Aysuda Kölemen
Aile çökerse
Annesi Halise’nin eline halatı uzattı. Ailemizin namusu için dedi ve odadan çıkıp, kapıyı kilitledi. Murat, ailesinden kaçıp İstanbul’a gelmişti. Adresi saklıydı, gerçek ismini hiçbir yerde kullanmıyordu. Ailesinin izini bulamayacağını düşünüyordu. Henüz reşit olmamış amcaoğlu çıktı karşısına apartmanının sokağında. "Ailemizin namusunu beş paralık ettin, yanına bırakır mıyız sandın i...?" diye bağırdı Murat’ı vurmadan önce. Ailesinden kaçalı yıllar olmuştu, kendine sıfırdan bir hayat kurmuştu. Mutluydu Meryem, ay sonunu zor getirse de, çalışmaktan ayak tabanları sızlasa da. Bazen telefon numarasını buluyor, hakaret dolu mesajlar atmaya, aramaya başlıyorlardı. O da telefonunu değiştiriyordu her seferinde, adresini de bulurlardı isteseler biliyordu ama daha fazlasına cesaret etmeyeceklerini umuyordu. "Bizim ailemiz senin gibi..." diye başlıyordu son mesaj, yine telefon numarası değiştirme vakti gelmişti. Hanife polise elindeki telefon kaydını götürdü. Artık yaşlı bir adam olan dedesinin yalvarması vardı kayıtta. "Kızım, biz ettik sen etme, biz senin aileniz, el aleme rezil oluruz, kimse senin yüzüne bakmaz, kocan da istemez seni." Hanife telefonu uzatamadı, kocası aldı elinden, uzattı polise. "Alın, dedesi ve dayısı olacak şerefsizleri hapse gönderin. Ailesi batsın," diyebildi içinde kalan son güç kırıntısıyla.
Adıyla olabildiğine tezat görünümlü Gülnaz Hanım -ki hayatında kendine kimse Hanım diye hitap etmemişti- kadın hastalıkları ve doğum ünitesi önünde bankta yanında oturan kadına nasihat ediyordu. "Doğurma kızım, döven adama çocuk doğurulmaz." "Doğurursam dövmeyecek, teyze. Bir doğursam, dövmeyecek," dedi Kadriye. "Döver kızım, döver. Ben hamileyken çıkıp karnımda zıpladılar, döven hep döver," dedi, Kadriye’yi ikna edemeyeceğini bildiği halde vazgeçmeyerek. "Üç koca eskittim ben, hepsi dövdü, kocası batsın. Okuman var mı? Baban, abin var mı? Benim bir sahip çıkanım olsa, okumam olsa kocaya varır mıydım? Mecburduk, ne yapalım?"
Esin Hanım - ki ona çoğu insan Hanım olarak hitap ederdi - bir çekmecede duran hukuk diplomasını çıkardı, yıllardır tozlanmaktan başka bir işe yaramayan diplomasına baktı. Gönlünde hakim olmak vardı ama sınıf arkadaşı kocası avukat olup, iyi para kazanmaya başladığında, o ikinci çocuğuna hamile kalmıştı bile. Sonrasında konuşmuşlardı da, ne gerek vardı bu kadar iyi kazanan bir adamın karısının çalışmasına? Bir eksiği mi vardı? Kazandığı karısına, çocuklarına yetmiyor muydu? Ailesine bakamıyor, denmesini istemezdi Salih Bey. Bir kursa yazılabilir, dernek işlerine daha çok vakit ayırabilir, daha çok spor yapabilirdi, şimdi çocukların ikisi de evden çıktığına göre. Esin Hanım artık elden ayaktan düşmüş annesinin evine dönebilirdi tabii. Ne diyecekti? "Kocamın bir sevgilisi vardı, ilk değil, son da olmayacak." 3-5 kuruş nafaka için sürünecekti, bir köşede biriktirdiği para ne kadar yeterdi? Şimdi hakim olsa, çekip kapıyı çıkardı. Öyle olurdu herhalde. Diplomasını çekmeceye kaldırdı. Kocasının gönderdiği pahalı çiçeğe ve özür notuna midesi bulanarak baktı. Affedecekti, başka ne yapabilirdi? Ailesi için de en doğrusu buydu.
Merve eve görücü gelen adamın yanındaki kadının ilk karısı Sena Hanım olduğunu ve kendisini ikinci eş olarak istemeye beraber geldiklerini biliyordu. Kadın lafa karışmasa da Merve’yi devamlı süzüyordu. Merve’nin babası kızını methediyordu, namuslu bir kızdı, ailesinin sözünden çıkmazdı, eline erkek eli değmemişti, beş vakit namaz kılardı, ailesinin başını hiç eğmemişti. Merve ağlamamaya kararlıydı, ailesi öyle uygun gördüyse, razı gelmeliydi. Hem anlaşmışlardı istemeye gelmeden önce bir komşu aracılığıyla. Evlenince Merve’ye ayrı bir daire hazırdı adamın aile apartmanında. Altına yeni bir araba verilecekti. Evde devamlı yardımcı kadını olacaktı. Maddi sıkıntısı hiç olmayacaktı. Merve maddi sıkıntısız yaşamak ne demek sadece dizilerden biliyordu. İstediği gibi harcayacaktı kocasına saygıda kusur etmediği sürece. Son zamanlarda alıp yürüyen ahaksızlıklardan konuştular, ailenin öneminden. Merve ağlamadı, uzun süredir boğazında büyüyen yumruğu yuttu bir taş gibi.
Nazlı’nın kocası sokağın ortasında kolundan tutmuş çekiyordu. Nazlı can havliyle çığlık attı. Dönüp suratına tokat attı adam. Etraftaki herkes yüzünü döndü. Aile içi işlere karışmamak gerekirdi.
Siyasetçi Saadet Hanım ciddi suratlarla dolu bir salona ailenin çökmesinin nasıl bir felaket olacağını anlatıyordu. "Aile çökerse, ahlak çöker, toplum çöker, medeniyet çöker" dedi. Ailenin korunması elzemdi. Halise intihar, Murat namus cinayeti istatistiklerine eklenmişti. Onları korumaktan bahsetmedi Saadet Hanım. Aile değerleri önemliydi. Sena Hanım, Merve ile kocasının zifaf yatağını hazırlıyordu. Milletimizin temeli olan aile kurumu derken, Esin Hanım misafirlerini her zamanki gibi güleryüzle mükellef bir sofraya davet ediyordu. Kadriye ve Nazlı morarmış kaba etleri, patlamış dudakları, sızlayan kaburgalarıyla yemek hazırlıyorlardı. Dinimizde aile kutsaldı. Hanife kâbuslarında üzerindeki ağır gölgeyi itmeye çalışıyor, çığlık atıyor, sesi çıkmıyordu. Gülnaz Hanım fasülyeleri ayıklarken kızının dertlerini düşünmemek için televizyonu açtı, Saadet Hanım’ın "Aile çökerse, ahlak çöker, toplum çöker, medeniyet çöker" konuşmasını izledi. Bir nefes çekti, fısıldar gibi ama hınçla çıkardı kelimeleri ağzından, "Çöksün. Ahlakı da, toplumu da, medeniyeti de çöksün. Ailesi de çöksün. Çöksün aile."