Alevilere 'ALEV'ilik dersi

Başkalarının yarasına tuz basmayı kültür edinmiş insanlardan ve bunu içselleştirmiş devletten söz ediyoruz. Talat Paşa Caddesi, Sabiha Gökçen Havaalanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü.. Sivas katilini “Pamuk Dede” yapan kültürden...

Aleviler camiye gitmiyorlar… Ali ibadet esnasında öldürüldü. Daha sonra Müslümanlar başka bir zulmü Ehli Beyt’in çocuklarında buldular. Çölde susuz bırakmak, yavaş yavaş öldürmek ve ölüm zulüm olurken öldürmenin zevkini yaşamak… Camiden uzak duran Aleviler zamanla başka bir kültür geliştirdiler. Ve camiden çıkanlar, İslam’ın kutsal bir gününde tekbirler getirerek Sivas’ta yeni bir travma yarattılar. Kerbela bitmemiş. Sivas da bitmiyor. Hala bu insanların inancı alay konusu. Bu, insan olmakla alay etmektir; çünkü travmayı alay yoluyla yeniden ve yeniden anımsatarak yeni mini travmalar yaratılmaktadır. Travmalarla dalga geçmek derken, başkalarının yarasına tuz basmayı kültür edinmiş insanlardan ve bunu içselleştirmiş devletten söz ediyoruz. Talat Paşa Caddesi, Sabiha Gökçen Havaalanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü... Berkin Elvan’ı ölümünden yıllarca sonra bile yuhalatan/yuhalayan devletten ve Müslümandan söz ediyoruz. Sivas katilini “Pamuk Dede” yapan kültürden...

Birçok kötülüğü bu devletten ve kültürden tanıyoruz. Ama Madımak bizim repertuarımızda, bu ülkedeki zulüm kataloğunda yoktu. Psikolojik donanımımız yoktu. Zulmün çoğaltıldığı, öldürmelerin çeşitlendirildiği bir dönem yaşıyoruz. Kültürü ve uygarlığı oluşturan en temel sıçramalardan biri öldürme tabusudur. İnsanların birlikte yaşama kültürü, kendi öfkelerini kontrol etmeyi sağlamıştır. Bu zulüm kültürü bu tabuyu anlamsızlaştırarak öldürmeyi kolay ve sıradan hale getiriyor. Binlerce insan Allah’ı çağırarak ölümü seyrettiler. Gözlerini kırpmadan, zevkle, coşkuyla. Sonra camilerde Allah’ın verdiği canı ancak Allah’ın alabileceğini anlattılar. Öldürme tabusunu çiğneyip yok saydığınızda kültüre ve uygarlığa saldırıyorsunuz.

Öldürmek Tanrı’nın yerine geçmek demektir ve dolaylı olarak aslında Allah’a saldırıdır. Ve sonra Alevilere neden hala camiye gelmediklerini soruyorlar. Aleviler sanıyorum bu insanlarla aynı Allah’a inanmıyorlar artık. Bütün bunların bende başka bir zorluğu var. Bu olanlardan sonra hiçbir sıfat bu insanların ve devletin yaptığını tanımlamaya yetmiyor ve hafif kalıyor. Bu devletin, bu insanların ‘ötekilere’ yaptığı en büyük zulüm, bu insanların yaralarını sarmalarına ve dinlendirmelerine izin vermemeleri, üstüne üstlük yaşadıkları travmayı anımsatarak yaralarını yeniden kanatmalarıdır...

Bu devlet zulmünü çoğu kez işkence hanelerde, karakollarda ve beyaz Toroslarla götürdüğü kuş konmaz kervan geçmez yerlerde yaptı. Devletin zulmünü çok iyi bilirsiniz ama devlet “Ben suçluyum” demez. Devletin zulmü bilinir. Bu korku da yaratır. Devlet sokakta insan coplar, dayak atar ama yoğunlaştırılmış zulmü gizli yerlerde yapar... Biz bunu böyle bilirdik. Solcu olmak bunları da hesaba katmak demekti. Sivas’ta devlet bu zulme bir şey daha ekledi: Zulüm sahnelendi! Saatlerce, seyircisiyle, benziniyle, Allahu Ekber’iyle tüm dünyada gösterime sunuldu ve bu zulüm oyuncusu ve seyircisiyle herkese izlettirildi. Zulmün mizansenini gördük Sivas’ta, senaryosunu gördük, failini, katilini ve mağdurunu gördük. En sadist, en insanlık dışı şeyleri yaptılar Sivas’ta!

Sanatçıların ve düşünürlerin sürgüne gönderilmesini, hapse atılmasını, kafasının taşla ezilmesini, işkence edilmesini... Bunları biliyoruz... Ama insanları yakmak, “Allahu Ekber” ritmiyle ateş dansı etmek... Bunu gerçekten bilmiyorduk! Sivas’a gidenler polis copunu hesap etmişlerdir, karakolu da, savcıya ifade vermeyi de... Ya alev alev yanmayı, dumanı nefes yerine almayı ve ölmeyi? Sivas’ta devlet ötekilere istediği zaman istediği yerde istediğini yapacağını gösterdi. Daha önce yaşanmış ama devletin inkar ettiği suçlar da vardı. Bizler için tarihi temize çekmek diye bir soru da ortaya çıktı: Herkesin gözü önünde bu zulmü yapanlar Ermenilere, Rumlara, Kürtlere, solculara ve “teröristlere” neler yapmışlardır acaba?

İnsanların beraber yaşamalarının çerçevesi yıllardır bellidir ve bu her kültürde de aynıdır: Yalan söyleme, hırsızlık yapma, adam öldürme, zulüm etme... Çok tanıdık bir metindir ve kültürler, dinler bu basit metin üzerine kurulur. Musa’nın “On emir”i ve Hristiyanların kaçınmaları gerekli 7 temel kötülük gibi… Sivas’ta ortak yaşama projesi katledildi. Yaşamın çerçevesi... Amerika’ya göç edenler oradaki yerlilerle çatışmaları sırasında, Cortez Azteklerle ilişkisinde işte bu temel kuralları, ahlakı, kültürü ve uygarlığı yok etti. Bu yok olma Amerika yerlilerinin ve Azteklerin de yok olmasıydı. Sivas’ta Sünni Türklük, yani devlet bize bunu yaşattı ve aynı zamanda tehdit de etti.

ORTAK SUÇ ÜZERİNDEN BAĞLANMAK

Kurşuna dizmede taburdaki askerlerin tümünün ateş etmesi zorunludur. Kuşuna dizilen insanın bu kurşunlamadan sonra bedeni kurşunlarla dolar. Bir kurşunla insan ölebiliyorken bu ritüel, bu canilik çoğalması neden? Askerlerde daha sonra acıma ve buna bağlı bir suçluluk duygusu oluşmasın, vicdan azabı çekmesinler diye bu ritüel aracılığıyla ölen insanın kimin kurşunuyla öldüğü belirsiz hale getirilir. Herkes aynı anda, aynı emirle tetiğe basar, vücut delik deşik olur ama hiçbir asker kimin kurşununun öldürdüğünü bilmez.

Öldürme kolektif hale getirilir ve böylece olay sonrasında oluşacak vicdani sorumluluk azaltılır ve ortadan kaldırılır. Linç olaylarında, kitlesel katliamlarda benzer bir olgu gözlemlenir. Facia sonrasında kimse olayın suçunu üstlenmez. Sorumluluk farkında olmadan pay edilir. Bu olay süresince yapılan bazı çılgınlıklara verilen destek, ‘katılımcı’ olayı bizzat yapmasa da katılım anlamına gelir. İnsanlar “Ben benzini getirmedim”, “Kibriti çakmadım”, “Sadece tekbir getirdim” gibi suçtan arınma savunmaları geliştirseler de verilen onaylayıcı destek suça dahil olmaktır.

Burada bir grup yoktur; aynı zamanda bu bir kalabalıktır, bir kitledir. Kalabalık olmak, anonim olma duygusu verir, kitle psikolojisi devreye girer. Kitle özel bir gruptur. Yapılan eylemde günlük normal halde yapılamayacak ama yapılma fantezileri olan şeyler dolaylı olarak gerçekleştirilir, çünkü eylemi yapana onay verilir. Bu onay, yapılamayacak olan, yapılmaması gereken bir olaydaki tedirginlikleri ve vicdanı, muhakeme yetisini ortadan kaldırır. Kitle kontrolden çıkmış bir gruptur. Sivas’taki olayda kontrolden çıkmış bir grup var, ama eylemi otel etrafıyla sınırlı. Başka yerlere, mahallelere dağılımı yok. Kontrolden çıkmış kontrollü kitle gibi bir durum var. Sanıyorum işte burada devlet iz bırakıyor. Devletin izin verdiği kadar kontrolsüzlük var gibi.

Zulüm yapanların canavar, iğrenç görünümlü, sıradan insanlardan çok farklı insanlar olduğunu sanırız. Yanıldık. Komşularımızdı... Akşam evine ekmek satın aldıklarıyla, alışveriş torbasıyla gelmiş Madımak’ın önüne... Çocuğuna oyuncak almak için evden çıkan adam da oradaydı... Belediyeden nikâh randevusu almak isteyen genç de oradaydı. Radyoda Muhlis Akarsu’nun türküsünü biraz önce dinlemiş, efkarlanmış delikanlı da oradaydı. Namazdan çıkmış, henüz abdesti bozulmamış insanlar... Sivas’ta öğrendik. Birçok şey abdesti bozarmış, zulüm hariç...

Kötünün sıradanlığından söze eden Hannah Arendt (Eichmann in Jerusalem) haklı çıktı Sivas’ta. Kötü’nün nasıl oluştuğunu araştırmak için çeşitli deneyler yapıp ve sonuçlarını yayınlayan Philip Zimbardo (Der Luzifer-Effekt) maske takan insanların suç işlemeye daha yatkın olduklarını, maskenin insanı kişi olmaktan çıkarıp anonimleştirdiğini tespit eder. Sivas’ta kalabalık ve tekbir, bir maske işlevi üstlendi. Allah’ın arkasına gizlenerek ve kalabalığı maske gibi kullanarak zulüm yapıldı. Kullanılan maske “terör”... Soykırımları konuşurken “temiz tarihimiz” maskesi... Özgürlük isteyenlere karşı savaşırken devletin/iktidarın kullandığı maske “vatanın bütünlüğü”...

Kurşunu kim sıktı onu biz bilmiyoruz ama. Bu ülkede “faili meçhul cinayetler”in gerçekten faili meçhul mü? “Beyaz Toroslar”ın şoförünü bilemeyiz ama bu arabaların kime ait olduğunu bilmiyor muyuz? Birçok olayda karşımıza çıkan ama yanıtlamaktan kaçındığımız soru şu: Görevi, insanları suç işlemesini engellemek ve insanların barış içinde birlikte yaşamalarını organize etmek olan devlet neden suç makinası ve bu toplum neden sürekli çeşitli kontekslerde şiddet ve zulüm üretiyor?

Ateş yanarken neden bağırıyor, çığlık atıyorlar? Alevler arasında can pazarındaki insanlara neden bağırılır? Bu bağırmaktan çok gücün (ölümünüze karar verecek kadar güç sahibiyim) seslendirilmesidir. Yangından kaçanlar yangının dışındaki insanlara kaçar, onlara sığınırlar. Ağızları köpürerek, gırtlakları yırtılırcasına bağırarak yananlara “şayet kurtulursanız yangından sığınacak yeriniz ve kimseniz yok” narasıydı. Yani insani aksiyon ve reaksiyonların yok edildiğini mağdurlara söylüyorlardı. “Ben senin katilinim, asla kurtarıcın olmayacağım”ı haykırıyorlardı.

Öldürmek düşünülebilecek “en kötü”dür ve en uçta bir zulümdür. İnsan olmak öldürme tabusuyla başlar: İnsan insanı keyfi öldürünce insan olmaktan çıkar. İşte öldürme anı bu tabunun geçildiği an ve “mutlak bir sınır”ın ihlali. İşte bu ihlalin getirdiği korkuyu geçmek için de haykırıyorlardı. Yananlar ölümün gözünün içine bakıyorlardı ve belki de korkuyorlardı ama yananlardan daha korkaktı aslında yakanlar. "Can almak tanrıya mahsustur." Can alma anı tanrılaşma, kendini tanrılaştırma anıdır. Bu metamorfoz anının yarattığı korkuyu azaltmak için katiller dışarı bağırırken içlerine söz dinletmeye çalışıyorlardı belki de. Madımak’ta insanları yakmadılar sadece, aynı zamanda insanı “aşağılama ritüeli” (Philip Zimbardo) oluşturduklarını ve zulmü kültür haline getirdiklerini gösterdiler bize. Yani Madımak geride kalanlara, bizlere sürekli bir tehdit, şantajdır aynı zamanda.

Devam edecek


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi