alavere dalavere türk mehmet nöbete
barış süreci dediğimiz dönem, türkiye cumhuriyeti’nin tarihinde bir gün ve 12 eylül’le açılan yakın tarihinde bir andır ancak. ve o an dışında kürtlerle ilgili politika hiç değişmedi.
açıkçası, cezaevine tünel falan kazmadığımız sürece, herhangi bir davada yargılananların özgürlüklerine kavuşmalarından, "arkadaşlarımızı aldık," şeklinde söz edilmesini doğru bulmuyorum. hele de hukuk da, siyaset de her türlü demokratik talebe kulaklarını tıkamışken… ama yine de, onların cezaevinden alınması nasıl güzel bir kutlama. cumhuriyet davasında yargılanıp cuma günü salınan gazeteciler, dışarının tedirginliğine, kasvetine hoş geldiler, oradayken belki hayallerinde ulaşabildikleri çocuklarının başlarını okşayabilecekler mesela, sevdiklerine sarılabilecekler ve mesleklerinden geriye ne kaldıysa onu yapabilecekler. daha fazlasını yani adaleti mücadeleyle sağlayabileceğiz, duvarların etkisini dayanışmayla hafifletebileceğiz. ama, savunmalardaki belagat ve cesaret, içeri atılma endişesinden azade olunan içerinin özgürleştirici etkisini de gösteriyor, değil mi?
onların tane tane anlattıkları, güçlü dayanışma ve işbirliğiyle, en azından sosyal medya kullanıcılarına ulaşan bilgiler özgür basına yani gerçek haberlere ve özgür yorumlara olan ihtiyacımızı bir kere daha hatırlattı.
ülkemizde son yıllarda gelişen, mecburen geliştirilen kabiliyetlerden biri de haberin kendisini değil ardını, üstünü, satır arasını okumak ve türkiye gazetesinin birkaç gün önceki birinci sayfasını "süsleyen" ve "darbe" ile "ulusalcılar" kelimelerini yan yana getiren haberi bu yeteneklerimizin ışığında okuduğumuzda… açıkçası aklımıza olur olmaz şeyler geliyor.
eskiden, bir "teori" (hayır, evrim teorisi gibi değil, komplo teorisi gibi bir teori) kulağımıza geldiğinde, "bu kadar önemli ve gizli olsa, biz duymayız," derdik; ama uluorta telaffuz edilen birçok iddianın –ya da önerme mi desek- gerçekleştiğine tanık olduğumuzdan ne duysak ciddiye alır olduk ki özgür basın tam da bu manasız kafanın ve ruh halinin çaresi; başka birçok şeyin yanı sıra. çünkü haber alma hakkı engellenince, teori ve rivayet hakları suiistimal ediliyor.
türkiye’nin yukarıda andığım haberini, fettullah gülen’in mısır’daki el yevm 7 gazetesine verdiği röportajla birleştirince sizin de aklınıza darbe meselesinin ulusalcılara kilitleneceği ihtimali geldi, değil mi?
türkiye’de yaşayanlar, özellikle de muhalifler yıllardır, çeşitli anlaşmaların izini sürüyor: akp ile hdp’nin anlaşması, akp ile chp’nin anlaşması, akp ile mhp’nin anlaşması, hdp ile chp’nin anlaşması… bunların içinde hiç gerçekleşmemiş olanlar gerçekleştiğine en kesin gözüyle bakılanlar. fakat acaba önümüzde, karşımızda, bugünün düşman kardeşlerinin anlaşması ihtimali mi var?
bunun üzerine günlerce, saatlerce konuşabiliriz. ama önümüzdeki günlerde karşımıza hangi "anlaşma" çıkarsa çıksın, belki dış siyaset dışında, iktidarın büyük bir kararlılık ve hızla yürüttüğü bugünkü program –müftülere nikah yetkisi verilmesinden, ormanlık arazilerin inşaata açılmasına kadar itiraz ettiğimiz her şey- hayata geçecek. ve eğer siyasetin öznesi olmak istiyorsak türkiye’de yaşanan değişimin, muhalifleri değil toplumu, ülkeyi hedef aldığını, en önemli meselenin siyasal baskı değil bu program olduğunu görmeliyiz, bence. dün çağlayan’da "birleşe birleşe…" diye başlayan bir slogan duydum, kalbim hop etti. birleşmeyi bir kenara bıraksak bile, bir anlaşma sağlasak fena olmaz değil mi?
bu konular üzerine sohbet ettiğimiz bir gazeteci arkadaşım, "ben en çok kürtlere üzülüyorum," dedi. "yine olan onlara olacak." cümlenin ikinci bölümüne katılıyorum. barış süreci dediğimiz dönem, türkiye cumhuriyeti’nin tarihinde bir gün ve 12 eylül’le açılan yakın tarihinde bir andır ancak. ve o an dışında kürtlerle ilgili politika hiç değişmedi. ve yine bu tarih boyunca olanların büyük bir kısmı onlara oldu. kürtler bugüne kadar çok acı çekti, çok kayıp verdi, akıl almaz badirelerden geçti. bunların tekrarlanması ihtimali kuvvetli. ama bir yandan da yediden yetmişe, sanattan siyasete büyük bir tecrübe yarattılar. ve onların sadece ümidi değil, ihtimali de var. bizim de ümit etmekle yetinmeyip kendi ihtimalimizi yaratmamızın zamanı gelmedi mi?