Ah Cumhuriyet Vah Cumhuriyet!

Tabut başı konuşması: Doğumundan bugüne hep Kemalistti. Muhalif oldu bazen ama hiç solcu olmadı. Hikmet-i Hükümet’in gazetesiydi. Önce Devlet, sonra Devlet!

Geçtiğimiz hafta sonunda Türk Basın Tarihi açısından önemli bir gün yaşandı. Yöneticileri yazarları FETÖ suçlamasıyla hapiste iken, gazetenin eski yönetici ve yazarları, Saray’a aynı doğrultuda ihbar mektupları gönderip, savcılara jurnalledikleri meslekdaşlarımızı, iktidar ve adliyesinin destek ve yardımları ile safdışı bıraktı ve gazeteyi ele geçirdi. Geçmiş olsun.

Kifayetsiz muhterisler belli ki uzun süredir hazırlanmışlar: Gazetenin editoryal yönetimi hemen değişti. Ve daha ilk gün, ülkenin üçüncü büyük partisinin bir önceki eş başkanı ‘’Terörist’’ olarak birinci sayfaya girdi. Saray’a yönelik ilk göz kırpma. Artık tek tük Kürt okuru da kalmayacak.

Son Genel Yayın Yönetmeninin yazısını sayfaya koymayan, bazı yazarların yazılarını yayınlamayan yeni yönetim mesaiye hızlı başladı. İktidarın muhalifleri belki de başka bir deyimle, hakiki gazeteciler ve Kemalizme biat etmeyen yazarlar hemen tasfiye edildi ya da istifalarını sundu. AKP’nin yolsuzluklarını başarılı bir habercilikle teşhir eden bir meslekdaşımızın da gazeteden ayrılması herhalde bir tek Saray’ı memnun etmiştir. Bir arkadaşım, ‘’Adamlar baltayla girdiler işe!’’ diye değerlendirdi. Mesleğine bağlı pek kimse kalmadı artık Cumhuriyet’de. İki günde pat diye boşaldı gazete.

İlginçtir, Cumhuriyet’i FETÖ’cü ve liberal olmakla suçlayan yeni yönetimin, dümene geçer geçmez gazetedeki DİSK/Basın-İş yönetici ve üyelerini işten çıkarması manidar olsa gerek. FETÖ ya da liberallikle hiç ilgisi olmayan meslekdaşlar da yeni yönetimi adeta protesto ederek ayrıldılar Cumhuriyet’ten. Yeni yönetime ‘’bilinçsiz faşist’’ desem sanki o kadar da bilinçsiz değillermiş gibi görünüyorlar ama...

Yeni yönetime kucak açıp selam çakanların tutumu da çok şey anlatıyor: ‘’Türkiye’nin en güvenilir adamı’’ diye garip bir sıfata sahip şahsiyet, ‘’Cumhuriyet’in kalesini geri alanları yürekten kutluyorum’’ demiş. Militarizm ruhuna işlemiş. Bir baltaya sap olamamış bir başkası da buyurmuş: ‘’Artık gönül rahatlığıyla okunabilir’’miş Cumhuriyet . Hak ettiği cevabı da hemen almış: ‘’Leş yiyiciliğin bile bir adabı var. Bırak da AKP saldırırken gazetenin yükünü sırtlanan, şimdi de yol gösterilenler masalarını toplasın. Elbet sana da boşalan masalardan biri verilir.’’.

Yeni yönetim kuruluna bakıyorum: İhbarcı başkan, ihbarcı eski köşe yazarı, 12 Mart’ta iktidarın marifetiyle gazeteyi ele geçiren şahıs, Vatan Partisi’nin bir milletvekili adayı, derin çevrelerle ilişkili bir akademisyen, Koç ailesinden bir zat, CHP milletvekili adayı bir mali danışman… Yakışır! Devletimiz tam kadro işbaşında.

Yeni yayın kurulu da maaşallah, Türkiye siyaset, düşünce ve basın hayatının bütün renklerini bir araya toplamış: Kemalizmin 50 tonu! Aralarında megaloman sosyolog mu ararsınız, ırkçılıktan bir gazeteden ihraç edileni mi, Alevilik bezirganlarına mı, hapisteki yazarların gazeteye yazmasına muhalefet edenine mi… hepsi bir arada.

Cumhuriyet gazetesinin, Saray tarafından nasıl tasfiye edildiği konusunda çok yazı yayınlandı. Galiba en çok bilgi vereni Yalçın Doğan’ınki İhbarcı yeni iki yöneticinin ipliğini pazara çıkaran Vakfın son Başkanı Orhan Erinç’in bir konuşması da önemli.

Belki de hadisenin/kurumun biraz geçmişine bakmakta yarar var. Türkçe olarak yayınlanan en eski gazete olan Cumhuriyet, daha Kurtuluş Savaşı sonlarına doğru Mustafa Kemal’in, yani müstakbel iktidarın desteğiyle kuruldu. Gazeteye adını veren de bizzat Mustafa Kemal’di. Gazetenin amacı, yeni kurulan Cumhuriyet’in ideolojisini, kısıtlı sayıdaki okuryazar yurttaşlara, özellikle de Cumhuriyet’in yeni kadrolarına ‘’endoctriné’’ etmekti. Gazetenin, doğru haber ve farklı yorumlar yayınlamak gibi bir amacı/niyeti yoktu. Halbuki bir gazetenin temel amacı budur. Baştan beri taraftı. Son yayınlanan manifestovari metinde de zaten, ‘’Atatürkçülüğe dönüş’’ vurgusu yapılıyor. Zaman tüneline girdik, 2018’de 1923’ü yaşayacağız efendiler! Çocuk, bana şööle güzel bir gazte yap bakiiim!

Gazetenin Cağaloğlu’ndaki ilk binası aslında bir Ermeni terzinin atölyesi idi. İttihat Terakki’nin el koyduğu bu köşk bilahare Cumhuriyet gazetesine verildi. Gazetenin kurucusu Yunus Nadi, Atatürk’ün hep yanındaydı, aldığı notları bir başka deyişle ‘’dictée’’leri ertesi gün köşesinde yayınlardı. Kenan Evren dönemindeki Mehmet Barlas’ın dedesi sayılabilir bu açıdan. Nadi, bir süre sonra Atatürk’le ihtilafa düştü ama bu konu ne yazık ki,- Emine Uşaklıgil’in kitabında biraz da olsa değinildi sadece- doğru dürüst deşilmedi, incelenmedi. Şimdi radikal Kemalistlerin itirazını duyar gibiyim: ‘’Ama aynı şey değil. Bugünküler Atatürk, laiklik ve demokrasi düşmanlarının sözcülüğünü/yazıcılığını yapıyor. Nadiler ise Atatürk’ün ve laikliğin sözcülüğünü/yazıcılığını yaptılar’’. Geçersiz bir itiraz. Çünkü gazetecilikte neyin sözcülüğünü yaptığınız önemli değildir, özgür ve bağımsız olmak tayin edicidir. Size göre iyi ya da olumsuz bir ideolojinin sözcülüğünü yapmak arasında, gazetecilik/habercilik açısından fark yoktur. Bir tek gerçeğin yüz boyutunun sözcülüğü geçerli gazetecilikte.

‘’Kemalizm’’ ya da ‘’Atatürkçülük’’ sözcüğünü ilk kullanan da Yunus Nadi olmuştu. Bir sonraki yönetici Nadir Nadi ise, 2. Dünya savaşı öncesinde ve sırasında açıkça Hitler’i öven diziler kaleme aldı. Nazilerden para aldığı da iddia konusudur. Tabi bu arada Nazım Hikmet’in fotoğrafını yayınlayıp okurlarını bu cemale tükürmeye çağıran da Cumhuriyet gazetesidir.

Gazetenin Kürt meselesindeki tutumu da gazetecilikle hiç bağdaşmaz. 1925 Şeyh Sait hadisesinden başlayıp 80’lere kadar Cumhuriyet, Kürt meselesinde habercilik yapmadı, âli devletin siyasetlerinin propagandasını yaptı.

Gazetenin geçmişi pek parlak değildir yani. Ve bu geçmişle yüzleşilmemiştir. Vakıf yeni Başkanı gökten zembille inmedi. Onun ataları eskiden beri gazetenin içinde hatta yönetimindeydi.

Son dönemin önemli yöneticisi ise, toprağı bol olsun, tepeden inmeci, asker sevdalısı, bir küçük iktidar tutkunuydu. Bu ünlü köşe yazarı, yüzde yüz Bizans kökenli zat, annesinin milli ve dini kökenini açıklamaktan çekinen bir düşünür! Bu mesele özel hayatla ilgili değil. 1915 Büyük Felaket’inin yaşandığı bir memlekette, annenizin kimlerden olduğunu söyleyememek siyasi-ideolojik bir sorundur. Bu yöneticinin son hamlesi de, hem gidip MHP liderinden destek dilenmesi hem de bu Parti’yi olumlamasıdır.

Cumhuriyet’in aslında saymakla bitmeyecek olumsuzluklarının çoğunu okurlar bilmez. Bilse de inanmak, kabul etmek istemez. Yoksa büyü bozulur. Çünkü 12 Mart ya da 12 Eylül döneminde, açıkta Cumhuriyet okumak faşistlerin saldırısına neden oluyordu. Gazetenin ilah gibi kabul edilen köşe yazarlarının askeri iktidarla içli dışlı ilişkileri de gündeme pek getirilmez.

Cumhuriyet gazetesi, Kemalizmi solculuk, devletçiliği ilericilik sananların ‘’pathétique’’ trajedisi oldu hep.

Yine de zaman zaman, Cumhuriyet, siyasi açıdan, gazetecilik açısından iyi işler de yapmadı değil. Ama işin özüne ve geneline baktığımızda, benim çıkardığım bilanço esas olarak olumsuz.

Bizzat ben de 80’li yıllarda, hem Londra’da hem de Istanbul merkezde Cumhuriyet gazetesinde çalıştım. Hasan Cemal dönemiydi. Ve gazetenin bütün tarihindeki en parlak günleriydi. Tiraj 150 bine kadar çıkıyordu bazen. Hasan Cemal, severim sayarım, ama önemli bir handikapı vardı bence. Çünkü Hasan Cemal’in sözlüğünden ‘’Denge’’ sözcüğünü çıkarıp alırsanız, Hasan ağabey neredeyse dilsiz kalır. O dönemde, ‘’Gazetede iki eğilim var: Klasik Atatürkçüler ile biz, yani modern, liberal sol kanat’’ diye bir tespit yapmıştı. Ben kendimi hiçbir zaman liberal olarak nitelememişsem de… Cemal, Genel Yayın Yönetmeni idi, toprağı bol olsun, Türkiye’nin yetiştirdiği ender iyi gazetecilerden (O derece de yılandı, o başka bir mesele!) Okay Gönensin ile iyi gazetecilik/habercilik yapıyorlardı. Ama Allah (Ya da kim uğraşıyorsa bu işlerle!) bu dengeciliğin belasını versin, Kemalist güruh allem etti kallem etti ve zaten Bizans oyunlarında Cemal’den de Gönensin’den daha tecrübeli ve yetenekli idiler, Cemal’i safdışı bıraktılar. Çünkü Hasan Cemal, bu akımla siyasi, ideolojik, editoryal mücadeleye gireceği yerde onlarla denge adına uzlaşmaya çalıştı ve sonunda maalesef kaybetti.

Hasan Cemal’in siyasi görüşleri ayrı bir tartışma konusu. Bütün Cumhuriyet okurlarının bu görüşleri benimsemesi şart değil. Ama Cemal-Gönensin ikilisinin ve ekibinin gazetecilik ve habercilik anlayış ve uygulamalarına herhalde kimse somut olarak yani teknik açıdan muhalefet edemez.

Cumhuriyet’de eskiden beri mesleki olarak yetkin, hakiki gazeteciler, köşe yazarları da çalıştı, bazıları kısa dönem yöneticilik de yaptı. Bu arkadaşların bir kısmı solcuydu. Son kalanlar ya hemen işten uzaklaştırıldı ya da istifa etti.

Cumhuriyet’in başına gelenlerden hemen sonra sosyal medyada bir ‘’Solculuk’’ tartışması başladı: Cumhuriyet gazetesi solcu bir gazete miydi?

En genel ve kısa tarif ve kriterleriyle, solculuk, emekle sermaye arasında emeği; milliyetçilikle enternasyonalizm arasında enternasyonalizmi; özel çıkarla kamu çıkarı arasında kamu çıkarını; devletle toplum arasında toplumu: kollektifle birey arasında kollektifi savunmaksa, Cumhuriyet, hayır, hiçbir zaman solcu olmadı. Çünkü bu saydığım kriterler, lokanta mönüsündeki gibi bazılarını alıp diğerlerini redetmekle geçerli olmuyor. Hepsini aynı anda kabul edince solcu sıfatını hak ediyorsunuz. Kuşkusuz sol kavramı mekana ve zamana göre, saydığım temel ilkelerin yanısıra, yenilikler ve değişiklikler arz edebiliyor. Mesela bugün kadın meselesi, LGBTİ şahıslara karşı tutum, ekoloji konusundaki yaklaşım, özellikle de azınlıklara, ötekilere ve geçmişe karşı tutum da solculuğun önemli ideolojik ve siyasi parametreleri haline geldi.

Cumhuriyet, tarih boyunca CHP’nin iktidarda olduğu dönemler hariç, evet, zaman zaman iktidardaki hükümete, partiye muhalefet eden bir yayın çizgisi benimsedi. Ne var ki bu muhalefet, esas olarak, ezilenlerin, yönetilenlerin, halkın perspektifiyle değil, devletin ve Kemalizmin çıkarlarını ön plana koyan bir muhalefet idi.

Öngörü denemesi: Cumhuriyet bundan sonra, Aydınlık’la Sözcü arasında bir kuşakta konumlanır. Cumhuriyet’in tirajı zaten düşüktü. Okurları da eski homojenliğini çoktan kaybetti. Ama bu yeni yönetim, daha ilk günden başlayan tensikatla (Journocide/Gazeteci kırımı) önemli bir okur kaybını hesaba katmak zorunda. Bu ara bir de kağıt krizi var, Cumhuriyet uzun zamandan beri doğru dürüst reklam da alamıyordu. Artık Saray’dan gelecek desteklere bağımlı hale gelir. Yayın politikası da ona göre şekillenir. Zaten buna da teşneler. Saray’ın Kemalist yayın organı, milli birlik ve beraberliğimize, milli ve yerli medyamıza hayırlı, uğurlu olsun. Ya da kurban olsun! Bugünkü koşullarda bu gazetenin geleceği hiç de parlak görünmüyor. Titanic!

Vazgeçtim ben şimdilik Cumhuriyet’in solculuğundan, Cumhuriyet rejiminin, kavramının neredeyse berhava olduğu 2018 Türkiye’sinde, Cumhuriyet adlı bir gazetenin varlığı hatta hayatta kalması mümkün müydü ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi