Doğan Özgüden
Alma mazlumun ahını, çıkar acısı aheste aheste!
Belçika’da yasama seçimlerinin üzerinden dört ayı aşkın bir süre geçti… Federal yapıdaki çok milliyetli ülkenin beş federe biriminde bölge hükümetlerinin kurulması tamamlandı ama, Belçika’nın genelini yönetecek olan federal hükümetin kurulması için henüz doğru dürüst masaya bile oturulmadı.
Siyasal partiler öylesine kutuplaşmışlar ki, federal planda el enseye başlayabilmek için topluluklar ve bölgeler planında beş farklı hükümetin kurulması bekleniyordu. Bu konuda en atik davranan Almanya sınırındaki Almanca Konuşanlar Topluluğu oldu. Onu sırasıyla Brüksel ve Valonya bölge hükümetleriyle, Fransızca Konuşanlar Topluluğu hükümetinin kuruluşu izledi. Son olarak da pazartesi günü Flaman Hükümeti kurulabildi.
Şimdi dikkatler federal hükümetin nasıl ve hangi partilerden oluşturulacağına yoğunlaşmış bulunuyor. Hükümet kurma çalışmalarına başlanabilmesi için her şeyden önce seçimlerden sayısal olarak en güçlü çıkan iki partinin, güneyde sosyalist PS ile kuzeyde milliyetçi N-VA’nın, seçim kampanyası sırasında birbirleri aleyhindeki hasmane ve uzlaşma tanımaz beyanlarına bir sünger çekerek birlikte pazarlık masasına oturmayı kabullenmeleri gerekiyor.
Ancak milliyetçi N-VA’nın başını çektiği, hristiyan demokrat CD&V ile liberal Open Vld’nin ortak olduğu yeni Flaman Hükümeti’nin milliyetçilik ve sağcılık dozu hayli yüksek bir program açıklamasından sonra, masaya oturulsa bile, sosyal ve çevresel sorunlara ağırlık veren birer programla işe başlamış olan Valonya ve Brüksel hükümetlerinin de desteğini alacak bir federal hükümetin kısa zamanda kurulması pek mümkün görünmüyor.
Belçika hükümet krizlerine zaten şerbetli… Federal hükümetin kurulabilmesi 2007-2008 yıllarında 194 gün, 2010-2011 yıllarında ise tam 541 gün sürmüştü. Bu kez de aylar alabilir. Ama pazarlıklar ne denli uzun sürerse sürsün, sonunda hiçbir anlaşmaya varılamaması, masanın devrilerek erken seçime gidilmesi olasılığı da pek zayıf değil…
Federal hükümet ne zaman ve nasıl bir kompozisyonla kurulursa kurulsun ortada bir gerçek var. Seçimlerin hemen ertesinde yazdığım yorumda belirttiğim gibi, korkunun ecele faydası yok… Hem federal parlamentoya, hem de bölge meclisleriyle Avrupa Parlamentosu’na girecek milletvekillerini belirlemek üzere 26 Mayıs günü yapılan seçimlerin sonucu Belçika’da federal devlet yapısının sonunu oldukça yakınlaştırmış bulunuyor. Federal Belçika uzatmaları oynuyor…
Napolyon savaşlarının ertesinde süper güçlerin aralarında bir tampon bölge oluşturmak üzere suni olarak kurdukları ve başına da Cermen kökenli Saxe-Coburg ve Gotha Hanedanı’ndan işsiz güçsüz bir asilzadeyi kral olarak oturttukları Belçika devleti, kuruluşundan 189 yıl sonra kelimenin tam anlamıyla ikiye bölünmüş durumda.
Gidişin bu yönde olduğu, Belçika tarihinde ilk kez federal hükümetin kuruluşunun bölge hükümetlerinin kurulmasına endekslenmesinden ve de güneyde Sosyalist Parti lideri Elio Di Rupo’nun, kuzeyde de milliyetçi N-VA’nın en popüler politikacısı Jan Jambon’un federal hükümeti boşlayarak bölge hükümetlerinin başına geçmelerinden belli oluyor.
Kuruluşundan beri Belçika’da federal yapıdan konfederal yapıya geçilmesinin mücadelesini vermiş olan N-VA, Federal Meclis’te bu hedefe ulaşmak için gerekli anayasa değişikliğini onaylayacak bir çoğunluğu sağlayamayacağını bildiğinden yeni kurulan Flaman hükümetinin programına sadece konfederalizmi çağrıştıracak bir takım hedefler koymakla yetinmiş durumda.
Bu anlamda en önemli hedef, en kısa zamanda tüm Flaman ülkesinde ve de Brüksel’in Flaman kesiminde uygulanmak üzere bir Flaman Anayasası’nın hazırlanıp uygulamaya sokulması… Bu amaçla derhal bir uzmanlar kurulu oluşturularak Flaman kimliğinin kültürel, tarihsel ve bilimsel referanslarının bir listesi çıkartılacak. Ardından bu referanslar üzerine yazılıp Flaman Meclisi’ne onaylatılacak olan Flaman Anayasası’nın tüm Flaman okullarında ve yabancıların topluma uyumunu sağlamakla görevli eğitim kurumlarında öğretilmesi zorunlu kılınacak.
Buna paralel olarak bir Flaman Tarihi ve Kültürü Müzesi kurulacak ve Flaman Televizyonu VRT Flaman kimliğini öne çıkartan bir yayın politikası izlemeye mecbur edilecek.
Programda, Flaman bölgesine mülteci akımını frenlemek ve Flaman nüfusunun safiyetini korumak amacıyla bir dizi sert önlemler de öngörülüyor. Örneğin, Belçika’ya yerleşmek üzere göç etmiş yabancılar, siyasal mülteci de olsalar, sürekli oturum alabilmek için 180 Euro ödeyerek Zorunlu Entegrasyon Eğitimi’ne yazılacaklar, eğitim sonunda ne denli entegre olduklarını saptayacak olan sınava girmek için de bir 180 Euro daha ödemek zorunda kalacaklar. Bununla da bitmiyor, sınavı kazandıkları takdirde de, bir "Flaman Ülkesi’ne katılım" taahhütnamesi imzalamak zorunda olacaklar. Program sosyal yardımlardan yararlanma konusunda da yeni gelen yabancılar için bir dizi sınırlamalar getiriyor.
Yeni Flaman Hükümeti, ayrımcılığa karşı mücadele ve şans eşitliği sağlama amacıyla federal planda kurulmuş olan Unia adlı kuruluşu da artık tanımadığını, bunun yerine sadece Flaman bölgesine özgü yeni bir kurum oluşturacağını duyuruyor.
Belçika’da yasama, bölge ve belediye seçimleri dahil tüm seçimlerde oy kullanmak mecburi olduğu, oy kullanmayanlara ceza öngörüldüğü halde, yeni hükümet bundan böyle Flaman bölgesindeki yerel seçimlerde bu mecburiyeti kaldıracağını bildiriyor. Böylece genellikle düzen karşıtı olanların ve de siyasette Belçika siyasal yaşamından çok geldikleri ülkenin siyasal yaşamıyla ilgilenen seçmenler sandık başına gitmeyecekleri varsayılarak milliyetçi partilerin oy oranlarının artırılması amaçlanıyor.
Belçika’da mevcut düzene göre, bölge ve topluluk yönetimleri birçok konuda yetki sahibi olmakla birlikte, maliye, ordu, dış ilişkiler, iç işleri ve adalet konularında yetki hâlâ federal yönetimde…
Yeni Flaman Hükümeti bu konularda anayasa değişikliğine gerek görmeden kendi bölgesi için ayrı bir Adalet Bakanlığı kuracağını da açıklamış bulunuyor.
Böylesi bir programı Flaman bölgesinin sağdaki en eski düzen partilerinden hristiyan demokrat CD&V ile liberal Open Vld’ye de başarıyla kabul ettirmiş olan N-VA’nın karşısında sol muhalif olarak çevrecilerin partisi GROEN, sosyalist parti SP ve radikal sol PTB/PVDA var… Ne ki, bu üç parti 124 üyeli Flaman Parlamentosu’nda toplam olarak sadece 31 üyeye sahip.
Muhalefette bir de son seçimde 23 milletvekiliyle ikinci büyük parti durumuna yükselmiş olan aşırı sağcı Flaman Çıkarı (VB) var. Ama unutmamak gerekir ki, son kamuoyu yoklamalarına göre de yeni bir seçimde birinci parti durumuna yükseleceği tahmin edilen VB’nin Flaman Meclisi’nde hükümet programına yapacağı muhalefet, "dozajı düşük bulma" muhalefeti olacaktır.
Gerçekten de, son seçimlerde birinci parti konumunu korumakla beraber VB’ye hayli oy kaptırmış bulunan N-VA’nın, bu oyları geri alabilmek kaygısıyla, hükümet programına VB seçmeninin hoşuna gidecek vaadler koyduğunda hiç kuşku yok. VB’nin mevcut hükümete muhalefeti, olsa olsa, telif hakkı kendisine ait olan anti-demokratik önlemleri ve önerileri tamamen hayata geçiremediği noktasında olabilir. Özünde çoğuna destek verir.
Flaman cephesindeki bu milliyetçi radikalleşme ve utangaç da olsa konfederalizme yönelme karşısında Frankofon partileri şimdiden kıyameti kopartmaya başladılar. Bu nedenle de, federal hükümet kurmak için N-VA ile hemen masaya oturmalarını, otursalar bile kısa zamanda ortak bir program üzerinde uzlaşmaya varmalarını beklemek herhalde mümkün değil…
Hele hele N-VA Flaman hükümetinin başbakanlığına geçen yasama döneminde Sosyalist Parti tarafından "aşırı sağcı" diye Meclis’te protesto edilen Jan Jambon’u getirdikten, federal hükümet pazarlıklarını yürütmek üzere de yine geçen dönemde sürelkli yuhalanan, hattâ Nazi askeri üniforması giydirilmiş bir karikatürü yayınlanarak protesto edilen Theo Francken’i görevlendirdikten sonra diyalog ve uzlaşma ihtimali daha da zayıf görünüyor.
Valon Hükümetini kuran üç partiden ECOLO’nun eşbaşkanı Jean-Marc Nollet zaten seçim sırasında da, seçim sonrasında da da N-VA’yı protokolde bile muhatap almayacağını kesinlikle açıklamış, hattâ Kral’ın görevlendirdiği iki görüşmecinin federal hükümet konusunda yaptığı nabız yoklamasına katılmayı dahi açıkça reddetmişti.
En büyük ortak Sosyalist Parti’de ise, önümüzdeki günlerde yapılacak kongrede, Valon Hükümeti’nde başbakanlık görevini üstlenen Elio Di Ripo’nun yerine parti başkanlığına seçilmesi beklenen Paul Magnette, N-VA ile bırakın işbirliğine, diyaloga dahi karşı olduğunu sık sık tekrarlamıştı.
Yine de Belçika bir sürprizler ülkesi… Uzlaşma Belçika siyasetinin fıtratında var…
N-VA’nın başını çektiği Flaman Hükümeti’nin getireceği her türlü anti-demokratik önlem ve uygulamaya karşı çıkmak sadece Valon’uyla, Flaman’ıyla, Alman’ıyla tüm demokrat Belçikalıların değil, bu ülkeyi ikinci vatan edinmiş tüm yabancı kökenli vatandaşların da görevi…
Ancak bunu yaparken, Flaman toplumunun neden bunca radikalleştiğini de, Valon’uyla, Brüksel’lisiyle tüm Fransızca konuşanların kendi tarihlerine yeniden daha serinkanlı ve objektif şekilde göz atarak araştırmaları gerekir.
Evet bugün Flaman ülkesinde egemen duruma geçen milliyetçiliğin kökeninde, 19. yüzyılda süper güçler tarafından tampon bir devlet olarak kurulan Belçika’da Fransızca konuşan güney kesiminin yüzyıla yakın Flaman ülkesini sömürge gibi kullanması, Flaman okullarında, toplum yaşamında Flamanca’nın yasaklanıp tek iletişim ve öğrenim dili olarak Fransızca’nın dayatılması, Birinci Dünya Savaşı’nda Flaman askerlerin subaylar tarafından verilen Fransızca emirleri anlayamadıkları için göz göre göre telef olması gibi gerçekler yatıyor.
Kıssadan hisse…
Ezilen halklar gün gelip özgürlüklerine kavuştuklarında geçmişte maruz kaldıkları haksızlıkların acısını çıkartmak için milliyetçiliğe daha fazla sarılabilir, aşırılıklara da gidebilir.
Bugün insan hakları ve özgürlüklerin kalesi diye tüm dünyaya ders veren Avrupa Birliği içerisinde bile ezilen birçok halk özgürlük ve eşitlik mücadelesi veriyor. İki yıldır Franko özentili Madrid yönetimine karşı mücadele yürüten, liderlerinin bir kısmı zindana atılan, bir kısmı sürgüne gitmek zorunda bırakılan Katalan halkının Brüksel’deki direniş gösterilerinin tanığıyım.
Sadece İspanya’daki Katalanlar mı? Yine aynı ülkedeki Basklar, Fransa’daki Korsikalılar, İtalya'nın kuzeyinde Padanya, Bosna Hersek'te Sırp bölgesi, Sırbistan'da Voyvodin, Romanya'da Macarlar...
Ya Avrupa Konseyi ve NATO’nun asli, Avrupa Birliği’nin aday üyesi Türkiye?
Kürt ulusunun kentleri, köyleri işgal altında, liderleri, gazetecileri, sanatçıları ya zindanda ya da sürgünde, Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyindeki kardeşleri sürekli Türk Ordusu’nun işgal tehdidi altında…
Cumhuriyet tarihi boyunca yaşattırılanlar, 1925’ler, Dersim’ler unutulmadı… 1980 darbesinden bu yana 40 yıla yakındır tam dört Kürt kuşağı devlet terörü altında doğdu, tüm yaşamında devlet teröründen başka bir şey tanımadı.
Bittabi diğer halkların Kürt ulusuyla dayanışmada olan çocukları da…
Türkçede yerleşmiş bir söz vardır:
Alma mazlumun ahını, çıkar acısı aheste aheste!
İşte Belçika’daki Flaman halkı, zamanında Frankofon baskısı altındayken çektiklerinin acısını çıkartmakta… Aheste aheste!
Kaldı ki, her zaman aheste aheste de olmayabilir!
Birilerine ders olsun!