1998 Adana Mutabakatı hikâyesi

Tutanak baştan aşağı Suriye’nin taahhütlerinden ibaret ama, Türkiye’nin Suriye’ye girip tek yanlı harekât yapmasına ilişkin tek kelime yok.

CB Erdoğan, komşu Suriye toprağına tank üstüne tank sevk etmeyi, 05.02.2020’deki parti grubu konuşmasında yine bu belgeyle açıkladı. Büyük bir özgüvenle şöyle dedi:

"Elimizde kapı gibi 1998 Adana Mutabakatı var. Gereğini yapacağız. Türkiye'ye gerektiğinde Suriye topraklarında operasyon yürütme hakkını tanıyor."

***

Bu konunun durmadan gündeme getirilmesi sürecine geleceğim ama, önce şu olasılıkları konuşup geçelim:

1) Ya CB Erdoğan hiç kapı görmemiş (espri, espri);

2) Ya tutanak metnini görmemiş veya okumamış veya istediği gibi anlamış (dış politikadan anlamasa bile zeki bir insan olduğu için zayıf olasılık);

3) Ya bu metni kabul eden Baba Esad’ın moron olduğunu düşünüyor (Baba Esad "kafasında yedi tilki dolaşır ve kuyrukları birbirine değmez" denilen biri olduğu için, zayıf olasılık);

4) Yahut da Türkiye’nin yüzde 99,5’inin dış politikayı "İnşallah biz, en kısa zamanda Şam’a gidecek, Selahattin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı da kılacağız" düzeyinde bildiğini biliyor. (ki, güçlü olasılık da bu.)

***

Önce, bahsettiğim süreci görelim çünkü çok öğretici:

1) 23 Ocak 2019 günü CB Erdoğan’la Moskova'da yaptığı görüşme sonrası bu 1998 tarihli belgeyi ilk defa Putin dile getiriyor. Erdoğan da, yukarıda söylediğim özgüven henüz yok, ertesi gün Putin’e katılan bir demeç veriyor: "Bunun üzerinde ısrarla durulması gerekiyor."

Putin’in amaçları şunlar:

a) Suriye topraklarında bir "güvenlik kuşağı" kurmaya karar vermiş ve hazırlıklarını yapmış olan Erdoğan’ın ABD’yle anlaşıp tek taraflı bir müdahalede bulunmasını önlemek;

b) Çok daha önemlisi: Bu Mutabakat (hemen aşağıda maddelerinde göreceğiz) Suriye’yle diyalog kurmayı gerektirdiği için, Ankara’yı Şam’la el sıkışmaya zorlayarak Rusya’nın "bölge simsarlığı"nı iyice tescil ettirmek.  

Erdoğan niye destekliyor? Çünkü "terörü önlemek amacıyla" Suriye’ye "güvenlik bölgesi" kurup yerleşmek için elinde hiçbir meşruluk zemini bulunmuyor. Bunun içindir ki o anda şöyle demekle yetiniyor:

"Adana Mutabakatı önemli bir konu. Türkiye bunu işlemeli. Üzerinde ısrarla durulması gerekiyor. Bunun Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını hissettirebileceği önemli bir anlaşma olduğu kanaatindeyim." Bakan Çavuşoğlu ise bu umut dolu temenniyi daha açık ifade ediyor: "Putin’in, ‘Türkiye müdahale edebilir’ anlamında söylediğini düşünüyorum, bu da olumlu."   

2) Bunun ardından Erdoğan 7-8 Ekim 2019’daki Sırbistan gezisinde temenniyi tekrar ve bu sefer çok daha cesur biçimde dile getiriyor: "Buna göre, rejim tarafından PKK’ya karşı tedbir alınmayacak olursa, bizim güçlerimizin onu kovalama hakkı vardır."

3) Türkiye’nin heyecan dolu hevesini tespit eden Putin fırsatı kaçırmıyor, Mutabakat’ın uygulanmasını kolaylaştıracağını 22 Ekim 2019 tarihinde Soçi’de ilan ediyor. Bu husus Soçi belgesine girecek ve sınırın 10 km derinliğinde dolaşacak Türk-Rus ortak devriyesi için meşrulaştırıcı zemin olarak kullanılacak. Bu devriye sünnet çocuğu dolaştırır gibi uygulanacak ve İdlib’deki Rus tutumunu protesto için Türkiye tarafından 4 Şubat’tan sonra süresiz olarak iptal edilecektir. 

4) Son olarak CB Erdoğan, 5 Şubat 2020’deki AKP grup toplantısında en yukarıda verdiğim "kapı gibi…" konuşmasını yapıyor.

***

İsterseniz artık zurnanın zırt dediği deliğe gelelim. Mutabakat’ın hikâyesine ve de metnine.

"Mutabakat" denmekte, çünkü iki taraf arasında yapılan ve parlamentolardan geçmeyen bir görüşmenin tutanağı bu. Bizim Mülkiye hocaları olarak çıkardığımız TDP ciltlerinin ikincisinde anlatılıyor (s. 563-567):

Öcalan uzun zamandır Suriye’de üslenmekte. ABD’nin K. Irak’ta bir Kürt devleti kuracağından bahsediliyor. Bu ortamda Türkiye, Suriye’ye karşı tavrını sertleştiriyor. 16 Eylül 1998’de KKK Org. Atilla Ateş Hatay’a gidip ültimatom niteliğinde bir konuşma yapıyor: "Her türlü fesatlık Suriye’den çıkmaktadır, Türkiye beklediği karşılığı alamazsa her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır."

Hemen ardından, CB Demirel ve GenKur Bşk. Org. Kıvrıkoğlu el yükseltiyor ve sınıra askerî birlikler sevk ediliyor. Mısır ve İran’ın arabuluculuğu sayesinde diplomasi devreye giriyor ve Öcalan 17 Ekim’de Suriye’yi terk ediyor; sonradan Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirilecektir.

19-20 Ekim’de Dışişleri Müsteşar Yrd. Uğur Ziyal ile Tümgeneral Adnan Badr Al Hassan Adana’da buluşuyorlar. Görüşme tutanağı baştan aşağı Suriye’nin taahhütlerinden ibaret. Şöyle ki:

***

1) Öcalan artık Suriye’de değildir ve kendisinin ve PKK unsurlarının dönmesine izin verilmeyecektir.

2) PKK kampları artık Suriye’de değildir ve kesinlikle olmayacaktır. Birçok PKK’lı tutuklanmış ve adalete sevk edilmiştir. Listeleri vardır ve Türk tarafına iletilmiştir.

3) Türkiye’nin güvenliğini bozmaya yönelik hiçbir faaliyete Suriye topraklarında izin verilmeyecek ve PKK’nın silah, lojistik malzeme ve parasal destek teminine ve propagandasına müsaade edilmeyecektir.

4) Suriye, PKK’nın terörist bir örgüt olduğunu kabul etmiştir ve onun tüm yan kuruluşlarının bütün faaliyetlerini yasaklamıştır.

5) Suriye, PKK’nın eğitim ve barınma amaçlı kamp ve diğer tesisler oluşturmasına ve ticari faaliyetlerine izin vermeyecektir. Örgüt mensuplarının üçüncü bir ülkeye geçişleri için Suriye’yi kullanmalarını yasaklayacaktır.

6) Suriye, terör örgütü elebaşısının ülkeye girmemesi için bütün tedbirleri alacak, sınır kapılarını bu yolda talimatlandıracaktır.

Uygulamayı kolaylaştırmak için mekanizmalar da kuruluyor: a) İki ülke arasında derhal ve doğrudan telefon hattı tesis edilecek; b) Taraflar, diğer tarafın diplomatik temsilciliklerine ikişer özel görevli atayacaklar; c) Türk tarafı tedbirleri denetleyecek bir sistem kurulmasını istiyor, Suriye tarafı da öneriyi kendi makamlarının onayına sunacağını söylüyor; ç) Lübnan’ın da onayını alarak PKK’yla mücadele üçlü çerçevede ele alınacak; d) Suriye tarafı, tutanaktaki taahhütleri uygulamak için gerekli tedbirleri alacak.

Çok açık: Tutanak baştan aşağı Suriye’nin taahhütlerinden ibaret ama, Türkiye’nin Suriye’ye girip tek yanlı harekât yapmasına ilişkin tek kelime yok.

Gizli madde de yok, zaten olsaydı CB Erdoğan (aynen üniversite diploması gibi) çoktan açıklamıştı. Bizim bütün yetkililerle de konuşup teyit ettirdim.

***

Sonraki gelişmeleri hatırlayacaksınız:

1) 10 Haziran 2000’de Hafız Esad ölünce Türkiye uygulama konusunda ciddi endişeye kapılıyor fakat yerine oğlu Beşar Esad geçince rahatlıyor. CB Sezer ilk resmî yurtdışı ziyaretini cenaze töreni için Şam’a yapıyor. Uygulanan teşvikler sonucunda Mart 1999’da iki ülkenin ticaret hacmi 700 milyon dolara ulaşmıştır.

2) Başbakan Erdoğan’la Beşar Esad 2008’de Bodrum’da ailecek tatile çıkıyorlar.

3) 1998 Adana Mutabakatı, Davutoğlu tarafından Aralık 2010’da imzalanan ve Nisan 2011’de resmen yürürlüğe konulan "Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması"yla genişletiliyor, gerektiğinde ortak operasyonlar yapılması öngörülüyor.

4) Fakat Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan, Arap Baharı diye adlandırılan, fakat kısa zamanda İslamcı Müslüman Kardeşler hareketi olduğu anlaşılan olay Libya ve Mısır üzerinden Nisan 2011’de Suriye’ye bulaşıyor. 2013 geldiğinde Esad yönetimi ülke toprağının ancak %30-40'ını kontrol edebiliyor; yani 1998’i veya Nisan 2011 Anlaşmasını uygulaması fiilen imkansız.

5) Esad direnmeseydi, Müslüman Kardeşler Tunus’tan Suriye’ye (yani Türkiye sınırına) kadar bir Sünni İslam kuşağı kuracaktı. Bunun doğal lideri olacak Erdoğan, bu rüyayı engelleyen Esad’ı asla affetmiyor; artık o "Esed"dir.

6) Diğer yandan, Mayıs 2013’te Gezi protestoları başlıyor, Aralık’ta da 17-25 tapeleri patlak veriyor.

Gerisini anlatmaya gerek yok. 

"Türkiye'ye gerektiğinde Suriye topraklarında operasyon yürütme hakkını tanıyan kapı gibi" Adana Mutabakatı’nın makyajsız öyküsü böyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Baskın Oran Arşivi