Türkiye faizde neden dünya lideri?

Faiz oranlarının tarihsel, yapısal ve ekonomik temellerini hiçe sayarak, salt siyasi kararla yapılan keyfi indirimler çare olamaz.

Ülkeler arasındaki faiz oranı farkları nereden kaynaklanmaktadır? Siyasal iktisat, çıkışından bu yana bu soruya bir yanıt aramıştır.

Genel olarak söyleyecek olursak faiz paranın kullanımı için ödenen bir karardır. Para işlemleri bir ülkede ne denli yoğun, para sermaye birikim ne kadar faiz ve ödünç verilebilir, fonların yığılması ne kadar yüksek olursa, o ülkede faiz oranları o denli düşük olur.

Dahası, faiz, kârın bir parçasıdır. Faiz oranı birebir, o ülkedeki kar oranına eşit veya ondan daha yüksek olamaz. Zira eğer aynı miktarda karı üretim yapmadan, sadece parayı faize yatırarak elde etmek mümkün olsaydı, hiçbir sermaye yatırımı yapılmazdı. Kapitalizmin daha gelişkin olduğu ülkelerde genelde kar oranları daha düşük olur, dolayısıyla faiz oranları da daha düşüktür. Sermaye birikimi, kar oranlarını düşürdüğü gibi faiz oranlarını da düşürür.

İngiliz filozofu ve siyasal iktisatçı Hume'un sözleriyle "Hiç kimse, yüksek faiz elde edebileceği yerde, düşük kâr kabul etmez; ve hiç kimse, yüksek kâr elde edebileceği yerde, düşük bir faizi kabul etmez."

Hume'a göre; yüksek faiz ve yüksek kâr oranı, her ikisi de "ticaret ve sanayideki küçük ilerlemenin" ifadesidir ve "düşük faiz" de bunun tersinin, yani ticaret ve sanayideki gelişmişliğin ifadesidir.

"Şu halde, ticaretteki bir artış", der Hume, "ödünç verenlerin sayısını büyük ölçüde artırır ve bu yolla faizin düşmesine yol açar. ... Faiz, devletin barometresidir ve düşük oluşu, bir halkın gelişmesinin şaşmaz göstergesidir."

Adam Simit'in yerinde vurgusu ile: (Zengin ülkelerde) "faizin alışılmış piyasa oranı da, en zengin insanlar dışında hiç kimsenin para faizi sayesinde yaşayamayacağı kadar düşük olur."

Davit Ricardo'ya göre de kâr oranı neden, faiz oranı sonuçtur.

YÜKSEK FAİZ OSMANLI’DA DA VARDI

Massie'nin aktardığına göre, 1750  yılında, çeşitli ülkelerdeki ortalama faiz oranları şu şekildeydi:

Hollanda'da yüzde 3, İngiltere'de yüzde 4, Fransa, Almanya ve Portekiz'de yüzde 5-6 Batı ve Doğu Hint Adaları'nda yüzde 9, Türkiye'de (Osmanlı) yüzde 12.

Yine Adam Smith'in aktardığına göre, 1776 itibariyle, Çin'deki ortalama faizin yüzde 20 olduğu söylenmektedir."

271 yıl önceki oranlar böyle imiş. Türkiye'deki faiz oranları, o günün en ileri kapitalist ülkesi olan Hollanda'nın 4 katı, İngiltere'nin 3 katı, Almanya ve Fransa'nın ise 2 ile 2,4 katıymış. Demek ki, ülkede şer'i hukuk düzeninin bulunması veya Şeyhülislamlığın fetvaları da faiz oranlarına pek fayda etmiyormuş.

Bu oranları aktaran Massie, oradaki farklara dair 1750 yılında, bir karşılaştırma daha yapıyor. "Hollanda'da ticarette çalıştırılanların sayısı, ülkede yaşayanların sayısı içinde en yüksek orandır. ... Faiz... en düşük düzeydedir. Bu oransızlığın daha olduğu Türkiye'de faiz oranı daha yüksektir." Massie de, Hume gibi, faizdeki düşüşü sermaye birikimine ve onun sonucu olarak karların düşmesine bağlamaktadır. 
İleri kapitalist ülkelerde ve Türkiye'de faiz oranları, bugün ise şu şekildedir. (Eylül-Ekim 2021 itibariyle, 10 yıllık tahvil faizleri)

ABD'de yüzde 1,48, İngiltere'de yüzde 0,7, Japonya'da yüzde 0, Almanya'da -yüzde 0,22, Hollanda'da -yüzde 0,4, Çin'de yüzde 2,7 (5 yıllık tahvil), Türkiye'de ise yüzde 18,48.

Yani Türkiye'deki faiz oranları, ABD'nin 12,5 katı, İngiltere'nin 26,4 katı, Japonya, Almanya ve Hollanda'nın ise kaç katı olduğunu hesaplamak için yüksek matematik gerekiyor. Zira bu ülkelerde faiz oranı sıfır ve ekside! En düşük faizler Hıristiyanlığın (ABD, İngiltere, Almanya, Hollanda) ya da ateizmin ve tanrısız dinlerin (Japonya, Çin) yaygın olduğu ülkelerde iken, en yüksek faiz ise Türkiye'de. Bu tablo bile, faiz meselesinin dinsel inançlarla ilgili olmadığını sergiliyor.

Demek ki, oradan geçen üç yüzyıla yakın zamanda, ileri kapitalist ülkelerle Türkiye'deki faiz oranları arasındaki fark azalmamış, tersine artmış. Adam Simith, Hollandalılar’ın "kendi ülkelerindeki orandan daha yüksek faiz oranının olduğu yerlerde özel kişilere borç verdikleri büyük para tutarından söz eder. Demek ki, temel ilişkiler 250 yıldır pek değişmemiştir. -ileri ülkelerde düşük, geri ülkelerde yüksek faiz oranları, aynı zamanda ileri kapitalist ülkelerin geri ülkelerde finansal kazanç elde etmesini de mümkün kılar.

Dahası, 1776'da Çin'deki faizler Türkiye'dekinin 1,6 katı iken, 2021'de Türkiye'deki faizler Çin'in 6,8 katına çıkmış. Çin 1949 Devrimi'nin sağladığı bağımsız ve atılımlı ekonomik gelişme yolunda yürüyerek, ileri ülkelerle arasındaki makası kapatıp, öne geçmeyi başarmış.

Her ne kadar faiz oranları anlık olarak değişse de, bu oranların bir yanıyla da tarihsel ve yapısal etkenlerce belirlendiğini görüyoruz. Günümüzde de dünya kapitalist ekonomisinde, bir yanda sıfır eksi yada çok düşük faiz oranlarına sahip mali sermaye ülkeleri var, diğer yanda ise bu ülkelerin para sermayesini çekebilmek için onlara kıyasla bir kaç kez faiz vermek durumunda olan sanayi ülkeleri. O yüzden, Türkiye'nin gerçek durumunu daha iyi anlayabilmek için, benzer konumdaki, orta derecede gelişmiş kapitalist ülkelerle kıyaslamak gerekecektir. Peki, benzerlerine kıyasla Türkiye'deki faiz oranları nasıldır?

Yine, 11 Eylül tarihi itibariyle 10 yıllık hazine tahvil faizlerine bakacak olursak: Malezya yüzde 3,2, Filipinler yüzde 4,2, Şili yüzde 5,1, Peru yüzde 6,2, Hindistan yüzde 6,2, Endonezya yüzde 6,2, Rusya yüzde 7,1, Kolombiya yüzde 7, Meksika yüzde 7, Güney Afrika yüzde 8,8, Pakistan yüzde 9,8 (Dolara endeksli tahvil), Brezilya yüzde 11,1.

Görüldüğü üzere benzer kategorideki ekonomiler içinde de faiz oranlarında Türkiye ile yarışabilen yok! (10 yıllık tahvil faizine erişemediğim Arjantin, bunun istisnası olabilir, zira sadece Arjantin'de enflasyon oranı Türkiye'den yüksektir.)

Peki bu ülkelerle aramızda büyük ekonomik gelişmişlik farkları yokken, faiz oranları arasındaki 1,7 ile 5,7 kat farkı nasıl açıklayabiliriz? İşte o da AKP iktidarının Türkiye ekonomisine verdiği hasarın somut, açık ve net bir göstergesidir.

AKP döneminde, özellikle de 2008 ekonomik krizi sonrasında başlayarak 2013'te biten "ucuz dolar" döneminde ekonomik dışa bağımlılık tırmanışa geçti. Bu aynı zamanda AKP'nin halen en büyük başarısı olarak anlatılan dönemdir! Merkez Bankası politika faizinin yüzde 8'e kadar düştüğü, dolar kurunun 1-1,5 TL aralığında olduğu bu dönemde ucuz dolar imkanını stratejik sanayı yatırımları yapmak için kullandı. Aşırı ithalat bağımlılığı, 2013'te FED'in faiz artırması ve ucuz dolar döneminin kapanmasından başlayarak, Türkiye ekonomisinde kronik bir döviz finansmanı sonunu yaratmıştır. Bu da büyük cari açığa, yüksek enflasyona ve yüksek faiz oranlarına yol açmıştır.

Bu durum karşısında, faiz oranlarının tarihsel, yapısal ve ekonomik temellerini hiçe sayarak, salt siyasi kararla yapılan keyfi faiz indirimleri çare olmadığı gibi, tüketimi (özellikle konut satışını) teşvik etmek için atılan bu adımlar her seferinde ters teperek önce dolar kurunu, sonra enflasyonu ve nihayet faiz oranlarını yükseltmiştir.

Örneğin, Merkez Bankası'nın son PPK toplantısında verdiği 1 puanlık faiz indirimi kararı, hem 10 yıllık ve 5 yıllık hazine tahvil faizlerini, hem de (Türkiye'nin kredi iflası risk primi olan CDS'i yükselterek) Dolar-Euro kredi faizlerini yükseltmiştir. ABD 10 yıllık hazine tahvillerinin faizi yüzde 1,48 iken, 10 yıllık bir dolar kredisi için Türkiye yüzde 6-6,5 faiz ödemektedir. Ayrıca negatif reel faiz politikası, banka mevduatlarında dolarizasyonu teşvik ederek nihayetinde orta vade de faizlerin daha da yükseleceği bir duruma yol açmaktadır (Kasım 2020'de Berat Albayrak'ın istifası, bu durumun tescili idi). Yine, TL faizlerini suni biçime düşürülmesi, ağırlıkla döviz kredileriyle yapılan sabit sermaye yatırımlarını sekteye uğratırken TL kredisi çekip döviz veya Bitcoin almak gibi spekülatif işlemlerin önünü açmaktadır. 

Kısacası, AKP'nin ekonomiye verdiği hasarın enflasyonu istatistik oyunlarıyla düşük göstermek, konut kredileri musluğunu açmak üzere Merkez Bankası politika faizini düşürmek gibi yöntemlerle düzeltilmesinin de olanağı yoktur. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi