yapardın…

Onlara zamanı aldatıyormuş, sanki hiçbir insan, hiçbir olay sende derin ve kalıcı bir iz bırakmıyor; her şey içinde gelgeç bir serüven duygusu uyandırıyormuş gibi anlatırdın yaşadığın her şeyi…

Seni hemen yargılamaya hazır olanlar, yani o günlük bilincin tutsağı olanlar seni hemen yadırgasın ve senden uzaklaşsın istermiş gibi yapardın…

İşlerini kolaylaştırdın onların…

Çünkü dışındaki o amansız, o büyük kötülüğü birlikte aşıp geçebilmek için; senin bütün bunları neden yaptığını bilen, anlaşılmayacağını umarak, yıllardır içinde gizlediğin o kutsal karmaşayı koşulsuz kabullenen gerçek dostunu, yoldaşını beklerdin yaralı ve kırılgan bir umutla…

Sana, ‘’Ne iyi bir insan’’ dediklerinde, ürkerdin, hep derinden ürkerdin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cezmi Ersoz Arşivi