Kızgın kriz boğasına karşı yamalı bohça bezi…

Türkiye’nin hacıyatmaz rantiye kapitalizminin vurguncu tarzı, şirketler cephesinde çok hızlı büyümeyi getirirken, istihdam tarafında tam bir fiyaskodur.

Covid-19 kayıpları eklendiğinde 17.7 milyon işsiz var. Durum gerçekten ağırdır. 

İşiniz olsa ne ki?.. 

5 milyon kişi asgari ücretle (2 bin 325 lira) çalışıyor!

TÜİK verilerine göre "işi var, çalışıyor, şanslı kişi" bildiğimiz 1.8 milyon kişi asgari ücretin altında bir ücretle çalışıyor!

Bu "şanslı" kişiler de gerçekte açlık sınırının (2.406 lira!) altında bir gelire mahkum durumdadır.

Alın size 6.8 milyon kişi (yani en az 3 – 4 milyon hane) açlık sınırının altında bir gelire sahiptir. 

Asgari ücretin altında, asgari ücret düzeyinde ve asgari ücretin yüzde 15 üzerinde ücret alan toplam 10 milyon civarında emekçi söz konusudur.

Resmi işsiz sayısı: 3.775 bindir. 

Ümitsizler (1.3 milyon kişi) çalışmaya hazırlar (3 milyon 150 bin kişi) mevsimlik işçiler (123 bin kişi) zamana bağlı eksik istihdam (1 milyon 398 bin kişi) eklendiğinde resmi geniş tanımlı işsiz sayısı 9.756 bin kişidir! Yani işsizlik oranı 12.8 değil, TÜİK’in saydığı ama işsiz kabul etmediği işsizler eklendiğinde oran yüzde 28.7’dir!

DİSK - AR, İLO yöntemini kullanarak, iş saati kayıplarını da hesapladı.  Toplam fiili haftalık çalışma süresine göre hesaplandığında Covid 19 etkisiyle ilave 9.364 kişilik iş kaybı var. Bunu da eklediğimizde Covid 19 etkisi dahil geniş tanımlı işsiz sayısı 17 milyon 722 bin kişi, yüzde 52.2’yi buluyor.

Dehşet bir sosyal problemdir bu. Gelirler eriyor. Dar gelirli perişandır. Fakirleşme artıyor. Olağanüstü boyutlarda bir işsizlik tablosu ile karşı karşıyayız!

****

Size başka bir hesaptan söz edeyim…

Çalışabilir kabul edilen 15 – 64 yaş arası nüfus Türkiye’de yılda ortalama 750 bin kişi artıyor. Bu rakamı işgücüne katılım oranına göre düzeltirsek (bizde 47.2) demek ki buradan yaklaşık her yıl 350 bin kişi iş talep edecektir. Bir yandan da stokta 17.7 milyon işsiz var. 

İşsizliği, ücretleri baskılamanın en önemli aracı olarak gördüğü için kurumsallaştıran kapitalizm şartlarında tam istihdam beklemiyoruz. Ancak işsizlik oranını, uluslararası ölçeklerde makul kabul edilen yüzde 4 – 5 düzeyine çekmek için bile yılda 1 milyondan fazla iş olanağı yaratılması gerekiyor. 

Türkiye’nin her yıl istikrarlı biçimde ve yüksek oranlarda büyüdüğü varsayımıyla bile kapitalist makuliyet seviyelerine ulaşmak en az 20 yıl alır!

Türkiye ekonomisinin büyüme ortalamaları (yüzde 4 – 5) bunu karşılamaz. Dahası, istikrarlı değildir. İki büyük, bir küçülür… 

Yatırım seviyeleri bunu karşılamaktan çok çok uzaktır. Hesaplayalım:

Teşvik verilerinden yaptığım hesaplamaya göre Türkiye’de bir kişiye iş yaratmak için yapılması gereken yatırım yaklaşık 700 bin liradır. (Bu rakam "emek yoğun – teknoloji düşük" yatırım kalıbı içindir. Teknoloji yükseldikçe rakam da yukarı gider.) Bu takdirde her yıl yeni katılana iş bulmak, işsiz stokun eritmek için 1.2 milyon kişilik istihdam yaratmak için gerekli yatırım tutarı 850 milyar lira olur. Aylığı 70 milyara gelir. Türkiye’de gerçekleşme kaç liradır? 

Diyelim nükleer santral yatırımı teşvik almış… Ya da THY, 50 uçak sipariş etmiş… Bu gibi istisnai aylar hariç aylık ortalama 10 – 20 milyar lira arasında gidip gelir… 

Bundan şu sonuç çıkar ki… Bu yatırım seviyeleri ile bu şartlarla, bu politikalarla Türkiye’de işsizliği makul seviyelere çekmek bile olanaksızdır. Türkiye’nin hacıyatmaz rantiye kapitalizminin vurguncu tarzı, şirketler cephesinde çok hızlı büyümeyi getirirken, istihdam tarafında tam bir fiyaskodur. İstihdam tarafında hızlı ilerlemek ve dehşet verici boyutlara ulaşan bu sorunun eziciliği azaltmak için sosyal politikalara dönmek zorunludur. 

"Her şirket 2 işçi alsın" talimatıyla olmaz!

Külliye’de açık artırma düzenleyip, "Filanca bey sen kaç kişi alıyorsun?" diye patronları yağcılık yarışına sokarak olmaz!

Türkiye’yi krizden çıkarıp, sağlıklı bir büyüme temposuna sokmak gerekir. Bu, KGF’den, kamu bankalarından kredi pompalayarak, yetmedi özel bankaların baskıyla kredi vermelerini sağlamakla olmaz!

Asıl "yatırım ortamı" gerekir. Birçok analizde bunun atlandığını görüyoruz. Matematik toplama çıkarma bakiyelerine bakarak kurulan her fikir, temel şartı (istikrarlı bir huzur ortamı) denkleme koymadığı için açığa düşmeye mahkumdur. Bu konuda Türkiye’nin en büyük dezavantajı hükümetin siyasi gündemidir. Aya Sofya’yı açıp minberine kılıçla çıkılıyor! Taliban gelip bayrak açıyor! Sultanahmet’e ortaçağdan sökün etmiş şeriat kortejleri yürüyor. Anayasası’nın başlangıç hükümlerinde, "demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti" olduğu, bunun değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez olduğu yazan bu ülkede, bir dergi, hilafet çağrısı yapıyor! Şimdi de bir haftada 10 kadın katledilirken, nümayişe geçen tarikat azınlıklarının oyuna mahkum olarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi tartışıyor.

Görünen o ki hükümetin siyasi gündemi, "tek adam rejimi" kurmanın, yerleştirmenin, kurumsallaştırmanın ötesine geçmiş bulunuyor. Özellikle ana muhalefetin bu tabloyu kavrayışındaki sınırlılık, en büyük handikap olarak görünüyor. Türkiye yeni bir durumla karşı karşıyadır. Bir sonraki seçimde muhalefetin (bilahare güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek üzere) yeni bir ‘tek adam’ seçileceği beklentisi ile AKP’nin "sürekli iktidar" arayışı… Bu iki siyasi hedefin arkasındaki kararlılık ve uçurum, Türkiye’yi kaçınılmaz olarak önümüzdeki dönemde de sürekli gerginlik içinde tutacak. 

Ufukta, ekonominin büyümek ve istihdam yaratmak için talep ettiği "huzur ortamı" görünmemektedir! 

Hükümetin kızgın kriz boğasına karşı yamalı bohçası da işte buda ortaya çıkıyor. Gerçeklerle değil, algıyla uğraşıyor. İşsizlik, enflasyon düşük gösterilecek, büyümenin karşısına artı rakam yazılacak. Dolar, tutulacak!..

Hedefler böyle konulunca, bir biriyle tutarsız, birbirini çelmeleyen kararlar, uygulamalar geliyor. Doları tutmak istiyor, bunun için Merkez Bankası’ndan, kamu bankalarından 100 milyar dolar satıyor ama TL’ye de negatif faiz vererek (TL mevduat faizi, enflasyonun 4 – 5 puan altında!) tasarruf sahibinin dolara kaçmasını teşvik etmiş oluyor. Enflasyonu indirmek istiyor ama "Türkiye ekonomisi büyüyor gözüksün" diye piyasası krediye, paraya boğarak enflasyon yaratıyor.

"Yatırım yapılsın, ekonomi büyüyor gözüksün" diye düşük faizli kredi yağdırıyor ama sisteme talep edilmeden çıkan para dövize gidiyor. Krediler gelsin, ekonomi coşsun istiyor ama bankacılık sektörünün mali yapısını zorlayarak daha büyük bir risk alanı açıyor!

Kuşkusuz, gerçekçi, bilimsel, tutarlı bir çıkış programı da geçici bazı arazları göze alabilir. Ama üç vakte kadar o arazın düzeltileceği ortamları öngörür. Ama şimdi, çıkışın en önemli ayağı (yatırım ortamı, huzur) çökmüş durumda ve işin kötüsü, ağırlaşacağına ilişkin işaretler çoğalıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi