Ragıp Duran
Çok şeker ve mühim bir adamdı…
50-65 yaş kuşağındakilerin çocukluk, ilk gençlik ve gençlik idolü. Bilhassa Fransızca bilenlerin. Mülteci çocuğuydu o da. Anne Adapazarı’ndan baba Gürcistan’dan. 1915 Soykırımından kaçıp kurtulmuşlar. Önce Marsilya sonra Paris. Baba zaten sanatçı. Kalabalık bir aile. Tiyatroculukla başlamış işe. Kendini kabul ettirene kadar çok çekmiş. İlk başta kimse beğenmemiş. Kısık boğuk sesiyle alay etmişler. Öyle dünya çapında yıldız olabilecek bir fiziğe, bir görünüme filan sahip değil. Ufak tefek hatta kara kuru denilebilecek cinsten ama fevkalade mütevazı, efendi biri.
Hüzünlü bir gülümsemesi vardır ki alameti farikası.
İki evliliğinden 6 çocuk babası. Torunlarından biri Musevi diğeri Arap. Melezliğin şahane sonuçları.
Demek ki tam 30 sene olmuş. Yarım gün geçirmiştik Güney Fransa’da Paradou (Paradie-Paradou) köyünde. Cennete doğru yola çıktığı Alpilles’deki evinin civarında. O, film çekimindeydi, Erol Özkoray’la ben de Nokta dergisi için Aznavur’la söyleşi yapmaya gitmiştik. Dev çınar ağaçlarının altında bir bahar günü Charles bizi sanki 40 yıllık dostu gibi ağırlamıştı.
ASALA, Soykırım tartışmaları vardı o sıralar. Le Monde’dan bir meslekdaşı koyup araya, Türklere hitap etmek istemişti. Çünkü iyi niyetli idi, silaha, şiddete filan karşıydı, hatta bu yüzden Ermeni diasporası içinde kınanmıştı. Acaba Türklerle Ermenilerin arasını bulabilir miyim? diye düşünüyordu herhalde. Nokta’nın arşivine İnternet’te ulaşamadım. Ama hatırlıyorum yumuşak sözler etmişti. Kapı açmıştı, Türkiye’de konser vermekten söz etmişti. Fransız rakısı Pastis’leri devirirken hoş bir sohbet olmuştu. Arada bir İsveçli eşi ile kızları da yanımıza uğramıştı.
O muhabbet sırasında Ermenilik, Fransızlık tartışılırken Aznavur’un "Bah! Moi je suis franchouillard’’ dediğini hatırlıyorum. Tevazu. "Sıradan bir Fransız’’ demek. Ama pejoratif bir tınısı da var. Hafif şoven ve dar kafalı insanlar için söylenir. Ki hiç de öyle biri değildi.
Söyleşi yayınlandı, Türk Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, haftalık toplantı sırasında, bir soru üzerine, "Bir şarkıcının açıklamalarını yorumlamak bizim işimiz değil’’ mealinde bir açıklama yapmıştı. O günkü bakanın, o küçümsemeyi telaffuz eden katibin adını hatırlayan yok. Ama Aznavur bütün dünyanın tanıdığı bildiği "bir şarkıcı’’. Milyonlarca dinleyicisi, seyircisi, hayranı var o "şarkıcının’’. Sen hâlâ Talat Paşa Komiteleri filan kur!
Devlet Aklı adı verilen dogma acaip işler yapar. Ermeni meselesi gündeme geldiğinde bizim resmi TV ve radyolar, Aznavur şarkılarını yasaklardı. Bazen Fransa’ya kızdığında o akıl yine Charles’ın şarkılarına ambargo koyardı. Ermeni kökenli Fransız ‘’şarkıcı’’ ya… Aznavur da yıkılıp mahvolmuştu herhalde bu boykot sonucunda.
Aznavur o zaman samimi bir şekilde Türkiye ile Ermenistan arasında dostluk kurulmasını istiyordu. Yıllar sonra bu amacına ulaşır gibi oldu. 2009 Ekim’inde Zürih Üniversitesinde düzenlenen törenle, "Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol" imzalanırken Aznavur, Ermenistan’ın BM ve İsviçre nezdindeki Büyükelçisi sıfatını taşıyordu. Ne var ki her iki ülkenin Meclis’leri bu protokolü onaylamayınca Aznavur’un düşü suya düştü.
Ölümünün ardından Aznavur için Fransız devleti bu dev sanatçıyı anmak için ulusal saygı ilan etti.
Fransız ve dünya medyası Aznavur’un ölümünden sonra şarkıcıyı manşetlere kapaklara taşıdı. Fransız chanson’u açısından hakikaten son Tanrı idi. Trenet, Brassens… Sınır tanımayan bir ünlü. Amerika, Kanada, Japonya, Rusya her yerde Aznavur hayranları.
Şairdi, Ermeni meselesine gönlünü ve aklını koymuştu. Çok çalışkandı, 94 yaşında bile hala turneye çıkıyor, gelecek için planlar yapıyordu. Titizdi, yüzde yüz profesyoneldi. Ardından yazılanları okudum, olumsuz bir tek sözcük, kuşkulu bir tek sıfat görmedim. Ki Fransızlar Müslüman olmadıkları için ölünün arkasından da gerekirse konuşur.
İlkgençliğimizde Beyoğlu’nun ortasındaki mektepte, daha çok gece yatakhanede koro halinde şarkılarını söylemişliğimiz vardır: La Bohème.. ya da Hier Encore… Küçük transistörlü radyodan parazitler arasından Radio Monte-Carlo’yu dinlerdik.
Mektepten bahsederken aklıma geldi, araya sıkıştırayım, zararlı haşerat olarak, kendisi hariç bizim okulda tahtakurusu filan yoktu!
Dönelim Aznavur’a. Şarkıları hayatın içindendi, özyaşamöyküsü gibiydi. Toplumsal duyarlılığı da yüksekti. Daha 60’larda eşcinseller için şarkı söylemişti. Ermenistan’daki depremden sonra da kolları sıvamıştı. Ve tabi ki eski Ermeni trajedisi için de…
Birkaç kültürü, birkaç kuşağı ve herhalde 5 kıtayı etkiledi. Rapçılar bile söyledi onun şarkılarını. Bilmiyordum Aznavur şarkılarının yorumcuları arasında Bob Dylan’la Aretha Franklin de varmış. 80 ülkede 100 milyondan fazla plağı satılmış. Kelimenin gerçek anlamıyla evrenseldi. 80 filmde rol almış. Truffaut’nun da Lelouche’un da birer filminde oynamış. Şarkıları yetmezmiş gibi 3 otobiyografi yazmış.
1924’de Paris’te Quartier Latin’de Rue Monsieur le Prince’de doğmuş. 6 yıl sonra aynı sokak üzerinde Hrant Samuelyan’ın meşhur kitapçısı açılmış. Hala duruyor mu o kitapçı bilmem.
1906 doğumlu ve 21 Şubat 1944’de kurşuna dizilen bizim Adıyamanlı Ermeni Direnişçi Misak Manuşyan’a (Kızıl Afiş-Aragon) Fransa’da Nazi İşgaline karşı savaşırken yardım edenlerden biri de Aznavur’un babası.
Aznavur’un ardından Paris ve Erivan gözyaşı döküyor. Daha onlarca kent de.
Hiç düşündünüz mü? Türklerin neden bir Aznavur’u yok?