ABD için Kürtlerin ulusal birliği ne anlama geliyor, tarafların beklentileri ve itirazları nelerdir?

Tartışmasız olarak bilinen bir gerçek var ki, bir denklemin hem kurucusu hem de yönetici ABD ise bu denklem her zaman Amerikan pragmatizmine göre eğilip bükülmeye adaydır.

Son zamanlarda Suriye sahasından doğru en fazla konuşulan konulardan biri, ABD ve Fransa’nın çabalarıyla "Kürtlerin ulusal birliği" konusunda sağlanan mutabakattır. Özellikle Suriye halkını açlıkla sınayan "Sezar Yasası" isimli kuşatmanın uygulama aşamasında bu birliğin sağlanmasından dolayı kendi başarısıyla övünen ABD’nin (ve müttefikleri) neyi hedeflediği fazla tartışılmadı. Kürtlerin ulusal birliğine dönük farklı yaklaşımlar (aslında beklentiler) var. Birincisine göre; eğer birlik sağlanır ve siyasi muhataplık tek merkeze indirgenirse, o zaman kalıcı kazanımlar elde etmek mümkün olacaktır. Aksi takdirde bu parçalılık Kürtler için ciddi tehditler barındıracaktır. Bu yaklaşım, bir tarafın diğer tarafı hiçbir şekilde tasfiye etmeyeceği bir birlik beklentisine dayanıyor. Ama herhangi bir tasfiye söz konusu olması halinde, sağlanacak bu birliğin, parçalılıktan daha fazla tehlike barındıracağı öngörüsünü barındırıyor… 

Diğer tarafta ise Kürtlerin birliğinin sağlanmasının tek koşulunu "PYD'nin Kandil’le arasına mesafe koymasına" bağlayan anlayış mevcuttur. Daha açık bir deyimle, "PYD’yi PYD yapan kadroların tasfiyesini" koşul olarak ortaya koyan ve ABD’nin uzun zamandır "Amerikancı Kürtlerin potasında diğer Kürt partilerini eritme" çabasına güvenen bir taraf var ve oldukça heyecanlılar, çünkü son zamanlarda tam da bu bağlamda bir gelişme söz konusudur.

KÜRTLERİN BİRLİĞİ Mİ, TASFİYESİ Mİ?

Bu hafta başında Arap medyasında "ABD destekli SDG komutanı Mazlum Abdi’nin PKK’lileri tasfiye etmeye başladığı" bilgisi yer aldı. Bu bilginin kaynağı ise Kürt gazeteci yazar Hoşenk Ossi’dir. Kaynak olarak gösterilen Ossi’nin 4 Temmuz’da Facebook hesabından yaptığı paylaşıma göre örgütün önemli isimlerinden birisi, Suriye Demokratik Güçleri-SDG komutanı Mazlum Abdi (ya da Mazlum Kobani) tarafından Suriye’den çıkarıldı. Ossi’ye göre bu kişinin Suriye’den ‘kovulması’, "Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasıyla eşdeğer bir anlam ifade ediyor. Bu da Amerikalıların talebi üzerine PKK tasfiyesinin ilk adımını oluşturuyor." Hoşenk Ossi’nin aynı gün resmi Twitter hesabından yaptığı bir diğer paylaşıma göre de Amerikalılar Mazlum Abdi’ye, Suriye’den çıkarılmasını istedikleri 3 bin kişilik bir liste verdiler. Bu listede Suriyeli olmayan kadrolar yer alıyor. Ve Ossi’ye göre ABD, Suriye’de kalmak için bu listedeki isimlerin ülke dışına çıkarılmaları şartını ortaya koymuş. 

Hoşenk Ossi’nin bu paylaşımından sonra Arap medyasında, ABD tarafından da desteklenen "PKK’nin tasfiyesi şartının" sadece bir propagandadan ibaret olmadığı, bir yöneticinin Suriye topraklarının dışına çıkarılmasının da bunun önemli bir kanıtı" olduğu yazıldı ve "bunun da PYD'nin Kandil’le bağlantısını kesmesi yolunda büyük bir adım olarak nitelendirildiği" yönündeki yorumlara yer verildi. Aynı iddiayı yazar Amin el-Assi de; "PYD ve PKK: Ayrılmanın başlangıcı mı?" başlıklı yazısında dile getirdi. Kürt kaynakları tarafından bu bilgi henüz ne doğrulandı ne de reddedildi. Ancak tasfiye yönündeki bu ilk adımın kimi Kürt kesimlerinde büyük bir heyecan yaratması dikkat çekicidir. Örneğin yazar Hoşenk Ossi, bu hamlesinden dolayı SDG komutanını takdir ettiğini söylüyor. Keza yapılan yorumlar da bu yönde… 

Bu yüzden Kürtlerin birliğinden kimlerin ne anladığı ve ABD’den beklentilerin ne olduğu konusu önem kazanıyor. Aslında özellikle Türkiye ile dostane ilişki içinde olan KDP’nin Kürt birliği için bu yönde bir şartı öne sürdüğü biliniyor. Bu aynı zamanda Türkiye’nin de talebidir. Her iki tarafın Amerika’dan beklentileri bu yönde çünkü. Peki, bu konuda Amerika’nın heybesinde ne var? 

KÜRT BİRLİĞİNDEN ABD NASIL BİR ÇÖZÜM ÜRETMEK İSTİYOR VE HANGİ DENGELERİ GÖZETİYOR?

Hatırlanacağı üzere Trump aniden Suriye’den çekilme kararı vermişti, ama arkasından "Kürtleri korumak istediğini" söyledi ve çekilme işini yokuşa sürmeye başladı. Gerçi Kürtleri kime karşı korumak istediğini söylemedi ama "Erdoğan IŞİD’i yenmek istiyor, IŞİD’den geriye ne kaldıysa yere sermek istiyor" diyerek Fırat’ın doğusunda Türkiye’ye rol verdi. Bu süreçte Kürt temsiliyetinin Şam ile görüşme kanalları açıldığında ABD’lilerde "Kürtleri Rusya’nın yönettiği çözüm sürecine kaptırma" kaygısı oluştuğu yönünde yorumlar yapıldı. Bunun üzerine Trump aynı Kürt temsilcilerini Washington’a çağırdı. Burada Kürtlerin birlik kurmalarını dayattığı söylendi. O zamandan bu yana Kürtlerin birliği meselesiyle ABD’nin meşgul olduğu biliniyor. 

Biraz daha geriye gidelim; 2017 yılında Rus analist Alexander Dugin, "Kürtler ve Büyük Ortadoğu" isimli analizinde, Kürtlerin Suriye denkleminde önemli bir rol oynamakta olduklarını ve "kazanmak ya da kaybetmek" ikilemi içinde önlerinde iki jeopolitik seçenek durduğunu yazmıştı. Bu seçeneklerden biri ABD'nin vaat ettiği bağımsız bir ulus devleti kurmaktır. İkinci olası seçenek de ulus devleti yerine Kürt kimliğinde ısrar ederek özerk haklar elde etmektir. Dugin’e göre ilki ABD’nin formülüdür ve "kaybetme" seçeneğidir, ikincisi ise Rusya’nın Kürt dosyasında yer alan formüldür ve "kazanma" seçeneğini barındırıyor… 

Ama açıkça söylemek gerekirse, her iki güç, Türkiye’yi gözeterek formüller üretiyorlar. ABD’nin Kürt dosyası, Türkiye’nin talebi üzerine "PKK unsurlarının tasfiyesine" dayanıyor. Rusya’nın dosyasında da yine Türkiye’nin ikna olabileceği YPG’nin dolaylı "tasfiyesi" formülü var, ama aslında Kürt silahlı birliklerinin Rusların kurduğu 5. Kolorduya entegrasyonu söz konusuydu. Yıllar boyunca bu konuda her iki gücün Kürtlere kendi çözüm stratejisini kabul ettirme hamleleri oldu ve açıkçası sonuç alınmadığı her aşamada Kürtler adeta cezalandırıldılar. Afrin’de Zeytin Dalı operasyonu için Türkiye’ye yeşil ışık yakan Rusya idi. "Kürt Birliği ve PKK tasfiyesi" formülünü kabul ettirme konusunda bir ilerleme sağlayamayan ABD ise Fırat’ın doğusuna yönelik Barış Pınarı harekâtında Türkiye’ye yol verdi. Bu konuyu ele alan Al-Mayaden Moskova ofis müdürü Dima Nassif, bir analizinde ABD’nin Kürtlere neler vaat ettiğinden çok, Kürtler konusunda Türkiye’ye neler vaat ettiğini yazdı

Yazara göre; "ABD Türkiye’ye, Suriyeli Kürtlerin PKK ile ilişkilerini bitirmeleri ve Öcalan’ı kendilerine sembol lider olarak tanımayacakları konusunda garanti verdi. Türkiye’nin desteklediği Arap aşiretlere daha fazla yer verme ve müzakerelere dahil etme karşılığında da Türkiye’nin kuzey Suriye’deki Kürtlere yönelik saldırılarına son vermesini istedi. Bunun için ayrıca ABD, üç Kürt lider için ödül koydu." Hatırlanacağı üzere Kasım 2018'de ABD; PKK'nin 3 yöneticisi Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan'ın kimlik ya da yer tespitini mümkün kılacak bilgiler karşılığında toplam 12 milyon dolar para ödülü vermeyi kararlaştırdı.

Washington’un daha önce Kürt güçlerini birleştirmeye ve Suriye muhalefetine dahil etmeye çalıştığını, ancak Kürtlerin kazanımlarını koruma ve sürdürdükleri bağımsız duruş konusunda ısrar etmeleri nedeniyle bunu başaramadığını söyleyen Dima Nassif, geçtiğimiz Mayıs ayındaki bir analizinde de; "Kürtleri birleştirme çabasındaki Amerika’nın Suriye’deki özerk yönetiminden Kandille arasına mesafe koymasını istediği, bunun için Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik askeri operasyonuna izin vermekle tehdit ettiği" iddiasını gündeme taşıdı.  

Nassif’in bu tespitinden bir ay sonra, Kürtlerin birlik konusunda anlaşmaya vardıklarını duyurdukları gün, aynı iddiayı Kürt yazar Ali Temi de dile getirdi. Yazarın 16 Haziran tarihli "Kürt-Kürt müzakereleri başarısız olursa ne olacak?" başlıklı yazısında Erdoğan ve Trump’ın gerçekleştirdikleri telefon görüşmesinden günler sonra Türkiye’nin kuzey Irak’a yönelik "Pençe Kaplan" isimli geniş çaplı hava operasyonunu başlatmasına dikkat çekiyor. Bilindiği üzere Erdoğan-Trump görüşmesi 23 Mayıs’ta gerçekleşti. İletişim Başkanlığından görüşmeye dair; "Libya ve Suriye başta olmak üzere bölgesel gelişmeler ele alınmıştır" açıklaması yapıldı. 28 Mayıs’ta da, sınır ötesi Kararlılık Harekâtı'nın dördüncü aşaması olan "Pençe Kaplan" operasyonunun başladığı duyuruldu. Bu sırada ABD ve Fransa tarafından "Kürtlerin birliği" için müzakere süreci yürütülüyordu. Yazar Ali Temi, Trump-Erdoğan görüşmesinin ardından kuzey Irak operasyonunun başlamasının tesadüf olmadığını, görüşme ile ilgili yapılan açıklamanın asıl perde arkasına bakmak gerektiğini söylüyor. O’na göre müzakereler sürerken Kürtler anlaşamaz ve müzakereler başarısız olursa ABD, Türkiye’ye yeşil ışık yakacaktı. Ve operasyon için Türkiye’ye bu yeşil ışığı yaktı da... Bu ilkti ve ABD, Türkiye’ye daha fazla yol verebileceği tehdidiyle birliği sağladı."

KÜRTLERİN BİRLİĞİ: KİMİN FAYDASI İÇİN?

Tartışmasız olarak bilinen bir gerçek var ki, eğer bir denklemin hem kurucusu hem de yönetici ABD ise kimi kapsarsa kapsasın, bu denklem her zaman Amerikan pragmatizmine göre eğilip bükülmeye adaydır. Ve herkes ABD’nin uzun zamandır "rakiplerin birliği" formülüyle "Amerikancı Kürtlerin potasında diğer Kürt partilerini eritmek" istediğini bilir; aynı şekilde Rusya’nın da tersine Amerikancı Kürtleri daraltmak istediğini de… Çünkü her iki gücün Türkiye müttefikliğinin yanında bir de Kürt müttefikliğini taşımak istedikleri bilinmiyor değil. Rusya’nın bugüne kadarki bütün çabalarında, Türkiye’nin de ikna olabileceği bir Kürt çözümü oldu... Geçmişte Afrin sürecinde ve Fırat’ın doğusunda denendi. Türkiye’nin operasyonları öncesi denenen ama ABD’nin müdahalesiyle başarılamayan taktikler olarak kaldı bu tecrübeler...

Şimdi ABD, yanına Fransa’yı da alarak Kürtlerin birliğini oluşturma çabası içine girdi ve ilk turun "başarıyla tamamlandığı" ilan edildi. Bu "başarının" bölgede nasıl değerlendirildiğine baktığımızda, iki bakış açısının ağırlık kazandığını görürüz. Birincisi, geçmiş deneyimlerde de görüldüğü gibi ABD’nin anlık stratejilerinin her dönemecinde Kürtlerin yüzüstü bırakılabileceği ihtimalinin cepte tutulması gerektiği görüşü... İkincisi, ABD’nin terazisinde her zaman bir yanda Kürt müttefikliği, diğer yanda Türkiye ile müttefiklik vardır. ABD geleneksel pragmatizmi gereği, an gelir de terazisindeki dengeleri tartarsa, hangi kefenin daha ağır basacağı aşikârdır. Ve böyle bir denge tartılması söz konusu olduğunda Türkiye’nin müttefikliğine ağırlık verecektir yine; ama bu kez, diğer hizipleri hem Amerikancı hem de Türkiye müttefiki olan Kürtler üzerinden baskılayarak!... Arap medyasında, uzun bir aradan sonra ilk kez basın toplantısı düzenleyen Suriye Dışileri Bakanı Velid Muallim’in bu olasılığa dikkat çekmesine yer verildi. Muallim; "geçmişte hatalar yapılmış olabilir, bunlar düzeltilemez değil, ama ABD’nin çıkarına hareket eden Kürtlerin yine onları yüzüstü bırakabileceğini hesaba katmaları ve geçmişten dersler çıkarmaları gerekir" demişti. 

Aslında bu geçmiş, çok uzak değil. Ve yakın geçmişte Trump'ın "Kürtleri seviyorum" dedikten sonra, "Türkiye’yi önemsiyorum Erdoğan’la iyi anlaşıyorum" dediğini de hatırlayalım. Fakat Bolton'un Saray dedikodusunu aktardığı kitabından aynı Trump'ın Kürtleri sevmediğini öğreniyoruz. Bolton'a göre Trump şunları söylemiş: "Kürtleri sevmiyorum, Türklerden de kaçtılar, Iraklılardan da. Kaçmadıkları tek zaman etraflarına f-18’lerle güvenlik ağı ördüğümüz an oldu."

Bu tür tutarsızlıklar Trump’a ait olsa da, genel olarak ABD pragmatizminin Türkiye’nin müttefikliğine ve aynı zamanda Türkiye’nin onaylayacağı bir Kürt müttefikliğine ihtiyaç duyduğu biliniyor. Bu ihtiyaç üzerinden ABD yine şu anda Kürtlerin bir kısmını hem Amerikancı hem de Türkiye müttefiki olan Kürtler üzerinden baskılamak-etkisizleştirmek istiyor.

Başka ne istiyor? Türkiye’nin de onayını alacak şekilde "ayıklanan" Kürt birliğinin muhalif saflara dahil olmasını istiyor. Çünkü ENKS zaten başından itibaren İstanbul’da kurulan Suriye Ulusal Konseyi-SUK’un üyesidir. Bu koalisyonun adı daha sonra Suriye Ulusal Devrimci Muhalif Güçler Koalisyonu-SDMGK oldu ve ENKS yine bu oluşumun içindedir. ENKS ile PYNK'den 16 Haziran’da yapılan "Suriye'de Kürtler arasında uzlaşma sağlandı" ortak açıklamasının hemen ardından muhalif kesimlerde; "ABD Kürtleri rejime karşı bir savaşa sürükler mi? sorusu sorulmaya başlandı. Çünkü böyle bir beklenti var. Ancak bunun da her açıdan birçok sıkıntıyı içinde barındıran bir kurgu olduğunun altını çizmek gerekir. Çünkü ENKS’nin bileşeni olduğu SUK’un askeri gücünü -her ne kadar adı var kendi yok ise de- ÖSO oluşturuyor. Daha sonra cihatçı koalisyonuna dönüştürülen ve Suriye Milli Ordusu-SMO adı verilen bu cihatçı gruplar şu anda Türkiye adına her yerde savaşıyorlar ve bu savaşı Fırat’ın doğusuyla batısında Kürtlere karşı da yürütüyorlar. Yani içinde Kürtlerin de yer aldığı bir askeri güç yine Kürtlere karşı savaşıyor aslında… Bu bağlamda deniliyor ki, Suriye çatışmasının neredeyse zıt taraflarında duran iki Kürt grup var ve ABD bu iki tarafın birliğini sağlamaya çalışıyor. Gerçekte bunun nasıl mümkün olacağı bu açıdan tartışılıyor ve ilginçtir ki, bu tartışmayı yine ENKS’ye yakın olan Rudaw net yürütüyor. 

Rudaw, Lahey merkezli Clingendael Enstitüsü'nden Rena Netjes ile yaptığı röportajdan, Kürt birliğinin sağlanmasının zorluğuna dair olarak Netjes’in şu sözlerini yayımladı: "PYD'nin Esad karşıtı değil, Erdoğan karşıtı olduğunu söyleyebiliriz. ENKS ise anti Esat’çı ama Erdoğan karşıtı değil." Rudaw’ın Kürtler arasında anlaşmanın sağlandığının ilan edildiği gün Netjes’in röportajdan bu pasajı yayımlaması dikkat çekicidir.

Kimileri Kürtlerin birliğini "tarihi bir fırsat" olarak değerlendiriyor, kimileri bu iki zıt kutup arasında sahici bir birleşmenin mümkün olamayacağını söylüyor, kimileri ise Suriye sahasındaki PYD hâkimiyetinin kırılacağı umudunu taşıyor ve rakipleri için bir "uluslararası tasfiyenin başladığını "heyecanla" ilan ediyor… Öte yandan ABD’nin hem halkı açlığa mahkûm eden yaptırımları hem de gerçek muhataplarından bağımsız olarak ürettiği ve "rakiplerin birliğinden-rakiplerin tasfiyesine" dayanan formülü tartışılırken, Suriye sahasında savaş bütün özneler için ve tüm hızıyla devam ediyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi