Agrobay işçileri ve patron

12 Eylül sonrası Evren'e yazdığı mektupta sendikaların kapatılmasını destekleyen Vehbi Koç'la bugün işten çıkarılan ve direnen işçilerle ilgili "bunlar marjinal' diyen Agrobay Seracılık patronu arasında bir bağ var. Patronlardaki bilinç mirası çarpıcı.

3 Ekim 1980’de yani 12 Eylül darbesinden 21 gün sonra, yani hak ve özgürlük mücadelesi veren ve bundan dolayı “terörist” ilan edilen herkesin işkencelerde inim inim inletildiği, her kamu binasının, her cezaevinin birer işkence haneye dönüştürüldüğü günlerde Vehbi Koç, Kenan Evren’e mektup yazmıştı.

Şöyle diyordu mektubunda Koç;

“…Bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler göz önünde bulundurulmalıdır. DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinmeli, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır…”

Hızını alamamış olmalı ki büyük patron Vehbi Koç “uyanık olunmalı” diyerek darbeci çeteyi uyarıyor ve ardından ekliyor: “Zatıalilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Emrinize amadeyim.”

Böyle diyerek darbenin başarısı için hem tebrik sunuyor, hem de topuk selamı çakarak “emre amade” olduğunu ilan ediyor ve elbette sınıfının utanmazlığını, darbecilerin ayaklarının altına bir kırmızı halı olarak seriyordu.

Yüzbinlerce işçi sendikasızdı artık. Yani örgütsüzdü. Tüm ülke, polis copu, asker postalı altında, darbecilerin yarattığı korku iklimine mahkûm edilmişti. “Kenan Evren çok yaşa” diyen şakşakçılar da türemişti birden tabii ki.

PATRONLARIN BİLİNÇ MİRASI

Aradan yıllar geçti. Kenan Evren “Ressam Dede”si oldu ülkenin. Bir darbeci katilden “Ressam dede” imajı yaratan eller, “çocuklardan katil yaratan karanlık” oldular. Kaybedilen insanlar, yakılan köyler, göçe zorlanan binler, yargısız infazlar, katledilen aydınlar işte o karanlığın eseriydi. Yani Koçlar ile Evrenlerin büyük ortaklığının. Devlete yüz sürmüş resmi çeteler ve mafyalar ve her gelen iktidarın “emrine amade” olan soyguncular, hemen hepsi aynı karanlığın üretimiydi.

Peki, bu halin Agrobay Seracılık’ta işten çıkarılan ve direnen işçi kadınlarla ve Agrobay Seracılığın yöneticisi Arzu Şentürk Salık ile ne ilgisi var?

Baba mirasına patron olan Arzu Şentürk, aynı zamanda Koç’un Kenan Evren ile kurduğu ilişkinin bilinç mirasının da sahibidir de diyebilir miyiz? Kesinlikle evet.

Arzu Şentürk’ün “kadın istihdamı” ve “kadınların üretime katılması” gibi sermayenin modern yüzü tavırlarıyla savurduğu o afili cümlelerin ömrünün ilk işçi direnişinde can vermesi şaşırtıcı olmadı. Neden? Çünkü işçiler hakkını aramaya başladığında “iyi patron” büyüsü bir anda bozuluyor. Gerçeğin ta kendisi olan fark, bir anda ortaya çıkıveriyor.

Hakları için direnen işçileri “marjinal”, “kolay para” kazanmak isteyen asalaklar ve mutlaka kötü niyetli birilerinin (yani sendikanın) kullandığı basit bir güruh olarak işaretleme cüreti ile, Koç’un Kenan Evren’e yazdığı mektuptaki “Militan sendikacılar bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler” sözü arasında incelikli bir ilişki olduğunu söylersek abartmış olur muyuz?

Ne diyor örneğin Arzu Şentürk BBC’den Fundanur Öztürk’ün bir sorusuna; Marjinal grupların gölgesi altında tamamen bir karalama kampanyası”

KOD 49

Kod 49 ile kapı önüne konan ve tüm hakları gasp edilen kadın işçiler Arzu Şentürk’ün gözünde bir “kadın” değil, patronluğunun büyüsünü bozan “marjinal”ler artık. Arzu Şentürk’gillerin işçileri kapı önüne koymak için uyguladığı Kod 49 ise işçilerin her türlü hak arayışlarına karşı, darbeci zihniyetin patronlar için geliştirdiği özel bir kod diyebiliriz.

Fundanur Öztürk’ün mikrofon uzattığı Tarım-Sen Genel Başkanı Umut Kocagöz’ün durumu en net ortaya koyan anlatımını da buraya not düşmek gerekiyor;

"İnsan Kaynakları Müdürü parmak sallayarak, 'derhal servislere binin' dedi. Biz de sendika olarak, 'işçilerle böyle konuşamazsınız' dedik. Onlar da 'işçi de benim, işyeri de benim, istediğim gibi kovarım, siz buna karışamazsınız' dediler."

Haberin içinde asıl çarpıldığınız bölüm ise Agrobay Seracılık Yönetim Kurulu üyesi Arzu Şentürk Salık’ın “işçi zaten bu ülkede 1 sıfır önde başlıyor” cümlesi oluyor.

Evet. Patron bir anda coşuyor ve içindeki zehri üzerimize boca ediveriyor lakin yine başka bir işçi düşmanının sözünü hatırlatıyor bize.

12 Eylül darbesinin hemen ardından, "20 yıl işçiler güldü. Biz ağladık. Şimdi gülme sırası biz de" diyen Türkiye İşveren Sendikaları Konfedarasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin’i. (Patronlardaki bu bilinç akışı pek çarpıcı.)

İşçi olan binler, yüzbinler, milyonlar meğer patronlardan 1 sıfır öndeymiş. Zaten işçiliği de keyif olsun diye yapıyorlar!

Bunu da öğrenmiş oluyoruz Arzu Hanım’dan.

Türkiye’nin en zengin yüzde 10’unun, tüm gelirin yüzde 54’ünü aldığını söyleyen Dünya Eşitsizlik Raporu var ama olsun. Arzu Hanım Kod 49 ile kapı önüne koyduğu 30 işçi tarafından “mağdur” edilmiş. Patronu anlama zorunluluğunu işçiye yükleyen aklın kaymağı ne kadar da lezzetli!

Patronun kızı olarak tarlada gezip, iki domates koparıp koklamayı “tarlada çalışmak” ve çizmelerine bulaşan çamura bakıp işçilerin neler çektiği aydınlanması yaşamak gibi patron söyleşilerinin arasına serpiştirilen cümleler çok havalı lakin hakikat karşısında koca bir boşluk işte sadece. Bir yalanı yaşamaya gönüllü olanların duyduğu bir ihtiyaçtan ibaret bu cümleler.

Türkiye’deki 13 zenginin servetinin 44 milyon insanın kazancına eşit olması gerçeği üzerinden bakarsak daha net anlamış oluruz bunu.

Arzu Şentürk’e işçiler hangi kolunu bacağını kaptırsa, ciğerini gözünü verse, parmaklarını kulağını kesip önüne koysa da dinse şu mağduriyeti?

Diner mi gerçekten?


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi