Tuğba Sivri
8 Mart’ta 'Bahar’ı umutla örgütlemek
Son yıllarda çok sık kullanılan, belki bu sık kullanımı nedeniyle etkisini de yitiren bir ifade var: Umudu örgütlemek. Ben bu bahar, bu 8 Mart’ta tüm kadınların ihtiyacı olanın, bu ifadenin anlamını yeniden düşünmek, belki kelimeleri silkeleyip tozunu kaldırarak altındaki gerçek gücü yeniden bulmak olduğuna inanıyorum. Bunun için de haklı gerekçelerim var.
Malum, geçtiğimiz hafta 24 saat içinde 7 kadının öldürüldüğü, korkunç bir gündemimiz vardı. Kadın cinayetleri, gündemimizin, derdimizin en büyük parçası olmaya devam ediyor. Öte yandan sosyal medyada Amerika’dan devşirme “incel” kadın düşmanlığı, ırkçı nefret söylemleri, kadınlara yönelik saldırılar da cabası. İstanbul Sözleşmesi’nin iptaliyle, sanki artık insan öldürmek suç değilmiş –ya da kadınlar insan değilmiş- gibi bir konforla yükselen erkek şiddeti, hele de son birkaç yıldır 8 Mart yürüyüşlerine yönelik artan polis şiddetiyle birleşince feminist mücadeleyi karanlık bir çembere sıkıştırmaya başladı. Ancak kadınlar için feminist mücadele, bir süs, bir arma, bir kariyer basamağı, bir çıkar siyaseti olmadı, olamaz. Feminist mücadele bir yaşam mücadelesi. Ölümü kutsayan, yok etmeyi şiar edinmiş, farklı olana düşmanlıkla beslenen ataerkil siyasetin karşısında bir hayat savunusu. Bu yüzden en koyu karanlıklar içinde bile “bir ışık var, mor, mor, mor!”
UMUT, EYLEME GÖTÜRÜR MÜ?
Geçtiğimiz cumartesi günü (2 Mart), parçası olmaktan gurur duyduğum alternatif akademi oluşumu Universus’un (1) altı dönemdir özveriyle sürdürdüğü Araştırma Gönüllülüğü programının kapanış sunumları vardı. Lisans öğrencilerinin özgürce araştırma yapabildiği ve bu araştırma süreci boyunca kendilerinden daha deneyimli akademisyen/öğrencilerden destek alabildiği dönem sonunda birbirinden önemli araştırmalar ortaya çıktı. Bunlardan biri de Zeynep Dinç’in “İstanbul Sözleşmesi Sonrası Süreçte Kadınların Kolektif Eylem Yönelimlerinin Sosyal Psikolojik Arka Planı: Üniversite Öğrencileri Örneği” adlı çalışmasıydı.
Dinç, 154 üniversite öğrencisiyle gerçekleştirdiği araştırmasında katılımcıları iki gruba ayırmış ve bir gruba, İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüleceği yönünde umutlu bir metin verirken diğer gruba, sözleşmeye geri dönülmeyeceğine dair umutsuz bir metin okutarak soruları cevaplamalarını istemiş. Araştırmaya göre, umutlu senaryoya maruz kalan katılımcıların kolektif eyleme dâhil olma açısından çok daha etkin görünmüş. Yani İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüleceği umudu, kadınları kolektif eyleme sevk etme gücüne sahip görünüyor.
BAHAR’I BEKLERKEN
Umutlu senaryolar, umut dolu hikâyeler ve umuda götüren gelişmeleri daha çok paylaşmak, bu hikâyeleri güçlendirmek gerekiyor. Günümüzün hikâye anlatıcıları da büyük ölçüde televizyon dizileri bana kalırsa. Belki de bu yüzden dizilerdeki karakterlerin ani dönüşümlerine hayal kırıklığıyla yaklaşıyoruz. Diğer yandan güçlenmemiz için bir ışık gördüğümüzdeyse yüzümüzü hemen o yöne çeviriyoruz. “Bahar”, tam da böyle bir ışık tuttu bize.
Kızılcık Şerbeti’nin, kadın hareketinin ve kadın dayanışmasının gücünü arkasına alıp yükseldikten ve RTÜK eliyle iktidarın şamarını yedikten sonra parodinin parodisi bir anlatıma kayması, izleyiciye büyük bir hayal kırıklığı yaşatmıştı. Kadınların ihtiyaç duyduğu güçlenme ve dayanışma hikâyesinin televizyondaki karşılığı, çok geçmeden kendini Bahar’da buldu. Evliliği içinde kendini, kimliğini, kişiliğini yitirmiş hayat dolu bir kadının yeniden kendini büyütme hikâyesini izlediğimiz Bahar, daha ilk bölümden izleyiciyi yakaladı. Ben bunun, umuda olan ihtiyacımızın bir göstergesi olduğuna inanıyorum.
Evet, şiddet var. Evet, eşitsizlik ve adalet var. Ama neşemiz de var. Kadınların savaş, kıtlık, yokluk zamanlarında bile yaşatmaya yönelik pratiklerinin bir hafızası var. Bahar, kadınların “var olma” mücadelesine safi mağduriyet ve dram penceresinden değil; mizahla beslenen neşeli bir isyanın gücüyle baktığı için böyle sahiplenildi diye düşünüyorum. Bu karanlıkta tam da ihtiyaç duyduğumuz umudu yeniden bize hatırlattığı, kadın dayanışmasının örneklerini sunduğu için Bahar’ı sevdik.
KARANLIKLAR İÇİNDE MOR BİR IŞIK
Hikâyeler değişir, bazen anlatıcı kibirli dokunuşlarla gidişata dâhil olur, bazen karakterler hiç istemediğimiz yollara sapar… Bazen gücümüzün yetmediği büyüklükte bir sömürü ve eşitsizliğin sadece seyircisi oluruz. Bütün bunlar silkelenip yeniden umutla harekete geçmemiz önünde engel değil, hiç olmadı. Kadın mücadelesi, yüz yıllardır önüne konan her engeli ama damla damla, ama sel gibi akarak aşındırmayı, kendine akacak yeni bir yatak oymayı her zaman başardı. Yine başaracak kuşkusuz.
İstanbul Sözleşmesi, yıllar süren bir mücadelenin sonunda kazanılmıştı. Feminist hareket güçlendikçe ataerki de bir o kadar saldırgan olur, biliyoruz. O yüzden ne sözleşmeden geri çekilinmesi ne de haklarımıza yönelik diğer saldırılar bizi zayıf hissettirmeli. Aksine, kişisel hayatımızda uzun gibi görünen ancak insanlık tarihinde bir andan ibaret olan birkaç yılda neleri değiştirebildiğimizi hatırlamalıyız. Bu 8 Mart’ta, üzerimize gelen tüm zehirli okların aslında ne kadar güçlü olduğumuzun nişaneleri olduğunu düşünerek alanları doldurmalıyız. Bahar’ı umutla örgütlemeli, bir aradalığımızın gücüne inanmalıyız. Çünkü “karanlıklar içinde bir ışık var, mor, mor, mor!”
Notlar:
1 www.uni-versus.org