Ragıp Duran
AİHM Başkanı Mardin’e çay toplamaya gitti
Türkiye dahil 47 ülkenin üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı Robert Ragner Spano’nun Türkiye gezisi büyük tepki topladı. Skandal düzeydeki, usulsüzlük, ilke ihlalleri, hukuki ve siyasi ahlakı ayaklar altına alan bu girişimin özel hayatla da bağlantısı olduğu ortaya çıktı. Yani özel hayat-kamusal kimlik arasındaki çelişki gündeme geldi. Bu ziyaret kaçınılmaz olarak Avrupa’nın dört bir yanında Başkan Spano’yu teşhir eden ve istifasını talep eden büyük bir kampanyanın başlamasına neden oldu. (#SpanoResign) Bu Başkan, Türkiye ziyaretinden sonra hala koltuğunda oturabilirse, bu da AİHM’in nasıl bir mahkeme olduğu konusunda bize önemli bir ipucu (Ne ipi? halat ucu) verecek.
Meselenin bir kaç boyutu var:
Öncelikle saptamak gerekir ki, bu gezi Ankara tarafından planlanıp tezgâhlanmış hukuki-siyasi bir girişim. AİHM’de Rusya ile birlikte hakkında en çok şikâyet davası olan Saray rejimi, bu ağır baskıdan kurtulmak için, ülkede AİHM’in kurallarına uygun bir düzen kuramayacağını bildiğinden, Strasbourg Mahkemesini amiyane tabirle kafa kola almayı hesaplamış. "Mahkeme ha bire bizi mahkûm ediyorsa, biz de Mahkeme Başkanını tavlarız, böylece bu dertten kurtuluruz" diye düşünmüşler. Ne var ki, AİHM, Türkiye’nin herhangi bir ilçesindeki Asliye Ceza Mahkemesi değil. 47 ülkenin yargıç görevlendirdiği kocaman bir adli mekanizma. Orada olup biten her şey kayıtlara geçiyor, bütün Avrupa hukuk dünyası, medyası, uzmanlar olup biteni yakından izliyor. Dolayısıyla gizli saklı ya da açık bir şekilde de bir usulsüzlük, bir uygunsuzluk yaparsan, kısa sürede ortaya çıkıyor. Bu iş, öyle 17-25 Aralık ses kayıtlarını silmeye, yok saymaya benzemiyor.
AİHM Başkanının Türkiye’ye resmi ziyaretinin resmi gerekçesi Istanbul Üniversitesinin kendisine vermek istediği Onursal Doktora beratı ("Bakın burası çok önemli" berat değil bu) için düzenlenen tören.
Ancak bu bahaneden önce, bir Mahkeme Başkanının, kendi Mahkemesinin kararlarını uygulamayı reddeden bir ülkeye resmi olarak davet edilmesi durumunda, yapacağı ilk iş, herhalde "Teşekkür ederim ancak bu davetin, sizin, bizim Mahkememizin kararlarına saygı göstermenize katkıda bulunacağına inanmıyorum, bu nedenle davetinizi maalesef kabul edemeyeceğim" demesi gerekirdi.
AİHM Başkanı, yargı ile yürütme arasındaki ilişkileri, hiç olmazsa teorik düzeyde bilmesi gereken ve bildiği farz edilen bir şahsiyet. Ülkesi İzlanda’da Hukuk Fakültesi Dekanlığı yapmış kendisi. Bu nedenle, Mahkemesi, Türk yürütmesinin yüz bir uygulamasını yargılayan, bu uygulamalar hakkında hüküm kuran bir Mahkeme olarak, Türk yürütmesinden gelen böyle bir daveti, ilke olarak ayrıca kabul etmemesi gerekirdi. Üstelik gezi boyunca yürütme gücü tarafından karşılanıp ağırlanan Başkan, Saray rejimine sevimli görünerek, hukuk dilinde ihsas-ı rey denilen, hâkimin ele aldığı dosyalar konusunda önceden görüş belirtmesi konumuna düştü.
Strasbourg Mahkemesi aslında, KHK’lıların yaptığı başvuruları reddederek, Kavala ve Demirtaş davalarında aldığı kararların hiçe sayılmasından rahatsız olmayarak ve daha birçok davada hukuki olmayan siyasi kararlar vermişti. Bu son resmi geziyle, geçmişteki olumsuz kararlarını da siyaset adına perçinlemiş oldu.
Mahkeme Başkanı Spano’ya Onursal Doktora beratı veren Istanbul Üniversitesi, akademik niteliklerini tamamen kaybetmiş, Saray’ın hukuk dışı bütün uygulamalarını benimseyip sindirmiş, hukuku savunmak için hiçbir konuda itiraz etmemiş bir kurum. Istanbul Üniversitesi bu yetmiyormuş gibi aralarında kendi dalının Avrupa çapında uzmanı olan onlarca hocayı, yürütmenin talebi üzerine, sorgusuz sualsiz işinden uzaklaştırmış bir yapı. Böyle bir üniversiteye hâkim cübbesi ile resmi ziyaret yapmak, verdikleri bir ödül ya da unvanı kabul etmek, tüm bu tasfiyeleri, hukuksuzlukları onaylamak anlamına gelir. Törene gazetecilerin alınmaması da işin cabası.
Spano’nun 3 günlük ziyareti sırasında, kayyımı meşrulaştırma girişiminin yanı sıra hiçbir Hak Örgütü ya da hakiki hukukçu ile görüşmemesi de anlamlı.
Meselenin magazin yanı gibi gözüken ama aslında iş ahlakıyla ilgili bir boyutu daha var. Başkan, Türkiye’nin hukuk kalesi sayılamayacak Mardin’e neden gitti? Üstelik Mardin’de çay tarlası da yok. Gazetecilerin, hiç kimsenin özel hayatına karışma hakkı yok. Karışana da karşı çıkarız. Ne var ki, özel hayatla kamu hayatı arasında bir çıkar çelişkisi olduğu zaman, bu konu haber değeri taşır. Hele işin içinde bir hâkim, eski bir AKP milletvekili varsa, iş tamamen siyasidir, özel hayatın mahremiyetinden çıkmıştır.
1972 doğumlu Spano’nun, hobileri şarkıcılık ve bowling oyunculuğu imiş. CV’sinde "Müstebitle Çay Toplama Uzmanı" diye bir unvan yoktu. Artık var.
Konuyla ilgili olarak Le Monde’da dün yayımlanan haberde bu özel hayat meselesi de ince bir şekilde belirtilmiş. Haberin başlığı da zaten her şeyi anlatıyor: "Avrupa Hâkimi Robert Spano, Istanbul’da dalkavukluk ile eğilip bükülme arasında."
Ben şirket, örgüt, kurum yapılarında, özellikle anglo-sakson dünyada önem verilen hatta belirleyici olduğu için kural haline getirilen bir inceliği, 80’li yıllarda Londra’da BBC’de çalışırken öğrenmiştim. Türkçe Servisinde, diğer bölümlerde olduğu gibi, yönetici seçimle iş başına geliyordu. Ve ben, TRT kökenli, çok deneyimli, çok iyi radyocu olduğuna inandığım bir meslek büyüğümüzü yönetici olarak görmek istediğimi beyan etmiştim. Hiç unutmam, o meslektaş, Serpil Erdemgil, o gün bana "Ragıp, sen bu medya işleriyle ilgileniyorsun ama bilmiyorsun galiba, ben aday bile olamam, çünkü benim eşim ve kardeşim de bu serviste çalışıyor" demişti. Serpil’in eşi, dünya şekeri abimiz Turan’ı geçenlerde kaybettik. Kardeşi, bir başka iyi gazeteci Tayfun da emekli oldu.
BBC’deki bu kural nepotizmi önlemek için iyi bir önlem.
Batı ile doğu arasında işte böyle bir fark var: Batı’da kurallar işliyor. Ya da işletilmeye çalışılıyor. Doğu’da ise "Tamam abi merak etme, Başkan eniştemiz olur, ben hallederim" deniyor.