2025 kaldıramayacağı bir yükle geliyor

Siyasetten bağımsız olarak silahlardan tamamen arındırılmış, doğaya uyumlu ve evrensel değerlere dayalı bir sistem inşa etmek için mücadele etmek gerekiyor. Bu başarılamazsa insanlık çevresiyle birlikte yok olabilir.

2025, bir önceki yılın tüm sorunlarını taşıyarak bir sürü bilinmeyenle geliyor. Yeni bir yıla girerken umudumuzu ve neşemizi kaybetmeyelim. Ancak geçmiş yılın bize nasıl bir miras bıraktığını da bilelim.

Rusya-Ukrayna savaşında 3375’i sivil toplam 13.300 kişi öldü, uzlaşma ihtimali uzakta. Suriye’de yıllardır süren iç savaş ülkenin ekonomisini çökertti, altyapısını tahrip etti, milyonlarca kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Batı tarafından silahlı terör örgütü olarak nitelenen HTŞ’nin Batı desteğiyle rejimi devirmesi umut vaat etmiyor. Siyasi, etnik, dinsel ve mezhepsel bölünmelerin çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi içinde uzlaştırılması zor gözüküyor. Kendi ülkesinde çoğulculuğu, katılımcılığı, adaleti sağlayamayan Türkiye’nin Suriye’de öncü rolüne soyunmasının hiçbir anlamı bulunmamakta.

ABD-İngiltere- İsrail’in oluşturduğu imparatorluk hukuku Jürgen Habermas’ın deyişiyle “ateş ve kılıçla” yerleştirilmeye çalışılmakta. İşlenen insanlık suçlarının gerisinde “imparatorluk hukuku” ve “küresel siyasetin ahlak dışılığı” bulunmakta. Ius contra bellum’u (savaşa karşı hukuku) canlandırmak ve orman kanunları yerine, hukuka dayalı kanunları uygulamanın yol ve yöntemini bulmak gerekiyor.

Silahlanarak ve savaşa hazırlanarak barışı sağlamak mümkün değil. Albert Einstein uyarıyor. “Aynı anda hem savaşı engelleyip, hem de savaş hazırlığı içinde olamazsınız. Savaşı engellemek daha fazla inanç, cesaret ve azim gerektirir.” Viktor E. Frankl geçmiş acı deneyimleri hatırlatıyor.“Auschwitz’ten beridir insanın neler yapabileceğini biliyoruz. Hiroşima’dan bu yana ise neyin tehlikede olduğunu biliyoruz.”

Dünyadaki gelir paylaşımının küreselleşmeyle birlikte giderek bozulduğu, az gelişmiş ülkelerde üretimin düşük kaldığı, açlıktan ve hastalıktan dolayı çocuk ölümlerinin arttığı, kadına ve çocuğa şiddetin her boyutta arttığı, çevrenin hızla kirlendiği ,silah üreten teknolojilerin global politikaları etkilediği, işgal ve savaşların önlenemediği, önyargıların ve çelişkilerin kol gezdiği cehennemi bir gezegende yaşamaktayız.

Ünlü ekonomistler ve sosyal bilimcilerden oluşan bir ağ tarafından hazırlanan 2022 Dünya Eşitsizlik Raporu, pandemi başından bu yana küresel hane halkı servetinde dolar milyarderlerinin payının 2020 başlarındaki yüzde 2 düzeyinden yüzde 3,5'e sıçradığını gösteriyor. Dolar milyonerlerinin payı da yüzde 10'dan yüzde 11'e yükselmiş durumda.

Rapora göre dünyanın birçok bölgesinde en zengin yüzde 10'luk kesim, toplam servetin yüzde 60 ila 80'ini elinde tutuyor. Raporda "hane halkı serveti en az 19 milyon dolar olan" süper zengin yüzde 0,01'lik kesimin (520 bin kişiden oluşuyor ) toplam servetteki payını yüzde 10 düzeyinden yüzde 11'e yükselttiği aktarılıyor. Bu kesimin 1995 yılında toplam servetteki payı ise yüzde 7'ydi. Bu durum “pandemi” den önce de zaten hiç eşit olmayan küresel servette bir kutuplaşma olduğunu gösteriyor. Servet daha fazla iktidar ve etki gücü sağlarken eşitsizliği arttırmakta.

Latin Amerika ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi, dünyanın en adaletsiz coğrafyaları olarak öne çıkarken, bu bölgelerde toplam servetin yüzde 75'inden fazlası en zengin yüzde 10'luk kesimin elinde. Türkiye, OECD’de gelir eşitsizliğinde baş sıralarda.

Forbes'un her yıl yayımladığı milyarderler listesine bu yıl rekor sayıda (2.755) yeni dolar milyarderi eklenirken, bu bireylerin toplam serveti de geçen yıla göre 8 trilyon dolardan 13,1 trilyon dolara çıkmış durumda..

Bir ülkenin sınırları içinde yaşayan insanlar arasındaki gelir uçurumu kuşkusuz önemli bir sorun. Bu durumun küresel boyuta taşındığı ve bu kez ülkeler arası eşitsizlik haline dönüştüğü görülmekte.

Özellikle 1980’li yıllarda dünyada görülen liberalleşme hareketlerinin yol açtığı özelleştirme furyası ve akabinde Doğu Bloğu'nun dağılması ile birlikte devletlerin ekonomideki rolü her geçen gün daha fazla azaldı. Yapılan özelleştirmeler ülkelerde yeni bir oligark/elit tabakanın ortaya çıkmasına ve ekonomik büyümenin büyük bir kısmını bu tabakaya mensup zenginlerin elde etmesine neden olmuş durumda..

Ülke içinde de uluslararası alanda da zenginler artık yoksulların yerine ödemede bulunmayı istememekte, hatta onları başlarından atmak istemekteler. Bir yanda savaşların ya da iç çatışmaların dışarıya doğru savurduğu insanlar. Diğer yanda küresel adaletsizliğin, yoksulluğun ve eşitsizliğin kurbanı olup, ölümü göze alarak insanca bir hayatın umuduyla sürüklenenler.

“Dışarıya atılmışları” temizleyen polis, cellat, işkenceci, gardiyan ve yargıçlar sistemin süpürgeleridir. Süpürge varsa atılan ( atık ) ve aşağılanan olarak “süpürülen” ( çöp ) de vardır. Zenci, evsiz, eşcinsel, çingene ilk süpürülenlerdir. Çünkü “ Çöp ancak kimliksiz olduğunda tehlikesizdir.” ( Mary Douglas- Saflık ve Tehlike- Ömer Faruk-“Bir aşağılama aracı olarak çöp”) )

Demokrasinin karanlık yüzüne sahip demokratik devletlerle, otokratik tek adam rejimlerine sahip devletler bu tablonun ortak sorumlusu. İnsanları hiyerarşik bir tahakkümle temsil eden siyaset kurumu ulus üstü şirketlerin yerküreyi talan etmelerine göz yummakta.

Değişirken çelişkileri artan, çözülerek parçalanan, suç ortaklığına dayalı bir dünyada yaşıyoruz. Zygmunt Bauman’ın söylemiyle “Yerkürenin suça bulaşması”, “suçun küreselleşmesi” durumuyla karşı karşıyayız.

Evrensel hukukun geçerli olmadığı, adaletin bulunmadığı bir noktadan yeni bir başlangıç noktasına nasıl dönülecek, yerküreyi tahrip etmeden, dengelerini bozmadan, kaynaklarını eşit ve adil bir şekilde paylaşma imkanı sağlayacak bir inşa nasıl bir yapılanmayla gerçekleştirilecek?

Bu yapılanmanın zihniyeti, temelde silahlanmaya, silahların üretilmesine, savaşa, askeri güce, teknolojinin insanlığın yararı dışındaki alanlarda kullanılmasına, betonlaşmaya, doğanın enerji ve maden aramalarıyla tahribine, insan emeğinin sömürülmesine, insan hakları ihlallerine karşı olmalı.

Siyasetten bağımsız olarak silahlardan tamamen arındırılmış, doğaya uyumlu ve evrensel değerlere dayalı bir sistem inşa etmek için mücadele etmek gerekiyor. Bu başarılamazsa insanlık çevresiyle birlikte yok olabilir.

Arthur Schopenhauer, insan hayatının çalışma, kaygı, acı, sıkıntı içinde geçtiğini belirtirken dünyayı adeta bir cehennem olarak niteler. Ona göre insanlar bu cehennemin bir yandan işkence gören ruhları, diğer yandan şeytanlarıdır.

İnsan, sürekli mutluluk peşinde koşmak yerine, umudunu, neşesini, coşkusunu kaybetmeden yaşamalı. Ancak yeryüzünün tüm varlıklarıyla iyi bir noktaya gelmesi noktasındaki sorumluluğunu da unutmamalı.

savaş Adalet