Mehmet Altan
2. Cumhuriyet, yeniden, hemen, şimdi
"2023 yılından sonra, seçim sonucu nasıl olursa olsun, Türkiye’yi adeta yeniden kurmak gerekecek" diyen Türkiye’nin dünyalı akademisyenlerden Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu geçen Cuma, haftalık Oksijen Gazetesi’nde son otuz yıldır tartışılan temel bir konuyu güncelleştirerek "Restorasyon mu, yeniden Kuruluş mu?" başlıklı dikkat çekici bir yazı yazdı.
xxxxxx
Yaycıoğlu yazısına otuz yıl önce öğrenciliği sırasında "ilginç bulduğu ama katılmadığı" 2. Cumhuriyet tezini anımsatarak başlıyor:
"Mehmet Altan 1990’lı yıllarda 2’nci Cumhuriyet tartışmasını başlattığında ben üniversite, daha sonra yüksek lisans öğrencisiydim. Mehmet Altan Türkiye’nin radikal bir reform iradesi ile yeniden kurulmasını, böylece 1923 Cumhuriyeti’nin halledilemeyen yapısal sorunlarının yeniden kuruluş süreci içinde çözülmesini öneriyordu."
Bu teklife neden katılmadığını da anlattığı yazısında 2. Cumhuriyet tartışmalarının serüvenini de özetliyor:
"Mehmet Altan’ın 2’nci Cumhuriyet kavramı tam da bu eleştiriler ışığında Türkiye’yi yeniden tasarlamak teklifiydi. Gerçi Altan doktora tezinden beri üzerinde durduğu Türkiye’nin tarihsel geri kalmışlığını inceliyordu ve bir tarih tezi ile karşımıza çıkıyordu. Altan bir yönüyle Marksist unsurlar barındıran bir tarih okuması ile Türkiye’nin Osmanlı nizamının teşekkülünden 20’nci yüzyıla oluşturduğu kurumsal birikimin üretime, sermaye birikimine ve mülkiyet güvencesine dayalı bir kapitalizmin oluşmasına engel teşkil ettiğini söylüyordu. Bu kurumsal geri kalmışlığın ancak bir program içinde kurumsal yapıyı radikal bir şekilde yeniden tasarlayıp ülkeyi yeniden tesis ederek ortadan kaldırılabileceğini savunuyor, bu olası yeni tasarıma 2’nci Cumhuriyet ismini veriyordu. Altan aynı zamanda ekonomik ve siyasal liberalizm, üretim ekonomisi ve özgürlükler arasında organik bir rabıta olduğunu iddia ediyordu."
xxxxxx
Stanford Üniversitesi Hocası Ali Yaycıoğlu, yazısının finalinde de neden 2. Cumhuriyet tartışmasını hatırlattığını da kendi berrak akademik nedenselliği içinde açıklıyor:
"2023 sonrasında muhalefet seçimi kazansa bile bir restorasyon yani eski cumhuriyeti ihya etme imkanının olduğunu, toplumda da böyle bir istek bulunduğunu düşünmüyorum. Önümüzdeki dönemde cesaretimizi toplayıp, yüz yıllık serüvenimizi güçlü bir tarihsel analize tabi tutup, Türkiye’nin tüm birikimini seferber ederek cumhuriyeti, anayasal çerçeveyi, kamu düzenini, ekonomik sistemi... hemen her şeyi yeniden tasarlayıp, kurmak zorundayız. Tabii bu aynı zamanda eski sorunların çözülmesi, tarihsel mağduriyetlerin giderilmesi ve toplumsal barışı tesis etmek için bir imkân veriyor. Önümüzdeki süreçte ne yapacak isek bir restorasyon olasılığının olmadığının farkında olarak yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu düşünceler beni Mehmet Altan’ın 1990’lı yıllarda söylediklerine mi yaklaştırıyor? Bilmiyorum. Sanmıyorum. Buna Mehmet Hoca ile yeniden konuşunca karar veririz. Ama her halükârda Altan’ın 1990’lardaki teklifini 1990’ların hikayesi içinde yeniden bir bağlama oturtmamız, bir yandan da yeniden kuruluş meselesini düşünmemiz gerekiyor, öyle değil mi? Yeniden kuruluş artık bir tercih değil sanki, bir zorunluluk."
xxxxxx
Gerçekten de "yeniden kuruluş" bir zorunluluk…
30 yıl önce tek parti döneminin baskıcı, bireysel kült anlayışı üzerine bina edilen Cumhuriyet’in zaaflarını AB standartlarında onarıp "demokratikleştirmek" gerektiğini söylediğimde o sırada "egemenler" ayağa kalkmıştı.
Şimdi başta ülkenin kurucu partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, İlker Başbuğ bile "cumhuriyetin demokratikleştirilmesinden" söz ediyor.
xxxxxx
Ama 30 yıllık bir gecikme ve muazzam bir çürüme var…
Önce askeri vesayet, sonra kendine yeni müttefikler bulan "dinci vesayet" Türkiye’yi iyice çürüttü…
Yaycıoğlu yazısında bu nedenle "yeniden kuruluş" zorunluluğunu dile getiriyor.
xxxxxx
Bir ülke battığında, bir gün kurtulup yeniden su üstüne çıkarak yüzebilir… Böyle bir ihtimal vardır.
Ama bir ülke çürümeye başladığında o ülkenin kurtuluşu çok zorlaşır. Kurumları çürür… Çürümüş parçaları iyileştiremezsiniz…
Çürümüş bütün parçaları kesip yeniden yapmanız gerekir.
Türkiye’de çürüyen kurumların niteliğine ve sayısına baktığınızda, bu işin öyle bir iki reformla çözülemeyeceğini ve çürümenin yavaştan yavaştan topluma da sirayet etmeye başladığını görürsünüz.
xxxxxx
Tarih kaybolan toplumlarla dolu… O toplumlar çürümüşler ve o çürümeyi iyi edemedikleri için köklerinden kırılıp tarihe karışmışlar.
Biz bu çürümeden kurtulmak istiyorsak, cumhuriyeti "temelinden" yeniden oluşturmalıyız bence.
"Temel" nedir… Bir topluluk değil de bir "toplum, bir kabile değil de bir devlet olmak istiyorsak "temel" hukuktur.
Hukuksuz yaşayarak bir toplum da olamazsınız, bir devlet de olamazsınız.
xxxxxx
Hukuk, bir şeyi "hak ettiğine" inanan bireyler ve toplumlar tarafından talep edilir.
Bizim cumhuriyetimizde "devleti ele geçirenler" hep paranın sahibi ve "dağıtanı" olarak konumlanmış, bu konumu kutsallaştırmış, "hak edene" değil devletin tercih ettiğine para vererek, "hak etme" kavramını bilinçli bir şekilde ortadan kaldırmıştır.
Siyaset, devlet hazinesini ele geçirme kavgası olmuştur… "Hangi grup devlet hazinesini ele geçirecek" siyasette kavga hep bu sorunun çevresinde şekillenmiştir.
Hak etme ve hukuk kavramları olmadığında, devlet hazinesi soyulur, soyanlar da bu soygunun hesabını soracak yargıyı bir aparata çevirirler.
Bu açıdan baktığımızda şu soru önem kazanır:
Yargı bu ülkede ne zaman bağımsız oldu, ne zaman evrensel hukukun kurallarına göre karar verdi?
Bu sorunun mantıklı ve vicdanlı cevabı, "hiçbir zamandır."
xxxxxx
Bunca zaman hukuksuz yaşayan bir toplum çürür… Çürüme gittikçe hızlanır.
Siyasi iktidar, bu çürümenin sebebi değil, bu çürümenin parçası ve hızlandırıcısıdır.
Hastalık, AKP iktidarı değildir… AKP iktidarı hastalığın semptomudur.
Yakında iktidardan gidecekler, temel değişimleri yapmadan devlet ve toplum iyileşecek mi gerçekten? İyileşebilir mi?
Ağır ve akut semptomdan kurtuluruz ama hastalık yerinde kalır.
Unutmayın ki Susurluk yaşanırken AKP yoktu.
Nazım Hikmet haksız yere hapse atılırken, Sabahattin Ali öldürülürken, binlerce Kürt yargısız infaza kurban giderken de AKP iktidarı yoktu.
AKP iktidarının son on yıldaki bu insafsız ve hukuksuz rejimi, bu çürümenin sayesinde var oldu.
xxxxxx
Otuz yıl önce "İkinci Cumhuriyet" derken bu çürümeyi önleyecek temel değişimlerin yapılmasını öneriyordum… Hukuksuz ve demokrasisiz bir toplumun çürüyeceğini söylüyordum.
Çürüye çürüye nereye geldiğimizi şimdi neredeyse bütün toplum "aç kalarak" öğreniyor.
Büyük teyzem, "Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin" derdi… Ama bazı toplumlar ancak "açlıkla" terbiye oluyorlar anlaşılan…
Daha korkunç bir ihtimal ise bazı toplumların "açlıkla" da terbiye olmayıp yok olmasıdır.
xxxxxx
Temeli sağlam atılmamış, hukuku sağlam kurulmamış, "hak etme" kavramını içselleştirmemiş, üretmemiş, kazandığından fazlasını harcamaya alışmış bir toplum devletiyle birlikte çürür.
İkinci Cumhuriyet, bu çürümeyi bir daha yaşanmayacak biçimde durdurmak için cumhuriyetin temelini hukuka ve demokrasiye dayandırarak yeniden kurma… Ve bu temelin üzerinde "hak etme" kavramını toplumun zihnine yerleştirecek, çağın gereklerine uygun bir üretim sistemi yaratma önerisidir.
Benim görebildiğim kadarıyla Türkiye’nin önünde başka da bir seçeceği yoktur.
Ya yeniden kuracağız ya da çürüyeceğiz.
xxxxxx
Ben kendi dileğimi söyleyeyim.
"İkinci Cumhuriyet, yeniden, hemen, şimdi…"
Her şeyi hukuka, demokrasiye, eşitliğe uygun biçimde yeniden kurmak için harekete geçelim… Üretimi bu temel üzerinde arttıralım.
Hala vaktimiz var ama sandığımız kadar da fazla vaktimiz yok.
Bu yapıyı daha fazla ayakta tutamayız.
Ben gördüğümü söylüyorum, böyle bir gerçeği görüp de söylememek bana utanç verici gözüküyor.
Söylediklerimi tartışabilir, aldırmayabilir, ya da çoğunlukla yapıldığı gibi bu öneriye hamasi nutuklarla saldırabilirsiniz.
Ama ne yapacağınıza karar verirken çürümüş bir zeminde ağır ağır çürüyerek acı çektiğinizi de unutmayın.