Kimin özgürlüğünü savunsan ölmemi istiyor

Ve bu kan bana işte o zamanı hatırlatır: 'sevginden hiç korkmasaydım ve yorulmasaydı kanatlarım hayallerinden, savunduğum her özgürlük hayatıma kefil olurdu'.

Biliyorum, bütün bu yaptıklarımın ve hissettiklerimin yaşamak olmadığını biliyorum. Bu dünyanın kurallarını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi de biliyorum.

Bütün gece kitap okuyorum ve okuduğum her kitapla, olmayan mutluluğum biraz daha kararıyor. Ve sonra hep kendime soruyorum, ‘’ Ben bu kitapları nasıl okuyorum da bu çözümsüz bir tuzak olan aynalar labirentinde kendimi hep eksik, hep yetersiz, hep anlamsız görüyorum diye…

Sanki kendimden ve bütün yakınlarımdan öç almak için okuyorum onca kitabı ve ruhum önce yıkanıyor, sonra coşkulu bir rüzgarla şişiyor, hız alıyor, sonra nasılsa kesiliyor rüzgar ve birden ben hiç yol almadığımı anlıyorum, hiç gelişmediğimi, hiç değişmediğimi, gece boyu karanlık bir denizde hep kendi etrafımda döndüğümü anlıyorum.

Birkaç yakamozun, bir iki oyuncu yıldızın, kim bilir ne zaman batmış batık teknelerin gözümü aldığını, benimle, yeni yetme bu ruhla bir zaman oyunu, bir hayat oyunu oynadığını hissediyorum… Garip, ürkütücü bir oyun…

Çünkü kurallarını asla öğrenemediğim bu dünyada kimin özgürlüğünü savunsam, benim ölmemi istiyor.

İnsanlar birbirlerini yok etmesinler diye aralarına girerken delirdiğim söyleniyor bana…

Haklı olmalarından korkuyorum, çünkü kavgaları ayırırken gözüme gelen ışıklar bile alay ediyor sanki benimle. Ben kavgaları ayırırken manzaralar bile çerçevelerinden dışarı akıyor.

Renkler çirkin gülüşlerle birbirine karışıyor. Kendi halinde yaşadığını sandığım onca ruh, onca gövde tanınmaz halde çıkıyor karşıma.

Birikmiş onca şiddet ayaklarımı kesiyor yerden. Ruhların ve gövdelerin birbirlerini acımasızca yırtıp kanatmasının bir kader olduğu öğretiliyor bana, ürkütücü bir tehditle.

Sanki bana o an, o sırada dünyaya gelmişim ve buradaki kurallardan hiçbir haberim yokmuş gibi davranılıyor…

Bu dünyadaki geçerli aklını yitirmiş o çok yaşlı insanlara dedikleri gibi, sırtımdan hafifçe iterek, ‘’Hadi sen evine git, buralarda, oyalanma’’ diyorlar sonra da bana…

Buralarda oyalanma, demek, bizim dünyamızda, kurallarını bizlerin, yani ruhlarını ve gövdelerini acıtarak ve kanatarak yırtmaktan zevk alanların dünyasında oyalanma anlamına geliyor…

Kuralları değiştiremediğim için genç yaşımda aklını yitirmiş, işe yaramaz bir yaşlı gibi evime dönerken beni bunca hayat acemisi kılan şeyin kötülüklerim olduğunu hissediyorum ve onlarla hesaplaşmak istiyorum bir kez daha…

Terk edilmiş, ama bu dünyada yaşayan herkesin bir katil heyecanıyla ömründe mutlaka birkaç kez uğradığı o istasyona gidiyorum ben de…

Ve kendi kötülük trenimi bekliyorum, bir katil heyecanıyla.

Kurbanlarımı ve cinayetlerimin bütün ipuçlarını görmek istiyorum…

Simsiyah, sonu gelmeyen, umutsuz bir tren geçiyor hızla önümden…

Bir tek pencere arıyorum.

Bir tek…

İyilikle aydınlansın camı.

Bir tek pencere olsun ve haykırsın istiyorum, ‘’bu dünyada yaşamak için katil olmak gerekmez’’ diye…

Bir tek pencere sevinçle fısıldasın, ‘’bu dünyada yaşamak anlamlı ve güzel bir şeydir’’, diye…

Biliyor musun böyle bir pencere olsa, o pencerenin arkasında mutlaka senin hayalin olur, senin iyilik dolu yüzün, özlemin olur.

Ve belki ben yine de bu pencerenin ardına geçip seni oradakilere, yani başkalarına kötülerim.

Çünkü çoğu kez ürkütür sevgin beni, çünkü hayallerimin kanatları yorulur, çünkü kalbim korkar sevginin büyüklüğünden.

Sonra kötülüğümün treni çekip gider.

Sana olan sevgim parmağımla sıkıca bastırdığım damarımdaki kesikten akan kan gibi akmaya başlar sonra…

O masum, o çocuksu, o kural tanımaz kanımla birlikte akar sana olan sevgim…

Senin hakkında ne kadar konuşursam konuşayım hep son sözü parmağımı kaldırdığımda akan kan söyler…

Senden ne kadar çok kurtulmak istersem isteyeyim, seni sevmek bu dünyanın kurallarına göre akıldışı ve ümitsiz bir şeydir, ama bu akıldışılık ve ümitsizlik bağlar beni bu hayata, yabancım olan hayata…

Bu dünyanın sahibi olduklarını sananların hiç tatmadıkları o coşku ve yaşam sevgisini bu yabancılık tattırır bana…

Ben ne zaman yorulsam sevginden ve kötülük treni ne zaman geçse önümden, seni hep başkalarına kötülerim.

Ama tren gidince, herkes gidince seni, bir tek seni sevdiğimi ve bu yabancısı olduğum hayatta emin olduğum tek şeyin sana duyduğum bu sevgi olduğunu anlarım…

Damarlarımdaki kesiğe sıkıca bastırdığım parmağımı kaldırdığımda akan o masum, o kural tanımaz, o bereketli kanım söyler bunu bana…

Ve bu kan bana işte o zamanı hatırlatır: ‘’ sevginden hiç korkmasaydım ve yorulmasaydı kanatlarım hayallerinden, savunduğum her özgürlük hayatıma kefil olurdu’’.

Ve bu hayattaki emin olduğum tek şeye, sevgine gerçekten bağlanabilseydim kendimden bu kadar uzakta yaşamazdım.

Sevgine dürüst olsaydım, kendimi hem bu kadar yalnız ve uzakta bırakıp, hem de acımasız emirler yağdıran kötü bir tanrı gibi davranmazdım kendime.

Seni korkmadan, ürkmeden, bütün bilinmezliklerinle sevseydin, benim için ne bu hayat, ne de kuralları böylesine önemli olmazdı.

Özleminle sevgini aynı anda yaşardım.

İçimdeki sevgini anlayabilseydim işte o zaman okuduğum bütün kitaplar beni kendimle buluştururdu…

Ve durmaksızın geleceğine aşık olurdum…

Durmaksızın geleceğime…

Sana bu dünyadaki yabancılığıma hep aşık olurdum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi