Fehim Işık
ABD-Kürt ilişkilerinin 2011’den günümüze seyrüseferi
Hatırlanacağı üzere ABD, 2011 yılında askerlerini Irak’tan çekme kararı almıştı. Bu döneme kadar terörizme karşı mücadele adına Irak yönetimine, çoğu sonradan IŞİD’in eline geçen ciddi askeri yardımlarda bulunan ABD, geri çekilmenin akabinde operasyonel olarak ilk kez Kobani direnişinden sonra Ortadoğu’da görülmeye başlandı. Bir diğer deyimle, ABD uçaklarının bir kez daha Ortadoğu’da havalanması ve IŞİD ve muadillerini etkin bir şekilde bombalaması, Kobani direnişi ile birlikte başladı.
Kobani direnişinin akabinde IŞİD güçlerinin bombalanmasını, ABD’nin Güney Kürdistan’daki peşmerge güçlerine yönelik askeri yardımının da başlangıcı olarak değerlendirmek mümkün. Bu tarihe kadar ABD, peşmerge güçlerine direkt yardım etmek yerine Irak hükümetine yardım etmeyi yeğliyordu. Peşmergenin Kobani’ye geçişi, direkt askeri yardımların da kapısını açtı.
Kuşkusuz, ABD’nin Güney Kürdistan güçlerine 1991’lerden başlayan ve kesintisiz devam eden bir siyasi desteği vardı. Ancak bu siyasi destek, Irak’ın bütünlüğünün korunması adına 2014’e kadar bir askeri desteğe dönüşmedi. Askeri desteğe dönüşmesi IŞİD’e karşı mücadele ile başladı. Musul başta olmak üzere IŞİD’in Irak’ta işgal ettiği alanlardan çıkarılmasına dönük operasyonlar peşmergeye askeri desteğin sürmesini de beraberinde getirdi.
Rojava Kürtleri açısından değerlendirdiğimizde durum Güney Kürdistan’da yaşananlardan daha farklı. ABD, Rojava Kürtlerine yönelik siyasal destekte hep ketum davrandı. Hatta çoğu kez adlarını bile açıkça anmaktan imtina etti. Sahada IŞİD’e karşı verilen emsalsiz direniş, askeri olarak desteklendi. Bu destek hala sürüyor. Ancak askeri destek bir siyasal desteğe dönüşmüş değil. Onca güç ve etkiye rağmen, ABD uluslararası alanda hala sahada etkinliği olan Kürt siyasal güçlerini değil, daha çok Güney Kürdistan’daki siyasal partilere, özellikle de KDP’ye yakın duran Suriye Kürtlerini masaya davet ediyor. Rojava’daki kantonların yönetimleri de dâhil askeri gücü temsil eden hiçbir siyasal grup şimdiye değin uluslararası alanda Suriye’nin geleceğinin masaya yatırıldığı toplantılara davet edilmiş değil.
Bu politikanın nedenleri arasında ABD’nin kaybetmek istemediği bölge devletlerinin ciddi etkisinin olduğunu unutmamak gerekir. Kürtler önce YPG ve YPJ, ardından Suriye Demokratik Güçleri üzerinden bölgedeki etkisini artırdıkça ABD IŞİD’in yenilmesi için bu güçlere askeri desteği artırdı. Ancak bu güçlerin siyasal temsilciliğini yürüten dönemin PYD Eş Başkanı Salih Müslim’e bir ABD vizesi vermeyi bile çok gördü. Bunu, Türkiye ile ilişkilerini bozmamak adına yaptığı çok açık.
ABD’nin bakış açısını –nispeten de olsa– değiştirdiğine dair işaretler, Suriye Demokratik Güçleri’nin IŞİD’in başkenti Rakka’yı özgürleştirmesinden sonra geldi. Daha somut belirtmek gerekir ise ABD’nin Rojavalı Kürtlere askeri desteği Kobani ile başladı. Rakka’nın Kürtlerin öncülüğünde özgürleştirilmesi ile birlikte bu askeri desteğin Kürt öznelinde olmasa bile Kuzey Suriyeli güçlere dönük siyasal desteğe evrilebileceğinin işaretleri, artık daha aleni verilmeye başlandı.
Bu tablo, kanımca ABD’nin siyasi ve askeri yönetimi arasındaki çelişkinin daha görünür olmasını da sağladı. Siyaseti temsil eden Beyaz Saray Sözcüsü Sarah Sanders’in açıklamalarını hatırlayalım. Sanders, Rakka’nın özgürleşmesinden sonra yaptığı açıklamada şunları belirtmişti:
"IŞİD’e karşı mücadelede başarılı olduktan sonra yaşama geçirilecek yeni yol haritasında bazı gruplara yapılacak yardımların azalması söz konusu olacak. Amerika, bazı yardımları kısıtlayacak. Ancak bu yardımların tamamen biteceği anlamına gelmiyor."
Türkiye, ABD’nin Kürtlere dönük tutumu nedeniyle rahatsızlığını hep ifade etti. Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerin bozulmasının bir nedeni de ABD’nin Güney Kürtlerine yönelik siyasi desteği ile Rojava Kürtlerine yönelik askeri desteğidir. Trump, bu ilişkinin daha fazla bozulmaması için olsa gerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile telefon görüşmelerinin birinde Kürtlere silah yardımını durduracağı sözünü vermişti. Trump’ın sözcüsü Sanders, bunu ifade eden bir yaklaşım sergiliyordu. Trump’ın, Türkiye Cumhurbaşkanlığı kaynakları üzerinden basına yansıyan bu beyanı büyük heyecana neden oldu. Türkiye’de birilerinin bir tek zil takıp oynamadığı kaldı. Hatta öyle ki bu açıklamanın akabinde Türkiye’yi yönetenler, IŞİD’i yenilgiye uğratanın kendileri olduğunu savunmaya başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, onca desteğe rağmen ancak 3 ayda Bab’a varan Türk askerinin 3 bin IŞİD’liyi etkisiz hale getirerek IŞİD’i bitirdiğini, bile savundu.
Türkiye’nin açıklamalarına dolaylı yanıt ABD Savunma Bakanı James Mattis’ten geldi. ABD’li Bakan, IŞİD sonrasında Suriye Demokratik Güçleri’ne desteğin kesilmeyeceğini, sivil halkın ve yerleşim alanlarının güvenliğinin sağlanması için desteğin süreceğini belirtti. ABD Savunma Bakanlığı Ortadoğu Masası Sözcüsü Eric Pahon ise bakandan hemen sonra yaptığı açıklamada daha somut konuştu. Suriye Demokratik Güçleri’ne yönelik desteğin hangi boyutta süreceğini açıkladı. Pahon, şunları söyledi:
"Suriye Demokratik Güçleri’nin desteklenmesi politikamız devam edecek. IŞİD’in bitirilmesi sonrasında vereceğimiz destekte başat görev mayınların temizlenmesi ile yerlerini terk etmek zorunda kalan sivil halkın geri dönmesini sağlamak boyutunda olacaktır."
Bu tartışmalarla birlikte ABD askerlerinin Suriye’nin bazı bölgelerinden çekilmeye başladığına dair bilgiler Türk basınına yansıdı. Dış basında da benzer haberlerle karşılaştık. Bu durumun, ABD’de siyaseti yöneten kesimler ile askeri yaklaşımı belirleyenler arasındaki çelişkiden kaynaklandığı yazıldı çizildi. ABD Savunma Bakanlığı’nın askerlerin kısmen de olsa çekilmesi kararına karşı çıktığı, Trump’ın ise Türkiye ile ilişkilerin düzelmesi adına bir grup askerin geri çekilmesini, Kürtlere destek verilmeyeceğinin somut bir biçimde açıklanmasını savunduğu iddia edildi. Pentagon, Suriye’deki tehdidin tamamen bitmesi ve güvenliğin sağlanması durumunda asker çekmeyi savunuyor ki bunun da uzun sürmeyeceğine inanıyor. Pentagon kaynaklarından basına yansıyan bilgilere göre, Pentagon, ABD askerinin Kuzey Suriye’den geri çekilmesi durumunda ortaya çıkması muhtemel bir Rojava-Türkiye savaşının, içinden çıkılmaz yeni sonuçları da beraberinde getirebileceğini düşünüyor. Bu nedenle Trump yönetiminin dayatmalarına rağmen Türkiye’nin gönlünü rahatlatacak açıklama yapmadığı iddia ediliyor.
ABD ile Güney Kürtleri arasında uzun dönemdir varolan ve ağırlıkla ABD’nin çıkarlarına endeksli süren ilişkiler, bağımsızlık referandumu sonrasında kırılma yaşasa da ABD Güney Kürdistan yönetimine siyasi desteğini tamamen bitirmiş değil. Bu desteğin biteceğini de beklememek lazım. Ancak ABD’nin Güney Kürtlerine yönelik tutumu, Güneylileri olduğu kadar Rojava Kürtlerini de ciddi anlamda etkilemiştir. Rojava yönetimi, ABD ile ilişkileri Güney Kürdistan ile birebir benzerlik yaşamasa bile benzer bir olumsuzluğun ilerde kendileri açısından da mümkün olabileceğini artık daha açık biçimde tartışıyor. Dolayısıyla adımlarını, bu realiteyi göz ardı etmeden atıyor.
ABD’nin Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu sonrasındaki tutumu, Kürtlerin genel olarak ABD’ye güvensizliğini de artırmış durumda. Türkiye, durumdan istifade ederek bir adım öne çıkmayı denedi. Ancak Reza Zarrab ile başlayan ve Türkiye’deki rüşvet çarkı ile İran’a yönelik uluslararası ambargonun delinmesinin yargılandığı mahkeme süreci, Türkiye’nin etkisinin arzuladığı tonda olmasını engelledi. Buna rağmen ABD, Kürtlere karşı tutumda Türkiye’yi rahatsız edecek bir yönelime girmek istemiyor. Elbet bu politikada, Türkiye’yi Rusya ve İran ikilisine daha fazla teslim etmeme arzusunun da payı var.
Gelişmeler, Rojava yönetimini bağımsız siyaset üretme noktasında etkilemiş görünüyor. Sadece Rojava’daki siyasal irade değil, Güney Kürdistan’daki gelişmeleri yaşayarak gören Rojava halkı da ABD’ye güvenilmemesi gerektiğinin altını çiziyor.
Hiç kuşku yok, uluslararası ilişkilerde çıkar temel etkendir. ABD’nin kendi çıkarını gözetmesi kadar Rojava ya da Güney Kürtlerinin de kendi çıkarlarını düşünmesi o kadar normaldir. Ancak çıkar ilişkilerinde esas belirleyenin güç ve bir o kadar da özgüç ve özgüven olduğunu unutmamak gerekir.
Rojava’daki gelişmeleri anımsayalım. Uluslararası güçleri esas alanlar, onların sözlerine inananlar, ABD’nin özgürlük getireceğine güvenerek halka dayalı alan siyaseti yerine otel lobilerinde siyaset yapmayı tercih ettiler. Bu bağımlılıklarının etkisi oldu elbet. Bugün ucunda bile olsalar masalarda yerlerini alabilmişler. Ancak sahada bir etkilerinin olmaması onları yanaşma yapmaktan öteye götürmedi. Sahada ağır bedeller ödeyerek direnenler, binlerce gencini bu mücadeleye feda edenler, özellikle de diğer halklarla birlikte etkin bir askeri gücün oluşumuna giden yolun taşlarını döşeyip IŞİD gibi ceberut bir güce karşı başarılı olanlar bugün masada olmasalar bile daha etkin ve daha geri dönülmez noktadadırlar. Bu ilişkiler devam edecekse –ki edecek gibi görünüyor– sadece ABD’nin çıkarları temelinde değil, en çok da Rojava Kürtlerinin ve birlikte mücadele ettikleri halkların çıkarına yürüyecektir.
Tüm bunlara rağmen unutmamak gerekir. ABD’nin Kürtlerle ilişkisi dengeler bu biçimde devam ettiği sürece hep sınırlı olacaktır. ABD’nin, Türkiye’yi tamamen göz ardı edeceğini, Irak’ı, hatta önümüzdeki dönemde Suriye’yi dışlayıcı bir politikaya yöneleceğini beklememek gerekir. ABD, Irak Başbakanı Haydar Abadi’yi kaybetmemek adına sırtını çok rahat bir biçimde Kürtlere döndü. Türkiye’yi kaybetmemek adına hala Kürtlerle ilişkisini açıktan savunamıyor, bunun yerine Suriye Demokratik Güçleri üzerinden bir savunu geliştiriyor, Rojavalı Kürtlerle siyasal ilişki geliştirmekten imtina ediyor. ABD daha şimdiden Suriye yönetimini Cenevre’de etkilemek için Esad’a göz kırpmaya başladı.
Kürtlerin, ABD’nin sınırlarını bilerek hareket etmesi, bu anlamda alabildiğine önemlidir. Mevcut parçacı ilişkiden kurtulup bütünlüklü ilişki geliştirmek Kürtlerin elini çok daha fazla güçlendirecektir. İlişkilerin parça boyutlu olmaktan çıkması için Güney Kürdistanlı siyasi güçlere, büyük görev düşüyor. Onlar, artık Rojava’nın varlığını kabul etmeli, Rojava’ya üstten bakmaktan ve küçümsemekten vazgeçmeli, en önemlisi ise Rojava’daki kazanımlar kadar son birkaç ayda Güney Kürdistan’da yaşanan kayıpların da tüm Kürtlerin kazanım ve kayıpları olduğunu bilmeli.