Ragıp Zarakolu
12 Eylül karanlığında bir ışık mahali
12 Eylül kışı ağır geçti, siyasal baskı bunu daha fazla hissettirdi. O kadar karanlık ve soğuk bir kış hatırlamıyorum hayatımda. Tutukluluk süreci Irkçı Güney Afrika Cumhuriyeti'nden kopya çekilerek 90 güne çıkarılmıştı. Ve adım adım Latin Amerika’daki Condor planı coğrafyamıza aktarılarak, Şili’deki Pinochet rejimi adım adım bizde inşa ediliyordu.
12 Mart'ın siyasal açıdan sonuç olarak başarısız olması, birçok çevrede, "artık darbe olmaz" rahatlığı yaratmıştı. Buna rağmen darbe olunca da genel beklenti 12 Mart gibi bunun da çok uzun olmayan bir sürede sonlanacağı ve devrimci hareketin yine küllerinin üstünden yükseleceği idi.
Bunun olumlu sonuçları da olmadı değil. 1980’lerin ortalarına kadar üniversitelerde hakim olan eğilim soldu. Kimi devrimci hareketlerin kırsalda ve dağlarda varlığını 4 yıl kadar sürdürmeyi başaran kadroları vardı.
Ancak 1985’ten itibaren her tahliyeden sonra dışarı çıkan abiler, devrimci hareketleri "toparlama" adına, inisiyatiflerle yaratıcı bir iletişim sağlamak yerine, yeni dağılmalara neden oldu.
Devrimci hareketi kitleselleştiren bir inisiyatif hareketi olması idi. Ama darbeden sonra da yaşamaya devam eden direngen inisiyatifler engellendi, "hareketi toparlama" adına bunlar peş peşe dağıtıldı yada küstürüldü.
Müftüoğlu’nun, darbeden sonra televizyonda arananların resmi verilmeye başlanınca, ilk tepkisi "büyü bozuldu" demek olmuş. Çünkü 12 Eylül rejimi bu yığınsal hareketi sadece aranmakta olan bir yazı kuruluna indirgemişti. Efsane bitmiş, "a, meğer bunlarmış" söylemi yerini almıştı.(*)
Cuntaya karşı herkesin umut bağladığı, efsanevi "direniş komiteleri" neredeydi?
Cemmay da bir anlamda 12 Eylül karanlığında ışığı canlandırmayı başaran bir inisiyatif hareketi idi. Biraz olsun soluk almak isteyenler, öğrenci, akademisyen, gazeteci, yazar yada çevirmenler için, okurlar için, ayrımsız her sol eğilimden olan insanlar için, eski tüfekler için, az sayıda da olsa devam eden Ankara’daki Dost Kitabevi, İstanbul’daki Beyaz Adam Kitabevi gibi gibi ilerici kitapçılar için, 12 Eylül sonrası kurulan Metis gibi yeni yayınevleri için Cemmay ortak bir buluşma noktası olacak, baskın sonrası boşalan, boşaltılan rafları yeniden kitaplarla dolacaktı. A. Kadir’lerin, genç şairlerin, asım Bezircilerin uğrak yeri olmuştu Cemmay.
Arka oda Aziz Nesin’e tahsis olunmuştu. ANZ onun ünlü yıllıklarının çıkmasına ve kitaplarının yeni basımına da yardımcı oluyordu. Mefail Usta ve Niyazi ustayı ayarlamıştı ANZ, Aziz Bey için. Ahmet Nesin de gençlerle koşturuyordu ağır dağıtım işinin yükünü üstlenerek.
Bunu sadece kendi sol kimliğine değil, yurttaşlık haklarına, insanlık onuruna cesaretle sahip çıkan Ayşe Nur Zarakolu sağladı. Ve inisiyatif hareketinin gençleri ile başardı bunu. Harika genç insanlardı bunlar tek tek. Önderlik yapıyorum havalarına girmeden, komiserlik yapmadan sağladı bunu. Ki bence gerçek önderlik de budur. Bir maestro gibi orkestranın uyum içinde, herkesin birlikte işlev görmesini sağlamaktır.
Hürriyet Gazetesi o zamanlar Cağaloğlu’ndaydı ve Cemmay’a komşuydu. Ahmet Altan dahil, birçok genç gazetecinin öğle tatillerinde kaçamak yaptığı bir yer olmuştu Cemmay. Milliyet ve Cumhuriyet’ten gelenler de olurdu.
3 yıl içinde Cemmay zirve yapmıştı ve itibarı ile Ankara şubesi konumundaki Adaş dağıtıma da destek veriyordu. Cemmay çalışanları fedakarca kamyonlarla ders kitabı iletiyordu Ankara’ya.
12 Eylülü anlatan ilk kitap olan Mehmet Ali Birand’ın ünlü kitabının tek dağıtımını da ANZ üstlendi.
1984 sonbaharında Kitap baskı üstüne baskı yaparken, Cemmay standında Mehmet Ali Birand, Aslan Başer Kafaoğlu, Gülten Akın birlikte kitap imzalarken, onların etrafında koşturan üniversiteli genç çalışanlardan birinin, arandığı haberi geldi.
Standda okurlar Gülten Akın ile Mamak’taki açlık grevini anlatan "42 Gün" ü, Mehmet Aki Birand ile 12 Eylül’ü, Aslan Başer Kafaoğlu ile 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül ekonomisini tartışıyordu.
Fuarın bitimden bir hafta sonra ANZ, bir cumartesi günü Cemmay’ı kapattıktan sonra Cağaloğlu Yokuşundan aşağı inerken, bir minübüsle adeta kaçırılırcasına gözaltına alındı.
Gözaltı süresi 30 gündü ama 42 gün tutuldu emniyette. İşkence odasında işkence ye gözü kapalı tanık yapılarak bence daha ağır işkence gördü. Biz ise hergün Denizle birlikte Gayrettepe kapısındaydık
Ve oradan kendisinden istenen genç üniversiteliyi kurtlara vermeden kahramanca çıkmayı bildi.
Ne yazık ki, artık eski inisiyatif günleri artık yavaş yavaş geride kalmaya başlamıştı. Herkes "kendi" firmasını kurmaya başlamıştı. Kollektif projeler "out", özel yeni şirketler "in" idi.
Ayşe o dönemde bir inisyatifi ayakta tutmak ve sol kültürün yaşamasını karınca kararınca sağlamak yerine, zaten var olan kendi "şahsi" firmasını canlandırmak için çalışabilirdi. Tam tersine onu geri planda tuttu.
Ayşe serbest kaldıktan sonra Cemmay’ı çalışanlarının ortak olacağı bir inisiyatif kurumuma dönüştürmek istedi. Bu aynı zamanda, tescil edilmemiş olan devir işlemlerini de yasal olarak güçlendirecekti. Buna, "sokakta bunlardan çalışacak çok var" yanıtı alacaktı.
Ayşe bunun için uğraşırken, ne yazık ki gençler toplu olarak ayrılıp kendi dağıtımlarını kurdular, doğrudan bağlantıda oldukları önemli müşterileri de çekerek. Ayşe, haber verseler ben de ayrılırdım diyecekti.
İnisiyatifin idealist günleri bitmiş, komiserlik anlayışı boy göstermeye başlamıştı. Ve Özal ekonomisinde, başarı ölçüsü olan "ne kar ettin" anlayışı çerçevesinde, ANZ’nin "şirketi" başarılı biçimde yönetemediği saptaması ile Cemmay’a saygısızca bir "komiser" atandı. Herhalde sene 1988 olmalı.
Bu kendisine "tebliğ" edildiğinde, Ayşe pencere önündeki masasından kalktı ceketini aldı anında, İHD’ye gitti. Kimsenin teşekkürüne de ihtiyacı yoktu. Leman Fırtına ile, Gülüzar Ana ile birlikte, Didar Şensoy ile ve diğer analar ile birlikte cezaevi cezaevi gezip raporlar hazırladı, siyasal tutukluların koşullarını düzeltmeye adadı kendini.
Oligarşi oligarşi diyen kimilerin oligark olacağı günler başlamıştı. Ve 60’lardan, Akşam gazetesinden kök alan, bir çok kuşağın deneyimini içinde barındıran, 70’lerdeki sol kültürün yükselişin taşıyıcılarından, 12 Eylül sonrası direnişin odaklarından biri olan, efsanevi CEMMAY, ekonomik olarak bir KİT muamelesi görecek, Özal ekonomisi mantığının "sol" kesime yansımasının sonucu olarak, kaptansız, mürettebatsız bir hayalet gemi olarak okyanusta ölüme terk edilecekti. Ekonomik olarak birikim kökünü Cemmay’dan alan bir yapı, hiçbir entelektüel, siyasal ölçütü dikkate almadan onu sonlandırmayı tercih edecekti. 12 Eylül’ün yapamadığı yapılmış olacaktı bir yerde.
Direnişi örgütlemeyi beceremeyenlerin direnenlerden kompleks duymasından daha doğal refleks olabilir mi? Ayrıca insanı ölüme götüren kanser de insanın kendi bünyesinden türemez mi?
(*) Cahit Akçam ve Veli Sevil, Tarihle Söyleşiler, kitap 1, Özgür Açılım Yayınları, Ankara 2014.