Mithat Sancar: Muhalefet partileri Öcalan’la görüşmeyi talep etmeli

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’a göre seçimler öncesinde İmralı üzerinden spekülasyon yapılmasını engellemenin yolu, muhalefet partilerinin de Öcalan’la görüşme talebinde bulunmaları…

Seçim sathı mailine girilmişken kimine göre "kilit" kimine göre "anahtar" parti olan HDP’nin pozisyonu ve stratejisi Türkiye’nin geleceğini belirleyecek kadar kritik. Öte yandan gözler sürekli İmralı’ya da kayıyor ve AKP’nin Öcalan üzerinden yapacağı hamlelerin neler olabileceği hesaplanmaya çalışılıyor.

Peki HDP bu süreçte nasıl bir yol ve yöntem öneriyor? Öcalan’dan yeni bir "çözüm süreci" açıklaması gelirse HDP’nin tutumu ne olur? HDP’nin Millet İttifakı’yla ilişkileri ne düzeyde? Millet İttifakı’na yapılan çağrılar karşılık bulmazsa HDP nasıl bir yol belirleyecek?

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’a kulak veriyoruz…

HDP’nin kilit parti olduğu söyleniyor…

Biz kilit değil, anahtar diyoruz.

Peki bu anahtar hangi kapıları açabilir?

Türkiye’nin kronikleşmiş açmazlarının çoklu kriz ortamında; toplumsal, siyasal ve iktisadi alanlarda ciddi çöküşler ve felaketler yarattığını görüyoruz. Türkiye derin tahribatlar yaşarken, tüm bu felaketlerden çıkış imkânlarının da arttığının farkındayız. Krizler çoklu hale gelip derinleştikçe, dönüşüm imkânları da artar. Yeter ki bu dönüşüm imkânlarını değerlendirecek bir siyasal program ve faaliyet oluşturulabilsin. İşte biz tam da bunu yapma iddiasındayız. Sadece son on yılda yaşanan sorunların palyatif çözümlerini değil, bunların kaynağında yatan meseleleri de gören bir yaklaşım sergiliyoruz.

Solda duran muhalefet "bu meseleyi ancak devrim çözer" derken, siz bir programdan söz ediyorsunuz. Kastettiğiniz nasıl bir program?

Her sorun için ayrıntılı reçeteler sunmak değil kastımız. Bundan önce, var olan sorunları görmeyi sağlayacak bir yüzleşme aşamasına, gerçek sorunların adını koyacak bir yaklaşıma ihtiyaç var. İkincisi de, var olan sorunların kaynaklarını tespit edip söyleme cesareti gösterilmeli. Oysa bugün yaşadığımız tüm sorunların tek kaynağını bu iktidar olarak göstereceksek, onun alternatifini de işaret etmeliyiz.

DEVRİMCİ MÜDAHALENİN DIŞINDA DA SEÇENEKLER OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUZ

Bundan neyi kastettiğinizi daha somut anlatabilir misiniz?

Türkiye’nin tarihsel olarak birikmiş sorunları, kriz döngüleri içinde büyüyerek karşımıza çıkıyor. AKP iktidarı döneminde ise bu sorunlar çok daha ağırlaştı. Biz bu sorunların temel kaynağını tespit ediyor ve çözüm önerileri sunuyoruz. Ama çözüm sadece iktidarın değişmesindeymiş gibi sunulursa, eksik kalır. Kürt sorununu bu iktidarla sınırlayamayacağımız gibi, demokrasi, eşit yurttaşlık sorununun da tarihsel bir boyutu olduğunu unutmamalıyız. Aynı şekilde sürekli çeteleşmeler üreten, hukuk dışılığın hukuk alanını aşacak düzeyde genişlemesine yol açan devlet yapılanması da yapısaldır. 1990’larda benzer bir süreç yaşadık. Görece demokratik bir eğilim belirdiği anda, tarihin en ağır krizlerine yol açan çeteleşmeler, hukuk dışı uygulamalar baskın geldi. Aynı şey 2013-2015 çözüm süreci sonrasında da yaşandı. Diyoruz ki, çözüm için bu döngüye neden olan sorunun kaynağına inmeliyiz. Bunun için devrimci bir müdahalenin, her şeyi baştan sona değiştirecek bir yöntemin dışında da seçenekler olduğunu düşünüyoruz.

Nedir o seçenekler?

Önümüzde bir seçim var. Bu seçim de Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden biri olacak. HDP olarak konumumuz, siyasal programımız ve sayısal desteğimiz bu kritik eşikte anahtar olma gücümüzü pekiştiriyor. Bu anahtarla kilitlenmiş sistemi, Türkiye’ye yeni bir kapıyı açabiliriz. Bu açıdan seçenek biziz aslında.

TOPU BAŞKALARINA ATIP BEKLİYOR DEĞİLİZ

Sunduğunuz demokratikleşme programına pek heveskâr görünmeyen Millet İttifakı’na yönelik eleştirilerinizin Cumhur İttifakı’na yarayacağı söyleniyor. Millet İttifakı’yla anlaşamamanızın Cumhur İttifakı lehine olmaması için de uğraşacak mısınız? Dahası, anahtar olmak, kilit olmaktan daha zor bir pozisyon değil mi?

Hayır, zor bir pozisyonda değiliz. Gayet açık, şeffaf ve doğrudan siyaset yapıyoruz. Sözü dolandırmıyoruz, seçim dışı mücadele sahalarıyla ilgili de açık konuşuyoruz. Alanlara da iniyoruz, program da geliştiriyoruz, hedeflerimizi de açıklıkla ortaya koyuyoruz. Üstelik bu hedeflerimizi de diğer muhalefete "ya uyarsınız ya da siz bilirsiniz" yaklaşımıyla dayatmıyor, müzakere zemini oluşturmayı öneriyoruz. Az önce "somutlaştırır mısınız" dediniz ya; biz zaten 27 Eylül 2021 tarihli 11 maddelik deklarasyonumuzda bu netlik ayarını yaptık. O metin, toplumun en geniş kesimleriyle diyalog çağrısıdır.

Peki o metniniz Millet İttifakı’nda bir karşılık buldu mu?

Topu başkalarına atıp bekliyor değiliz. "Bu şartlarımızı kabul edin, o zaman konuşuruz" demiyor, "bu başlıklar çerçevesinde bir açık, doğrudan müzakere yürütelim" diyoruz. Üstelik bu çağrımız seçimler için de seçimler haricinde de geçerli. Şubat 2021’de dört muhalefet partisini resmen ziyaret ettiğimizde, kendilerine sunduğumuz en önemli başlık, seçim güvenliği meselesiydi. Seçimlere daha iki yılı aşkın süre varken seçim güvenliğinin çok kritik olduğunu söylemiş ve kendilerine bir rapor sunmuş, "gelin bu konuda birlikte çalışalım" demiştik. Çağrımız sadece siyasi partilere değil, demokratik kitle örgütlerine de yapıldı. İkincisi, seçimler yaklaştıkça kaos çıkarılma ihtimali olduğunu ifade etmiştik. "Bu senaryoları dikkate alalım, ortaya çıkması halinde de ortak bir karşı irade geliştirelim" demiştik, diyoruz. Üçüncüsü, toplumun farklı kesimlerinde bize karşı önyargısı, tepkisi, hatta düşmanlığı olan kesimlerle de diyalog kurma eğiliminde olduğumuzu ilan ettik. Üstelik bize yönelik çok ağır saldırılarda bile demokratik olgunluğu asla elden bırakmadık. Deniz Poyraz arkadaşımızın katledilmesi üzerine "ortada bir kaos planı var ama biz siyasi kararlılığımızdan asla geri durmayacağız ve demokratik siyasette ısrarcıyız" dedik.

HDP’ye yönelik baskılar, siyasi rotanızı etkilemiyor mu yani?

Psikolojik savaş yöntemleri ve ağır baskılar, elbette bizi kuşatmak için kullanılıyor. Bunları çok rahat aşabildiğimizi söylemek abartılı bir iyimserlik olur. Ama biz bu kuşatmayla yeni karşılaşmıyoruz. Bunlar bize yönelik uzun erimli saldırıların sadece güncel kısmı. Baskıların üzerimizdeki tesirini azaltmak için büyük bir kararlılıkla, ciddiyetle ve samimiyetle yöntemler geliştiriyoruz.

ÇAĞRILARIMIZA KARŞILIK BULMAZSAK, ADAYIMIZI BELİRLEME SEÇENEĞİNİ MASADA TUTUYORUZ

Görüldüğü kadarıyla HDP tabanı, sizin yaptığınız çalışmalar ve çağrılar konusunda Millet İttifakı’ndan bir cevap bekliyor. Millet İttifakı sizce HDP tabanına herhangi bir cevap veriyor mu?

Az önce söylediğim gibi, uzun soluklu bir süreç öngördüğümüz için Millet İttifakı’na çağrı yapıp bekliyor değiliz. Çalışmalarımızı her alanda sürdürüyoruz. Seçim çalışmaları da bunun çok önemli bir parçası. Parlamento seçimlerine Demokrasi İttifakı’yla gireceğimizi söyledik ve bu ittifakı olabilecek en geniş çerçeve olarak tanımladık. O sırada kongre sürecine girdiğimiz için bazı çalışmalar yavaşlamış olabilir ama hiçbir çalışmamız durmadı. Öte yandan eğer çağrılarımıza bir karşılık bulamazsak, Demokrasi İttifakı bileşenleriyle de istişare ederek, kendi mekanizmalarımızı işleterek bir cumhurbaşkanı adayı belirleme seçeneğini masada tutuyoruz. Dolayısıyla biz gayet açık ve şeffaf bir süreç işletirken, çalışmalarımızın Cumhur İttifakı’na yarayacağını söylemek en hafif tabirle dar bir bakıştır ve iyi niyetten yoksundur. Bugüne kadar bize ne önerildi de dikkate almadık? 27 Eylül deklarasyonunu hazırlarken de her kesimden görüş aldık, tabanımızla toplantılar yaptık, demokratik kitle örgütleriyle buluştuk ve metnimizin son halini bu süreçten sonra belirledik.

Selahattin Demirtaş adaylığa hazır olduğunu ama buna HDP’nin karar vereceğini söylüyor. Siz Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığına nasıl bakıyorsunuz?

Aday konusunda nasıl bir süreç işleteceğimizi herkes biliyor. Biz isimler üzerinden değil, ilkeler, süreçler ve yapılar üzerinden geniş, açık ve doğrudan müzakere yapmayı doğru buluyoruz. Bunun muhatabı da sadece Millet İttifakı değil, bütün demokrasi güçleridir. Tüm demokrasi güçlerine seslenerek, cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarının isimler üzerinden yürütülmesinin dönüşüm imkânlarını zayıflatıp bloke edebileceğini söylüyoruz. Nitekim yaklaşık bir buçuk yıldır isimler üzerinden yapılan tartışmaların yarattığı kısırdöngüyü görüyoruz. Millet İttifakı’nın isim tartışmalarını bir kenara bırakma kararı almasını doğru buluyorum. Önce ilkeler ve hedefler konusunda müzakere, bu müzakereden de bir mutabakat çıkarsa, tüm bu mutabakatı sırtlanabilecek bir isim tartışılmalı. Önerdiğimiz yöntem bu kadar açık ve net.

DEMİRTAŞ ADAY OLMAK İSTEDİĞİNİ SÖYLÜYORSA, BU DA DEĞERLENDİRİLECEKTİR

Peki bu yöntem uygulanmazsa, parti olarak adayınız Demirtaş mı?

Eğer bu yöntemimiz diğer muhalefet partileri tarafından kabul edilmezse, ki ben değerlendirme sürecinin devam ettiğini, kapıların kapanmadığını düşünüyorum… Millet İttifakı’ndan olumlu bir yanıt gelmemesi halinde, önümüzde duran seçenekler üzerinde çalışmaya devam edeceğiz. Bu seçeneklerin içinde en öne çıkanı da kendi adayımızla seçime katılmaktır. Bu konuda isim belirlerken de katılımcı, çoğulcu yöntemi esas alacağız. Elbette Selahattin Demirtaş aday olmak istediğini söylüyorsa, bu da değerlendirilecektir. Ama Selahattin Demirtaş bu partinin her kademesinde görev yaptığı, sürecin nasıl işlediğini gayet iyi bildiği için ısrarla "partim karar verirse adaylığa hazırım" diyor. Dolayısıyla Demirtaş’ın da bizim izlediğimiz yol ve yöntemden farklı bir yol-yöntem önerdiğini düşünmüyorum.

HDP’nin sanki sabit, değişmez bir seçmeni var ve onu genişletme hevesi de kaybetme korkusu da yokmuş gibi görünüyor. Oysa çok büyük bir kararsızlar kitlesi var. Siz oylarınızı artırmak için ne yapıyorsunuz?

27 Eylül deklarasyonumuz her şeyden önce ezilenlerle, dışlananlarla birlikte mücadele yürütme çağrısıydı. Bu çerçevede yoğun çalışmalar yaptık. Bunların yeterince görünür olmaması bizim açımızdan sorun ama medya iktidarın kontrolünde olduğu için görünür olamıyor.

Neler yaptınız mesela?

Türkiye’nin her yerinde mevsimlik tarım işçilerinden esnafa, orta işletmelerden geniş emekçi kesimlerine kadar "iş-aş buluşmaları" yaptık. Kadın Meclisi’miz Türkiye’nin her yanında "Kadın Yoksulluğuna Hayır" kampanyası yürüttü. Sinop’tan Artvin’e kadar, ekolojik sorunların yaşandığı her yerde bulunduk, çalışmalar gerçekleştirdik. Sel felaketlerinde, orman yangınlarında, HES’lere karşı direnişlerde halkımızın yanında durduk. Amasya’dan Tokat’a, Mersin’den Tekirdağ’a, Aydın’dan Karadeniz’in çeşitli bölgelerine kadar Alevi buluşmaları gerçekleştirdik ve bu çalışmalarımız devam ediyor. HDP’yi dar bir alana sıkıştırma konusunda yürütülen sistematik politikayı fiiliyatta da reddettik. En taraflı anketler bile oy oranımızı yüzde 12’nin üstünde gösteriyorsa, bu direniş ve mücadele sayesindedir. Görüştüğümüz anket şirketleri oylarımızın düzenli olarak yükseldiğini söylüyor. Elbette 7 milyona yaklaşan sadık, sabit bir kitlemiz var ve bu kitle bizim en büyük gücümüzdür. Bu kitle bizi sorgulamaktan, eleştirmekten geri durmayan bilinçli, örgütlü bir kitledir.

YÜZDE 15 OY ORANINA YAKLAŞIYORUZ

Bu kitlenin varlığı sizi atalete sokmuyor mu?

Bilakis, sorumluluğumuzu artırıyor. Daha fazla çalışıyoruz. Oy potansiyelimizi artırmak için mücadele yürütüyoruz. Şu anda yüzde 15 oy oranına yaklaşıyoruz ama olağan koşullarda HDP’nin oy oranı yüzde 20 bandındadır. Kendi potansiyelimizi yakalamak için önümüzdeki dönemde kitlelerle temaslarımızı artıracağız.

HDP olarak sık sık özeleştiri mekanizmasından söz ediyor, eleştirileri dikkate aldığınızı söylüyorsunuz. Peki somut olarak "şu konuda hata yaptık" dediğiniz politikalarınız neler?

Kaçamak cevaplar vermek veya mazeret üretmek için söylemiyorum ama Türkiye’de özeleştiri ve yüzleşme sürecinin sağlıklı ilerleyebilmesi için bazı şartlara ihtiyaç var. HDP on yaşında bir parti. Bu on yıllık süreci konjonktüre ve şahıslara bağlı kalmadan ve bunun da ötesine geçerek tartışmak daha sağlıklı olur. Fakat bugün öyle bir ortamımız yok. Eğer özeleştiri açık tartışmalarla yapılamıyorsa, pratikler üzerinden yapılır. Biz de bunu yapıyoruz.

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE DOĞRU YAPMIYORSUNUZ DENİRSE, TARTIŞMAYA AÇIĞIZ

Nasıl?

Eksikliklerimizi görüyor ve bunları telafi etmeye çalışıyoruz. Kendi dışımızdaki muhalefete yönelik eleştirilerimizi de dönüştürme amacıyla, demokrasinin yolunu açacak imkânları büyütmek üzere yapıyoruz. Gücümüz Türkiye’nin dönüşümünü sağlayacak kudrettedir ve biz bu gücü yapıcı şekilde kullanmak, sorunların çözümünde belirleyici aktör olmak istiyoruz. Bunun için de sadece direniş hikâyeleri ve mağduriyet anlatılarıyla yürümüyoruz. Sayısız mağduriyetimiz var ama biz direniyoruz ve direnirken bir yandan da inşa ediyoruz. Siyaset direnmekten ibaret değildir. Eğer direnmeyi inşa gücüne dönüştüremiyorsanız, bir süre sonra dar alana sıkışma riskiniz büyür. Elbette eksiklerimiz, tam yapamadığımız veya amaçladığımız hedefe ulaşamadığımız alanlar var. Ama bunların her birini tecrübe kabul ediyor ve demokratik cumhuriyete giden yolu açacak bir rol oynamak istiyoruz. Bununla birlikte "önerdiğiniz yöntemler yanlıştır" veya "cumhurbaşkanlığı seçiminde doğru yapmıyorsunuz" denirse, gerekçeleri çerçevesinde tartışmaya da açığız.

Türkiye gibi bir ülkede bu kadar esneklik zayıflığın belirtisi olarak görülmez mi?

Bu esneklik zayıflığımızla değil, özgüvenimizle, deneyimimizle ilgilidir. Bizimki gibi zor şartlar yaşamış ülkelerde gördük ki, ancak temas dönüştürür. Bu kadar kutuplaşmış, ayrışmış, düşmanlaştırma politikalarının bu denli tahribat yarattığı bir toplumda, farklı toplumsal ve siyasal çevreler arasında teması ve diyaloğu esas alan bir anlayışa ihtiyacımız var. Temas bizi de dönüştürür ve biz dönüştürmek istiyoruz, dönüşmekten de korkmuyoruz.

Millet İttifakı’yla temaslarınız ne düzeyde?

Bizim diğer partilerle diyaloğumuz var ve bunu saklamıyoruz.

İYİ Parti dâhil mi?

İYİ Parti hariç.

DİĞER PARTİLERLE DİYALOĞUMUZ DEVAM EDİYOR AMA BUNUN BİÇİME KAVUŞMASI GEREKİYOR

Neden?

Bu da bizden kaynaklanmıyor. 2021 Şubat’ında diğer partileri ziyaret etmek istediğimizi ve bazı ortak konularda çalışma önerisi sunacağımızı söyledik. "İYİ Parti dâhil mi" diye sorulduğunda, "evet, İYİ Parti’yle de görüşmek isteriz" demiştik. Fakat oradan gelen açıklamalar kapıyı kapatınca, doğal olarak görüşme talebinde bulunmadık. Dolayısıyla CHP, Gelecek Partisi, Deva Partisi ve Saadet Partisi’yle görüştük. Öte yandan heyetlerimiz var ve bu heyetler üzerinden bu partilerle diyaloğumuz devam ediyor. Ama bu diyaloğun artık daha etkili bir düzeye ve biçime kavuşması gerekiyor.

Nasıl?

Partiler arasındaki diyaloğun kamuoyuna açık, doğrudan, şeffaf bir müzakere halini alması gerekiyor.

KOBANİ VE KAPATMA DAVASINDA YETERLİ DAYANIŞMAYI GÖREMEDİK

Neyi müzakere etmek istiyorsunuz?

Türkiye’nin geleceğini inşa etme müzakeresinden söz ediyoruz. Seçimleri bunun için bir anahtar olarak kullanmaktan bahsediyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçiminde izlenecek yolu konuşmak, akut hale gelmiş sorunların çözüm önerilerini tartışmak istiyoruz. Seçim öncesinde çeşitli provokasyonların yapılacağını ısrarla vurguluyoruz. Yargı da bunun için kullanılıyor. Kobani Davası, bize yönelik kapatma davası bunun açık örnekleridir. Bu konuda yeterli dayanışma sergilendiğini göremedik. Fakat bizim üzerimizden başlatılan dalga giderek farklı alanlara doğru genişledi, genişliyor. Mesela Gezi Davası kararı, Canan Kaftancıoğlu kararı, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmesi… Oysa daha önce bir ortak irade oluşturulabilseydi, bu dalgayı bu kadar genişletemezlerdi. Mesele sadece HDP’ye yapılan saldırılardan ibaret değil; esas mesele siyaseti boğma ve otoriter sistemi kurumsallaştırma planlarıdır.

İktidarın Kobani Davası, HDP’yi kapatma davası gibi hamlelerin dışında bir de İmralı planı olduğu anlaşılıyor. Abdullah Öcalan’la çeşitli görüşmeler yapıldığına dair iddialar yalanlanmış değil. AKP’nin İmralı üzerinden yapmak istediği hamleleri nasıl okuyorsunuz? Burada iktidarın yapabileceği ne var?

2013-2015 çözüm süreci başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da tarihsel önemdeydi. Başarısız olması, o sürecin değerini ortadan kaldırmıyor. Aksine, sonuca ulaşmamış olmasından ders çıkarmak gerekiyor. O dönemde ben aktif siyasette değildim. Fakat HDP’de ve İmralı’da açıkça dile getirilen husus, TBMM’nin odağa alınmasıydı. Şimdi veya gelecekte, hangi iktidar bu konuda bir hamle başlatmak istiyorsa, başlatsın; olumsuz karşılamayız. Fakat bizim buna olumlu anlam yükleyebilmemiz için birkaç kriterin yerine getirilmesi gerekir.

TBMM ODAKLI YENİ BİR BARIŞ SÜRECİNE İHTİYACIMIZ VAR

Nedir o kriterler?

Bir kere odak TBMM olmalıdır. Çünkü TBMM güvence sağlar, şeffaflığa kapıyı açar ve geniş katılıma olanak yaratır. Ayrıca müzakerelerden sonra ortaya çıkacak çözüm içeriği TBMM’de karara bağlanır. Fakat Kürt sorununda iki mesele iç içe geçmiştir: Birincisi sorunun esası, diğeri de savaşın, çatışmanın kendisi. Yüz yıllık bir sorun, kırk yıllık bir çatışma gerçeği var ve bunlar birbirinden ayrılamaz. Dolayısıyla çözüm ve barış, ayrıştırılamayacak kadar kaynaşmıştır. O zaman çözüm ve barış politikalarını uyumlu yürütmek, sonuç almak bakımından önemlidir. Bu kolay değildir. Ben "çözüm süreci" yerine "barış süreci" kavramını öneriyorum. Bizim yeni bir barış sürecine ihtiyacımız var ve bu sadece iktidara bağımlı olmamalı. Barış sürecinden de geniş kapsamlı, çoklu aktörleri dikkate alan ve toplumsal mutabakatı hedefleyen bir işleyişi kastediyoruz. Barış tabandan kurulabilir, kurumsal güvencelerle işleyebilir, sorunun karmaşıklığını, yani çatışmayı ve sorunun esasını aynı anda hesaba katmayı gerektirir.

Gelelim Öcalan meselesine…

AKP Öcalan üzerinden seçim odaklı hamleler yaparsa, bunların farkına varılmayacağını mı sanıyor? Son derece bilinçli bir politik kitleyi temsil eden HDP, çok ciddi bir siyasal birikime sahip. Kürt sorunu gibi, Türkiye’nin en hayati meselesinde seçimlere dönük araçsal hamlelerin herhangi bir karşılığı olmaz.

MUHALEFET PARTİLERİNİN EN İYİ HAMLESİ, "ÖCALAN’LA GÖRÜŞMEK İSTİYORUZ" DEMESİ OLUR

Öcalan "yeni bir süreç başlatıyoruz" der ve HDP’ye de bir yol haritası önerirse, buna cevabınız ne olur?

Bu spekülasyonlar çok riskli. Fakat madem iktidar burada bir hazırlık içinde, ki bunu herkes görüyor, o zaman diğer muhalefet partilerinin de Öcalan’la görüşme yasağının, tecridin kalkmasını talep etmesi gerekiyor. Söz konusu muhalefet partilerinin buradaki en iyi hamlesi, AKP’ye dönüp "Siz Öcalan’la görüşüyorsunuz, biz de görüşmek istiyoruz" demesi olur. Yani muhalefet partileri Öcalan’la görüşmeyi talep etmeli. Sonuçta herkes Öcalan’ın rolünün öneminin farkında. Bu hakikati yok saymanın kimseye faydası yok. Çözüm ve barış konusunda kapsamlı bir süreç başlayacaksa, Öcalan’ın burada oynayacağı rolün öneminden bahsetmek, malumun ilamıdır sadece. Madem iktidar bu konuda hazırlık içinde olduğunu ima ediyor, o zaman Öcalan’ın herkesle görüşmesini istemek en makul taleptir. Öte yandan Öcalan’ın, AKP’nin sunacağı önerilere ya da planlara evet diyecekmiş gibi bir algı yaratmak ve bu algıyı beslemek ciddi bir yanılgı ve haksızlık olur. Önceki çözüm sürecinin tutanakları incelenirse bunun gayet iyi farkına varılabilir.

Türkiye’ye kuşbakışı bakınca nasıl bir tablo görüyorsunuz?

İktidarın hâlâ kendi kitlesini konsolide edebilecek araçlara sahip olduğunu küçümsememek gerekiyor. Ama bence buna karşı geliştirilecek yol konusunda son üç yılın Latin Amerika’sına bakmakta fayda var. On ülkede seçimler yapıldı, yedisini demokrasi blokları kazandı. Son Kolombiya seçiminde eski gerilla Gustova Petro muzaffer oldu. Fakat onun adayı olduğu İnsani Kolombiya ittifakında o kadar farklı kesimlerden bileşenler vardı ki! Şu an Türkiye toplumuna da vadedebileceğimiz en büyük dönüşüm, toplumsal barışı sağlayabilecek bir birlikteliktir. Başta Kürt sorunu olmak üzere çeşitli alanlardaki düşmanlaştırma, ayrıştırma politikalarını aşabileceğimizi göstermemiz lazım. Zaten diğer muhalefet partilerine, "önce ilkeleri konuşalım, bir mutabakat sağlayalım, sonra belirlenecek adaya biz de destek verelim" dememizin nedeni de bu. Farklı çevreleri temsil eden siyasal güçler olarak barış mesajını dönüşümün anahtarı olarak vadedelim.

BU BİR ŞANTAJ DEĞİL; HDP’SİZ BU KISIRDÖNGÜYÜ KIRMA ŞANSI YOK

HDP’nin içinde yer almayacağı bir denklem de bunu yapamaz mı?

HDP’nin içinde yer almayacağı bir denklemin, bu kısırdöngüyü kırma şansı yok. Bu bir şantaj değil. Biz Türkiye’nin demokratikleşmesi için mücadelemizi zaten vereceğiz. Ama istiyoruz ki bunu en geniş demokrasi ittifakıyla yapalım. Çünkü başarı şansımız o zaman artar. Kolombiya’yı örnek vermemin bir nedeni de oradaki çatışmanın bir anlaşmayla sonuçlanmış olmasına rağmen barış getirmemiş olmasıdır. Oysa toplumsal birliktelik, demokrasiyi ve barışı sağlayacak yolu açar.

Aslında tersten bir örnek olarak Sri Lanka’yı da konuşmak gerekiyor. 2009’da Tamillere yönelik büyük bir soykırım gerçekleştiren Sri Lanka yönetiminin, 2014’te, çözüm süreci devam ederken Türkiye’de hazırlandığı iddia edilen "Çökertme Planı"na ilham kaynağı olduğu söylenir. Tamil katliamını gerçekleştiren Sri Lanka yönetiminin ülkeden kaçması, ülkenin batışı size, bize ne anlatıyor?

2009’da büyük insanlık suçları işlenerek on binlerce Tamil katledildi, yüz bine yakın insan kaybedildi. Tamil isyanı bitirildi ama arkasından Sri Lanka’da bir hanedanlık sistemi kuruldu. Dahası, bu soykırımla Tamil sorunu çözülmediği gibi, oradaki Müslüman topluluğun sorunları da devam etti. Ayrıca otoriter bir sistem inşa edildi. Savaş ve imha politikalarının en yüksek noktası, aynı zamanda otoriterliğin ve milliyetçi stabilizasyonun en tehlikeli noktası oluyor. Sri Lanka’nın "savunmaya" ayırdığı bütçe, milli gelirine oranla muazzamdı.

OLUMLU ÖRNEK OLARAK KOLOMBİYA’YA, FELAKET ÖRNEĞİ OLARAK SRİ LANKA’YA BAKMAK GEREKİYOR

Ne kadardı?

Yüzde 10! Nüfusu 22 milyon olan Sri Lanka’da 320 bin ordu mensubu var. Dünyada nüfusuna göre en büyük ordulardan birini besleyen bir rejimden söz ediyoruz. Bu tür imha politikaları, otoriterliği, keyfiliği, hanedan yönetimlerini, tek adam rejimlerini, hamasi milliyetçiliği, yıkıcı ayrımcılığı ve ayrıştırmayı kökleştirirken ülkeyi çökertiyor.

Sri Lanka’yla Türkiye’yi benzeştiriyor musunuz?

Elbette bütün meseleler determinist bir biçimde birbirine bağlı olmayabilir ama meseleye bir bütün olarak bakıldığında, Sri Lanka’dan çıkarılacak dersler çok. Olumlu örnek olarak Latin Amerika’ya, Kolombiya’daki demokrasi ittifakına; felaket örneği olarak da Sri Lanka’ya bakmak gerekiyor. Örneğin, Şili’de kurucu meclis yeni anayasa taslağını yazdı ve cumhurbaşkanına sundu. O taslağa bakıldığında, demokrasi mücadelesi yürüten farklı kesimlerin bir araya gelerek nasıl parlak bir örnek sergilediğini görebiliriz. Hiçbir ülke emsali birebir olarak başka ülkelere uygulanamaz ama çok ciddi ilham kaynağı olabilir. O yüzden geniş demokrasi ittifakı, yeni bir toplumsal sözleşme diyoruz. Biz bu konuda üzerimize düşen sorumlulukları üstlenmeye ve görevleri yerine getirmeye hazırız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi