George Floyd Türkiye’de öldürülseydi…

Nevi şahsına münhasır bir ülke Türkiye. Dünya yıkılsa burada kimsenin kılı kıpırdamaz sanki. Bağışıklığı ve müthiş bir direniş gücü var çağdaşlığa. Başka bir mekanda yaşar burası.

ABD’nin Minneapolis kentinde 25 mayıs günü gözaltına alınırken polis tarafından boğulan Siyah yurttaş George Floyd’un ölümü, sadece Amerika’da değil bütün Batı dünyasında hatta bütün evrende siyasi, ideolojik, kültürel bir altüst oluşa yol açtı. Olayın COVİD-19 pandemisinin yaygınlaştığı bir döneme rastlamasının yanısıra, 2008 dünya ekonomik krizinin etkilerinin sürdüğü aylarda, ayrıca Trump’ın liderliğinin büyük ölçüde sallandığı haftalarda meydana gelmesi bu cinayeti evrensel bir mihenk noktası haline getirdi. ABD, Rusya ve Çin’in egemenlik iddialarının kızıştığı 2020 başındaki bu cinayet, sadece siyaseti değil, medyayı, akademiyi ve tarihi de büyük ölçüde etkiledi. Irk eşitliği, sosyal eşitsizlikler, ırkçı-köleci-sömürgeci şahsiyetlerin heykellerinin yerle bir edilmesi, Siyahların yanı sıra kadınların da toplumsal kimlikleri ve mücadeleleri sahneye daha güçlü bir şekilde çıkmaya başladı.

Her alanda küreselleşmenin dört nala geliştiği 21. yüzyılın ikinci on yılında, ABD’deki Floyd cinayeti, orada ''İsyan''a yol açarken Batı Avrupa ve Avustralya’da da sesini büyük ölçüde duyurdu. Ne var ki, genel küresel akıma milli ve yerli Tek Adam rejimi ve kendine özgü geleneksel toplumsal/kültürel yapısı ile karşı çıkmaya çalışan güzide bir ülkede, Floyd’un çığlığı yeteri kadar yankı bulmadı. Bu dönemde hakiki muhalefet partisi HDP’nin girişim ve çabalarının yanı sıra Baroların eylemleri Türkiye’nin de bu çağdaş dünyanın bir nebze bir parçası olduğunu göstermesi açısından önemli ve değerliydi.

Başlığa itiraz edebilirsiniz. Çünkü şimdiye kadar Türkiye’de belki onlarca, belki yüzlerce George Floyd öldürüldü. Ve bu cinayetlerin ardından hiçbir zaman, bugün ABD ve Batı dünyasında hala süren mücadele, hesap sorma, yüzleşme süreci bu ülkede yaşanmadı. Nedenleri üzerinde şimdi burada durmuyorum. Ama ABD’deki gelişmelere paralel ya da benzer bir süreç yaşansaydı, Türkiye’de bugün büyük bir ihtimalle şu sorular gündeme gelecekti:

- Türk boyları Orta Asya’dan neden ayrıldı? Batı’ya doğru neden ve nasıl geldi?

- Fatih Sultan Mehmet ya da Kanuni Sultan Süleyman, bize öğretildiği üzere gerçekten çok olumlu tarihi şahsiyetler miydi?

- Osmanlı İmparatorluğu sömürgeci bir devlet miydi?

- Talat Paşa bulvarının adını Deniz Gezmiş caddesi olarak değiştirmek doğru bir tutum olur mu?

- Mustafa Kemal Atatürk’ün hakikaten hiçbir olumsuz yanı yok muydu?

- Bugün Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler neden bu kadar büyük baskı altında?

- Kadınlar ve çocuklar ikinci sınıf vatandaş mıdır?

- Bu ülkenin bugünkü Başkanı faşist ve ırkçı bir lider midir?

-  Medyada şiddet, cinayet, katliam övgüsü yapılabilir mi?

Ve aslında daha onlarca soru. Bu konuları gelişigüzel seçmedim. Her biri, ABD ve Batı’da bugün gündemde olan tartışma konularına tekabül ediyor.

- New York Times, Amerika’ya ilk köle gemisinin varış tarihinden yola çıkıp, 1618 projesi ile ABD’nin kuruluş öyküsünü tartışmaya açtı.

- ABD’nin kurucu Başkanı George Washington’un 300 köle sahibi olduğu bilgisi gündeme yeniden gelince, ilk Başkan da eleştiri hatta kınama konusu oldu.

- Bugün ABD’de popülist sağcı ve beyazların üstünlüğünü savunan Trump yanlıları, köleciliği ve sömürgeciliği ‘’Gerekli bir Şeytan’’ olarak niteleyip, ırkçılığın, köleciliğin ve sömürgeciliğin ABD’nin ulus inşaasındaki tayin edici konumunu savunmaya çalışıyor.

- Virginia Springfield’de bulunan ırkçı-köleci Konfederasyon’un Generali Robert E. Lee lisesi, adını değiştirme kararı aldı ve okula Sivil Haklar savunucusu Kongre üyesi Siyah John Lewis’in adını verdi.

- ABD’de medya ve akademi, şimdiye kadar Beyaz Saray’da görev yapan 45 Başkanın hepsinin geçmişini mercek altına almaya başladı. Her birinin olası ırkçı, köleci, sömürgeci söylem ve politikalarını ayıklayıp teşhir ediyor.

- Başta Siyahlar ve Latinolar olmak üzere sağlıktan yurttaş hakların kadar, ABD’deki azınlıkların (beyaz olmayanların) devlet tarafından eşit olmayan bir muameleye maruz tutulduğu günbegün her haberde, her yorumda, her akademik çalışmada gün yüzüne çıkıyor.

- Sadece ABD’de değil bütün dünyada özellikle Me Too hareketinden sonra kadınlara yönelik taciz ve tecavüzlerden sonra kadın hakları ön plana çıktı. Çocukların büyük holdinglerce fabrikalarda işçi olarak çalıştırılmaları nedeniyle de çocuk hakları gündemde.

- Anglo-sakson egemen medyada şimdiye kadar görülmeyen sayıda ve derinlikte otoritarizm, totalitarizm, faşizm yorumları yayınlanıyor. Trump, Putin, Xi Ping, Erdoğan, Bolsonaro, Duterte somut örneklerinden yola çıkan uzmanlar Hitler ve Mussolini ile kıyaslamalar yapıyor.

- Medya ve akademi Floyd kasırgasından en çok etkilenen iki mecra. Irkçılığı, köleciliği, sömürgeciliği, polis şiddetini savunmaya kalkan, kadın düşmanı söz, yazı ve tutum sergileyen medya yöneticileri, çalışanların baskısı üzerine istifa etmek zorunda kaldı ya da yönetim tarafından görevinden alındı.

Hedefte Küçük Amerika olmak vardı. ABD, Trump yüzünden galiba bir yandan büyük Türkiye olma yoluna girerken bir yandan da liberal demokratik gelenekleri sayesinde olumlu sinyaller de veriyor.

Türkiye ise KKK’nın (Ku Klux Klan) iktidarda olduğu bir devlet mi oldu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi