Büyük risk!

Salgında yaşadıklarımız, ‘başka bir dünya’ talebini besleyecektir. Ama, yine ‘iyiliğimiz için’ yasaklama ve dijital takip önlemlerinin normalleştirilmesi riski de var.

Salgınla mücadele için, ülkelerde, sokağa çıkma ve seyahat yasakları, izolasyon, karantina, sosyal mesafe kuralları yanı sıra dijital teknolojileri de içeren görece farklı önlemler uygulandı... Güney Kore ve başka bazı ülkelerin başarısı etkin dijital takiple açıklandı. Çin, Singapur, İsrail ve bazı Avrupa ülkeleri telefonlara indirilen takip uygulamaları kullandı. Bütün bu yasaklar ve izlemeler, "salgınla mücadele önlemi" olarak görülse de… Sokağa çıkma kısıtlamalarını abartılı ve kasıtlı bulan; Big Brother’in kitlesel korkuları meşruiyet argümanına dönüştürme girişimine dikkat çeken analizler okuduk. 

Eyal Weizman (1), endişeli halkın, birkaç ay öncesine kadar hayal bile edilemeyeceği sanılan kısıtlama ve kontrol mekanizmalarının günlük hayata nüfuz etmesine izin verdiğini, "terörle savaşın sınırlarında, ‘kuraldışı bölgelerde’ denenen (şeylerin), şimdi, pandeminin sebep olduğu olağanüstü hâl koşullarında bir kez daha ufukta belirdiğini" yazdı.

İtalyan düşünür, siyaset bilimcisi Giorgio Agamben, işler iyice çığırından çıkmadan önceki günlere rastlayan ilk makalesinde (2) şöyle yazdı: "Bir kez daha gözler önüne serilen şey, istisna halini normal bir yönetim paradigması olarak kullanma eğiliminin artmasıdır. (Bu durum) gerçek bir militerleşme hali yaratmaktadır. (…) Terörizmin istisnai önlemler almaya bahane olarak kullanılma ihtimali tüketildiğinde, bir salgın icat etmenin her türlü kısıtlamanın ötesinde böylesi önlemleri genişletmeye ideal bir bahane olduğu pekâlâ söylenebilir."

Ülkesinde on binlerce kişi hayatını kaybettikten sonra da hâlâ aynı fikirde midir diye düşünürken ikinci makalesi geldi. (3) Aynı tonda yeni sorular sordu:

"Nasıl oldu da, sırf açıkça belirtilemeyen bir risk adına, sevdiklerimizin ve genel olarak insanların bir başına ölmesi gerektiğini, ölü bedenlerinin cenaze töreni olmaksızın yakılmasını kabul edebildik? Sırf açıkça belirtilemeyen bir risk adına, ülkenin tarihinde 2. Dünya Savaşı’nda bile gerçekleşmemiş bir şeyi, yani hareket özgürlüğümüzün kısıtlanmasını sorunsuz bir şekilde kabul ettik. (…) Bu durum, kendine has mekânsal ve zamansal sınırların ötesine geçip bir tür toplumsal davranış ilkesi haline gelirse içinden çıkılmaz çelişkilere düşeriz. (…) Olağanüstü hâl ilan eden yetkililer, mevcut olağanüstü hâl geçtiğinde aynı talimatları izlemeye devam etmek zorunda olduğumuzu ve ‘sosyal mesafelenme’ diye anılan durumun, toplumun yeni kurucu ilkesi olacağını bizlere anımsatmaktan geri durmuyorlar. Ne olursa olsun, ister dürüstçe ister kendimizi kandırarak boyun eğmeye rıza gösterdiğimiz bu durum geri çevrilemez. (…) Bir süredir, demokrasiyi tanımlayan kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmak suretiyle yürütme erkinin yerine de facto yasama erkini koyan olağanüstü hâl hükümlerinin birbiri ardı sıra kullanılmasına alıştırılmış durumdayız. Başbakanın ve sivil savunma başkanının sözlerinin doğrudan kanun hükmüne sahip olduğu izlenimi ediniyoruz, ki Führer için de böyle denirdi."

İtalyan düşünürün görüşleri, uyarıcı kapsamı nedeniyle de önemli olmakla birlikte; asıl özgürlük kısıtlamalarının "daimi bir olağanüstü hâle" dönüşmesi endişesi bakımından önem taşıyor. Dahasını düşünmek mümkün. Çünkü;

  1. Salgınlar sıklaşmaktadır. 
  2. Eğer, sivil toplumun baskısı yeterli olmazsa, devletler ve küresel kapitalist sistemin azgın hırsı, virüs bir kere ortaya çıkıp pandemiye dönüşmeden önce kaynağıyla mücadele etmek gibi akılcı bir yaklaşımın maliyetine katlanmayı önleyecektir.
  3. Dolayısıyla, "risk" gerekçesine dayandırılarak fiili salgın dönemlerine has kısıtlama önlemlerinin salgın aralıklarına yaygınlaştırılması tehlikesi vardır.

Durumun akla getirdiği bir başka şey… Virüsün üretildiği iddiaları doğrulanmamış ise de yıkıcı bir rekabet silahı olarak kullanılabileceği konusunda sunduğu kışkırtıcı deneyimdir. Bu deneyim, yamyam kapitalist liderlerin zihin dünyasının derinliklerine çekilmiş, ölümcül bir fikir olarak uyumaya bırakılmış olabilir.

***

Teknoloji tatbikatları da devletlere; aktif veya potansiyel bütün muhalif odakları izleme, fark etme, erken algılama konusundaki ısrarlı eğilimleri için önemli bir deneyim ve gerekçe sundu. İnternet güvenliği uzmanı sosyolog Antonio Casilli’nin görüşleri dikkat çekici. BBC Türkçe’den Çağıl Kasapoğlu’na açıklamalarında değerlendirmesi özetle şöyle:

"(Soru: Hükümetlerin kitlesel gözetleme sistemlerini uygulamak için bu tip krizlerden faydalandıklarını mı düşünüyorsunuz?) Evet, kesinlikle artık çok da gizli olmayan, kitlesel gözetim politikalarını uygulamaya çalışıyorlar. (…) Bunlar demokrasiye tehdit oluşturuyor. 

(Soru: Bazıları çıkıp "Ben gizliliğimden ödün vermeye hazırım, yeter ki devlet beni korusun" diyebiliyor. O zaman bu nasıl dengelenebilir?) Tam da bu nedenle insanlar gizliliklerine sahip çıkmalı. Gizlilik, yalnızca otoriter rejimlere karşı güçlü bir araç değil, aynı zamanda sağlığınızı da koruyan bir şey. Tıbbi sorunların, bilgilerin, hastalıkların teşhir edilmemesi hakkı vardır çünkü size karşı ayrımcılık amaçlı kullanılabilir. 

(Soru: İnsanlar kendilerini korumak için başkalarının verilerine de ihtiyaç duyuyor olabilir? Mesela nerede çıkmış, kimde çıkmış, böylece onlardan sakınmak isteyebilirler?) Bu, kitlesel gözetim sistemleri üretenlerin ana argümanı. ‘Bunu insanlar istiyor, bilgilerinin açığa çıkarılmasından memnunlar’ diyorlar. Facebook da bunu diyordu 10 yıl önce. Ama hayır. İnsanlar bilgilerinin, verilerinin açığa çıkmasından, paylaşılmasından memnun değil. Cambridge Analytica olayı da bunu gösterdi. Bir de veri toplayıp paylaşanlar ‘Bu sizin iyiliğiniz için’ diyor. Hayır, bunu yalnızca otoriter rejimler söyler. Gizlilik, temel bir özgürlük hakkıdır. Herhangi bir şekilde aşağı çekilemez. 

(Soru: 'Big Brother' (Büyük Birader) gibi bir durumla karşı karşıya kalabilir miyiz?) Daha da kötüsü 'Big Mother' (Büyük Anne) olacağız sonunda. Herkes Çin ve Rusya'yı 'kötü adamlar' olarak öne çıkarıyor. Evet, Moskova'daki yüz tanıma sistemi çok ürkütücü veya Çin'de uyguladıkları sosyal takip sistemleri korkunç ama İngiltere veya Fransa ve ABD, İsrail de aynı şekilde 'kötü.' Çünkü bu teknolojilerin, devasa kitlesel gözetim sistemlerinin ana üreticileri bu ülkeler. Fransa, İngiltere ve ABD'de de sistematik olarak gizlilik ihlalleri yapılıyor. 'Palantir' (Avrupa ülkelerinin koronavirüs verileri toplamak için görüştüğü öne sürülen veri analizi şirketi) bir Rus şirketi değil, bir Amerikan şirketi. Kurucusu da büyük bir Trump destekçisi olan Peter Thiel." 

Evet, hümanist paradigmalar umarken… Salgın kısıtlamalarını olağan yönetim enstrümanına dönüştürme eğiliminin; zalimlerin gözü Big Brother şirketlerinin, sağlığımız konusundaki göz yaşartıcı argümanlar eşliğinde operasyonun önemli bir unsuru olarak sahaya inmelerinin, gerçek bir risk olarak belirdiğini söyleyebiliriz. Korkularımızı istismar etmeyi deneyeceklerdir! "Şu anda, mekânda yeni yönetim biçimlerine tanıklık ediyoruz" diyen Eyal Weizman, hemen hemen hiç dirençle karşılaşmadan ve doğru dürüst soruşturulmadan yürürlüğe sokulan protokollere karşı koymanın, "eleştirel kartograflar olarak görevimiz" olduğu kanısında.

------

(1) Eyal Weizman’ın, 14 Nisan 2020’de Los Angeles Review of Books’ta yayınlanan "Surveilling the Virus" başlıklı yazısı. / skopbülten / Çeviri: Ayşe Boren
(2) "Covid-19: Gerekçesiz Bir Acil Durumun Yarattığı İstisna Hâli" başlıklı makale terrabayt’ta yayımlandı. Oradaki nota göre, makale, Öznur Karakaş tarafından Türkçe’ye çevrilmiş. 
(3)  Makalenin Başlığı: Bir Soru - terrabayt

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi