Önce Kürtlerin iradesi, ya sonra?

Bugün HDP’li belediyelere hiçbir hukuki dayanak olmadan el koymayı kendine 'yakıştıran' bir rejim, yarın aynısını pekala İstanbul, Ankara, İzmir, yahut Mersin’de yapabilir.

İslam soslu neo liberal-popülist-baskı rejimi, bayram sonrası mesaisine başladı...

Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehirlerine kayyım atanması, yerel seçimlerden sonra "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" diyenlerin umudunu kırmak için atılan bir adım.

Belli ki 31 Mart’ın "intikamı", seçilenlerden, seçenlerden fitil fitil alınacak. Sıra elbet 23 Haziran’a gelecek.

OHAL’i aşan OHAL rejiminde, sistemi zorla değiştiren; atı alıp Üsküdar’ı geçen AKMHP rejimi için sandık, kendi iktidarını meşru kıldığı sürece "var"dı.

Şu gerçeği biliyorduk, bir kez daha tescillendi:

Seçimin, seçmenin anlamı yok ediliyor. "Millet iradesi" zaten kağıt üstündeydi veya rejimin işine geldiği sürece ağza alınıyordu. 2016 Kasım itibariyle DBP-HDP’li belediyelere el konmuş, yerel yöneticiler dahil milletvekilleri hapse atılmışken halk, dalga geçer gibi, tekrar tekrar sandığa gitmeye zorlandı.

Israrla, tepkisini ve seçimini dile getirdi seçmen. Son olarak sadece Doğu’da değil, her coğrafyada, önemli büyükşehirlerde... Fatura, her zamanki gibi önce Kürtlere kesildi.

Sonra "sıra" kime gelecek, bilin bakalım.

BİR SABAH BELEDİYENİN ÖNÜNDE SİLAHLI GÜÇLER...

31 Mart sonrasında kayyımların marifetleri bir kısım basına, sosyal medyaya yansıdı. (İrfan Aktan’ın Express’e hazırladığı dosya için:)

Ancak İstanbul’da sergilenen seçim sonrası maskaralıkları, İBB’deki yolsuzluk çarkının büyüklüğü ve nihayet, seçim hukukunun açıkça çiğnenmesi, Kürt illerindeki yolsuzlukları gölgede bıraktı.  

Oysa görebilen, görmek isteyen gördü:

Kayyım, zor kullanmanın ötesinde, halkın kaynaklarını hovardaca/hukuksuzca/sorgusuzca harcamak için bulunan bir kılıftı.

Muhalefete geçen belediyeler, tek adam yönetimini zorlaştırdı, meşruiyetini sorgulattı. Fakat ele geçirilen, yahut yıllardır hesap vermeden idare edilen kaynaklar (belediyeler), öyle bir seçimle bırakılıp gidilecek gibi değildi...

Gelinen yer: Bir sabah belediyeyi saran çevik güç... İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan yazılı, mesnetsiz bir açıklama... Ve makam arabalarıyla yeni "görev"lerini pişkince devralan valiler.

Yoğun güvenlik önlemleri olmadan belediyeye kimsenin girip çıkamaması. Halkla rejimin arasında devlet maaşıyla beslenen ve giderek yükselen, görünür bir duvar.

TERÖR DAVASI BAKKAL AÇMAKTAN KOLAY

Herkesin bildiği, dillendirdiği gerçeklere gelelim:

Bugün HDP’li belediyelere hiçbir hukuki dayanak olmadan el koymayı kendine "yakıştıran" bir rejim, yarın aynısını pekala İstanbul, Ankara, İzmir, yahut Mersin’de yapabilir. Belki şeklen kayyım atanmaz.

Nasılsa "terör"den dava açmak, bakkal dükkanı açmaktan kolay ve daha yaygın memlektimizde.

Olmadı maddi imkansızlıklara boğarak (CB zaten bunu yapacağını ilan etti), irili ufaklı numaralarla yorarak (örnek: afet mi geliyor, hadi uğraşsınlar bakalım) muhalif belediyeleri "topal ördek" haline getirmek.

Ne pahasına olursa olsun, devletin tüm gücünü kullanarak hepsini, tek tek ele geçirmek...  Onlar yapmaktan bıkmadı, utanmadı. Biz de tekrar tekrar söyleyelim: Bir arada durmadan demokratik umut yeşermeyecek,  aynı filmi, daha beter versiyonlarıyla seyretmeye mecbur edileceğiz.

Muhalefet partilerinin üzerine düşen çok. Fakat sevgi böceği olmakla, düzene güven tazelemekle, "onları" kızdırmadan siyaset yapma ya da paçayı kurtarmanın imkanının kalmadığı açık.

İktidarın suyuna gitmek veya "içeriden bölünmeleri"ni umut etmek baskıyı, pervasızlığı artırmaya yarıyor.

Bir kez daha oyuna sahip çıkmak, adalet ve demokraside ısrar etme görevi halka düşüyor. Kimsenin elinde sihirli formül yok. Bir "kurtarıcı" da yok. Olmayacak da.

Özlenen demokratik koşullara yaklaşabilmek için uzun ve zorlu bir dönem Türkiye’yi bekliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi