Sahtekâr darbe karşıtları

AKP ve sözcüleri 27 Mayıs’a darbe diyorlar ama sonra bu darbenin temel ürünlerine, hatta muhtemelen darbenin yapılış nedenleri olan MGK’ya ve DİB’e, en çok onlar sahip çıkıyorlar.

AKP ve Erdoğan 20 Temmuz 2016 tarihinde açık bir sivil darbe başlattılar, bu darbe, girişimi de demiyorum artık çünkü "başarılı" bir biçimde hayata geçti, dün de, 4 Haziran 2020 Perşembe, bu "başarılı darbe" süreci TBMM’de bir büyük tık daha ileri hamle yaptı.

En çok güldüğüm de ısrarla AB standartlarında bir hukuk devleti isteyen bizlere AKP sözcülerinin "darbeci" diye bağırabilme cüreti; oysa kendileri "darbecilerin" kralları.

Dün (4 Haziran Perşembe) yaşanan çok çirkin duruma (TBMM) önümüzdeki hafta somut, kişisel ve sübjektif naçiz öneriler de getirerek gireceğim ama bugün yine AKP’nin hukuk darbesi girişimi konusuna somut örnekler vereceğim.

Geçtiğimiz hafta 27 Mayıs’ın altmışıncı (60.) yıl dönümü idi ve anlaşılır nedenlerden çok tartışıldı.

AKP sözcüleri 27 Mayıs sürecini kısmen haklı olarak eleştirirlerken hep "darbe" konusunu öne çıkardılar.

Maalesef AKP karşıtları da bu suçlamalara kanımca doğru yanıtlar üretemediler.

Darbeler, askeri ya da sivil, ya mevcut iktidarı göndermek, yerlerine iktidara gelmek (27 Mayıs) ya da kendi iktidarlarını hukuk dışı yöntemlerle sürdürmek (20 Temmuz) için yapılır.

Ama, sadece de bunlar için yapılmaz darbeler.

Darbelerin çok belirleyici bir amacı da darbecilerin kendi siyasi çıkarları doğrultusunda kurumsal-anayasal değişiklikler yapmaktır.

27 Mayıs darbecileri 1961 Anayasasını ve bu Anayasada vücud bulan kurumları getirdiler, 20 Temmuz darbecileri de amorf (şekilsiz) bir başkanlık, Cumhurbaşkanlığı Hükümeti sistemi getirdiler.

Bugün konum 27 Mayıs’a "darbe" diyen (haklılar) AKP çizgisinin çifte standart kullanımı ve hatta sahtekârlığı.

Neden?

27 Mayıs’ın üzerinden altmış (60) sene geçti, Anayasa 1982 senesinde tamamen değişti ama mevcut hukuk sistemimizin içinde 27 Mayıs’ın getirdiği iki anayasal kurum kaldı.

Milli Güvenlik Kurulu ve Diyanet İşleri Başkanlığı.

Milli Güvenlik Kurulu sıfırdan 1961 Anayasası ile hukuk sistemimize dahil oldu, Diyanet İşleri Başkanlığı ise sadece bir kanun iken 1961 Anayasası ile anayasal bir kurum oldu.

1980 12 Eylül darbesi ve 1982 Kenan Evren Anayasası da bu iki kuruma dokunmak bir yana, anayasal konumlarını çok daha güçlendirdiler.

Peki, AKP ve Erdoğan’ın 27 Mayıs darbesi ürünü bu iki anayasal kurum karşısında pozisyonları nedir?

Bugün Erdoğan ve AKP sözcüleri MGK’ya da, Diyanet İşleri Başkanlığına da asla söz söyletmiyorlar, bu kurumların gerçek bir demokratik hukuk devletinde olmaları konuma çekilmelerine, anayasal statülerinden çıkarılmalarına çok karşılar, bu konunun tartışılmasından bile rahatsızlar. (SPK 89’u değiştirmiyorlar)

Ama 27 Mayıs darbesine de karşılar.

Aradan geçen altmış sene sonra şunu biraz da doğru bir genelleme yaparak söyleyebilirim: 27 Mayıs darbesi aslında Milli Güvenlik Kurulunu anayasal bir kurum olarak ihdas ederek askeri siyasi sürecin bir parçası yapmak idi, başardılar; Diyanet’i de yine anayasal bir kurum haline getirerek çok daha sivil bir kurum olması gereken dini devletleştirdiler, siyasilerin yönetimine geçirdiler, durum da bugün budur.

AKP ve sözcüleri 27 Mayıs’a darbe diyorlar ama sonra bu darbenin temel ürünlerine, hatta muhtemelen darbenin yapılış nedenleri olan MGK’ya ve DİB’e, en çok onlar sahip çıkıyorlar.

Sahtekârlık dediğim işte tam da budur. 

MGK ve DİB Anayasada kaldığı sürece 27 Mayıs askeri darbesi de taş gibi ayaktadır.

20 Temmuz sivil darbesi de zaten dörtnala ilerlemesini sürdürmektedir.

Yazıyı uzatmak istemiyorum ama hem 12 Eylül askeri darbesine karşı çık hem de YÖK’ün yanında, arkasında, içinde, her yerinde ol, bu da ayrı bir sahtekârlıktır çünkü YÖK de 12 Eylül askeri darbesinin en has kurumudur.    

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi