ayşe düzkan
allah korkusu yoksa olmaz mı?
diyanet işleri başkanı ali erbaş yine bir açıklama yaptı. kendisi her zaman demeçleriyle ilgiyi üstüne çekiyor, nadiren dikkate değer bir şey demiş oluyor ama bu sefer söylediklerinin üzerinde durmak gerekiyor bence. fakat önce konuşmanın yapıldığı ortamı hatırlatayım. ağrı’nın patnos ilçesinde, selçuklu mimarisine uygun olarak yapılan recep tayyip erdoğan camii’nin açılış töreninde konuşmuş erbaş. çarşamba gecesinin mevlid kandili olduğunu hatırlatmış, camide çocuk ve gençlerin bulunmasını dilemiş, ahirete iman ve namazın önemini vurgulamış. bunlar vazifesinin gerekleri.
ancak, "ahirete inancı olmayan insandan her türlü kötülük beklenir. onu engelleyecek ne var ki başka? bu dünyada yaptığı bir şeyin hesabını ahirette vereceğine inanmayan birisi dünyada hangi kötülüğü yapmaz ki!" sözleri –ki birçok farklı mecrada yayınlandığına göre doğru olması ihtimali çok kuvvetli- son derece tartışmalı. öncelikle şunu söylemek istiyorum, bir din insanından cemaatini "kötülere" karşı düşmanlığa değil, bizzat kendilerini "kötülükten" uzak tutmaya teşvik etmesi beklenir. dini, bir düşmanlık aracı haline getirmek, geçtiğimiz on yılda insanlığa zarar veren tekfirciliğin kapısını açıyor. özellikle bu dönemde, bundan uzak durması gerekirdi.
ama kötülükten ne anlamalıyız? bizim civarlarda da çok kullanılıyor, son derece muğlak ve müphem bir ifade. ama işin şu kısmında anlaşabiliriz: kötülük sayılabilecek edimlerin ciddi bir kısmı yasal olarak suç. yani örneğin birini öldürdüğünüzde, hırsızlık, dolandırıcılık yaptığınızda, bunların hesabını ahirette verip vermemenizden, hesap gününü düşünüp korkmanızdan bağımsız olarak hukukun vereceği cezadan çekinebilirsiniz.
hatırlarsınız, daha önce de kimi hırsızlık iddiaları karşısında, hırsızlık yapıldıysa bile bunun cezasını zaten allah’ın vereceğinden dem vurulmuştu. eğer bir hukuk devletinde yaşıyorsak diyemeyeceğim ama bu ülkede, başka ülkelerde olduğu gibi hâlâ yasalar varsa, bu türden suçların birer karşılığı da var. ben bu ifadenin bir amacının da kimilerinin cezasızlığını makul göstermek olduğuna inanıyorum.
"yok artık" diyenlere tekrar hatırlatayım, akp istanbul milletvekili metin külünk, 2014 yılında, insanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildiğinden söz etmişti. evet, insanların günah işleme özgürlüğü var, örneğin içki içmek gibi, islam dinine göre günah sayılan, günah sayıldığı iddia edilen şeyleri yapabilir, hesabını da ahirette vermeyi bekleyebilirsiniz. ama günahınız aynı zamanda suçsa -ki bu genellikle başkalarına zarar verince oluyor- bu dünyada da hukuk karşısında hesap vermeniz gerekir. ali erbaş bu denklemi tersine çevirmek istiyor; ahirette hesabı verileceklere başında bulunduğu kurum karışsın, mahkemelerin bakacaklarını ahirete havale edelim.
ahiret korkusu olan birçok müslümanın başka insanlara karşı işledikleri suçları –dini terimle kul hakkını- ibadetlerini artırarak "silme" ümidinde oldukları herkesin malumu. namaza ve oruca yapılan vurgu, bu ümidi güçlendiriyor. mesela kızını taciz eden bir adam, çocuğun bunu kimselere anlatmayacağından emin ve vakit namazlarıyla orucunu aksatmayıp allah katında aklanacağına inanabiliyor. biliyorum, bu dinen mümkün değil ama herhangi bir din adamının bunun mümkün olmadığını vurguladığını hiç duydunuz mu?
şunu da hatırlatmak istiyorum: sık sık duyduğumuz, "şüyuu vukuundan beterdir" sözü yani bir şeyin duyulmasının gerçekleşmesinden daha kötü olduğu fikri de bunu düşündürüyor. hristiyanlığın günah çıkartma yani yaptığını söze dökme geleneğine karşı islam’ın günahları –hem işleyenlerin hem de bilenlerin- gizlemesi hatta unutması tavsiyesi de kişinin yaptığıyla yüzleşme ihtimalini azaltıyor!
ama hepsi bu mu? insanı suçtan sadece ceza korkusu mu alıkoyar?
tabii ki hayır. zaten pek çok insani suçun yasalarda yeri yok, örneğin kalp kırmanın, birini üzmenin cezası yok.
işte orada vicdan gündeme geliyor. ingilizcede "vicdan"la "bilinç" aynı kelimeyle ifade ediliyor: conscience. vicdan sahibi olmak zaman zaman ima edildiği gibi bir üstünlük değil, başkasının duygularının, düşüncelerinin farkında olmak, kendisi gibi üzülebileceğinin, acı çekebileceğinin, canının yanabileceğinin bilincinde olmakla mümkün. bu, başkalarının duygularını veya durumunu algılayıp içselleştirmek olarak tanımlanabilecek empatiden çok farklı. başka birinin üzülebileceğinin bilincinde olmak yeter, onun üzüntüsünü hissetmek şart değil! sizden farklı saydığınız birinin ya da bir hayvanın can acısını hissedemeyebilirsiniz ama vicdan, canını yakmanızı engeller.
bunun için kanun önünde ya da ahirette verilecek hesaptan korkmaya gerek yok, zaten vicdanınız varsa başka birine acı vermekten hatta kalbini kırmaktan dahi korkarsınız.
hukuk bir toplumu birlikte tutan unsurlardan biri. vicdan bizi insan kılan şeylerin başında geliyor. kalanı yani itikat, kişisel. ali erbaş da dahil kimsenin allah korkusunu, hukukun ya da canlıya mahsus vicdanın yerine geçirmeye hakkı yok.