Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Anayasalar tarihini bilmek neye yarar?

Anayasa tarihi konusunda çalışmaların muhakkak sağlam bir teorik-kavramsal çerçeve içinde gerçekleştirilmesi gerektiği açıktır. Öncelikle anayasa denilen şey hakkında bir kez daha düşünmek ve bazı sorularla meseleyi temelden deşmek iyi olabilir…

Geçen haftaki yazıda ‘temcit pilavı’ olarak tanımladığım ve bugünlerde tekrar önümüze konan yeni anayasa tartışmalarını sağlıklı bir şekilde yürütebilmek ve özellikle tekrarlardan kaçınmak için, bilhassa Türkiye anayasa tarihi hakkında mümkün olduğunca bilgi sahibi olmak gerekiyor.

Sadece konunun uzmanları için değil, herkes için geçerlidir bu.

Konuyla ilgili bugüne kadarki engin birikimden yararlanmak, belli aralıklarla kamuoyunun önüne gelen konunun her seferinde neredeyse ‘sıfırdan’ konuşulmasını engelleyebileceği gibi sürekli karşımıza çıkan Amerika’nın yeniden keşfedilmesi yanılgısı da ortadan kalkacaktır.

Sadece Osmanlı ve Türkiye tarihinde karşımıza çıkan beş anayasa (1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları) bağlamında değil, bu süreçte meselenin farklı boyutlarıyla ilgili olarak gündeme gelen girişimler, deneyimler ve tartışmalar sayesinde oluşmuş büyük birikim söz konusudur.

Kısaca, bugün sayın Erdoğan ve AKP tarafından tekrar önümüze konulan yeni anayasa tartışmalarının doğru anlaşılması için anayasa tarihinin farklı boyutlarıyla ilgili deneyim ve birikim konusunda halk bilinçlendirilmelidir. Özellikle medya başta olarak kamuoyu yapıcıları için bu zorunludur.

Bu engin deneyim dikkate alındığında, konuyla ilgili neredeyse her şeyin daha önce söylenmiş olduğu hemen görülecektir. Hem tekrardan kaçınabilmek hem de “taş üstüne taş koyma” anlayışıyla tartışabilmek için bu birikimi dikkate almak, bu nedenle elzemdir.

*****

Sorun sadece bu birikimin görmezlikten gelinmesi ve dikkate alınmaması nedeniyle yaşanabilecek tuhaflıklar değildir.

Aynı zamanda, farklı çevreler tarafından oluşturulmuş bugüne kadarki alternatif söylemlerin, yöntemlerin ve hatta anayasa tasarılarının da göz ardı edilmesi anlamına gelecektir. Ancak tüm bunların mevcut entelektüel kompartımanlaşmayı veya kutuplaşmayı aşacak şekilde bütünlüklü bir şekilde dikkate alınması gerekir.

Belli dönemlerde artan alternatif taslak çalışmaları ve tartışmaların sağladığı birikim, yürürlüğe girmiş anayasaların tarihi kadar öğretici olabilir.

Konuyla ilgili araştırmalarımda, Sünni Müslümanların, Kürtler başta olmak üzere gayri-Türk etnik grupların, Aleviler başta olmak üzere gayri-Sünnilerin ve genelde gayri-Müslimlerin, (sağ ve sol) liberallerin ve özgürlükçü solun bu konuda geride bıraktığı birikimi görmek sevindirici oldu. Ancak bunların her birinin kendi dünyasında yaşanmış ve kalmış deneyimler olduğu gerçeği üzücüdür. Bu birikimin parçası olan, bugüne kadar farklı çevrelerce hazırlanmış anayasa taslaklarından bazı örnekleri ileride okuyucularla paylaşmayı ümit ediyorum.

Tek başına alternatif anayasa tasarıları bile, en azından metin veya içerik boyutuyla anayasa tarihi konusundaki birikimin sadece yürürlüğe girmiş anayasalarla sınırlı olmadığını göstermektedir.

*****

Buradan yola çıkarak şunu söylemem mümkün: Bugün yapılacak anayasa tartışmalarında önemli bir sorun olan kompartımanlaşmayı aşmak amacıyla, farklı çevrelerce yapılacak çalışmalar arasında diyalogun daha en baştan sağlanması gerekir. Hatta mümkünse geçişkenliğin ve ortaklaşmanın önü açılmalıdır. Bu arada, elbette her çevre yapacağı çalışmaya, hem kendi geçmiş birikimini (söylem ve varsa tasarıları) hem de diğer çevrelerin geçmiş birikimini (en azından tasarılarını) dikkate alarak başlamalıdır.

Buraya kadar, günümüzde yeniden canlanacağı anlaşılan anayasa tartışmalarını takip etmek isteyen veya katkı sunmak isteyen (medya başta olmak üzere) herkesi ilgilendiren meselelere değindim.

Yazının bundan sonraki kısmında, daha ziyade araştırmacılar ve uzmanlar için anayasa tarihi konusunda uyarı ve önerilerime kısa notlar şeklinde yer vermek istiyorum.

(KARŞILAŞTIRMALI) ANAYASA TARİHİ ÇALIŞMALARI İÇİN ÖNERİ VE UYARILAR

Aşağıda sunacağım ilk birkaç öneri aslında genel olarak tarih çalışmaları için de geçerli olup anayasa tarihi çalışmaları bağlamında özgün yönleriyle daha detaylı tartışılabilir.

*****

Anayasa tarihi konusunda çalışmaların muhakkak sağlam bir teorik-kavramsal çerçeve içinde gerçekleştirilmesi gerektiği açıktır. Konu başlığından başlamak üzere yazı ve anlatımlarımızda kullandığımız anahtar kavramlardan ne anladığımızı belirtmemiz hem etik hem de doğru anlaşılmak için pratik bir zorunluluktur. Öte yandan kapsamlı olmayan anlatılarımızda, aynı kavramlardan başkalarının ne anladığı, kimin neyi kastettiği veya anladığı meselesini sorunsallaştırmak zorunlu olmayabilir.

Öncelikle anayasa denilen şey hakkında bir kez daha düşünmek ve bazı sorularla meseleyi temelden deşmek iyi olabilir…

Sonuç olarak bir yasa olduğu unutulmaması gereken anayasa, kanunlaştırma tarihinin, Osmanlı özelinde Batı hukukunun benimsenmesi/adaptasyonu tarihinin bir parçası olarak incelenmelidir.

Bu süreçte, esas/temel kanun (Kanun-i Esasi veya Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) adlandırmasıyla karşımıza çıkan anayasa, modern döneme özgü bir toplum sözleşmesi veya toplumsal mutabakat olarak hem anlayış, hem hazırlık ve yapım hem de içerik (norm/metin) olarak Batılaşmanın dolaysız parçası olarak kendi bağlamı içinde incelenmelidir.

Öncelikle, burada söz konusu olan toplumun ne anlamda kullanıldığı sorgulanmalıdır. Buradan yola çıkarak toplum kavramının, demos bağlamında demokrasi(cilik), cumhur bağlamında cumhuriyet(çilik) ve halk ve populus kavramlarıyla ilişkisi bağlamında günümüzde hayati önem kazanan halkçılık/popülizm tarihi çerçevesinde incelenmesi ve tartışılması zorunludur.

Bu bağlamda, sözleşme kavramı da özellikle taraflarının kim olduğu çerçevesinde her dönem için ayrı ayrı tartışılmalıdır.

Nitekim bu tartışmalarda temel meselelerden biri, anayasa sorunsalının tüm boyutlarında/aşamalarında toplumun/halkın/cumhurun/demosun yer(sizliğ)i ve anayasa hazırlık, yapım ve kabul süreçlerine katılımı konuları olacaktır. Böylece halkın, temsilcileri olarak milletvekilleri aracılığıyla anayasa hazırlık/yapım sürecine veya halk oylaması (referandum) aracılığıyla kabul/onay sürecine katılımıyla gerçekleşen sınırlı bir ‘katılımcılık’ anlayışının ne kadar yanlış olduğu, en iyi şekilde anayasa tarihi çalışmalarında ortaya çıkarılabilir.

Anayasa tarihi çalışırken, bu süreçlerde katılımın güvencesi olarak görülebilecek, ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, özellikle dikkate alınması gereken meselelerdir.

Yerine göre bazen demos, populus veya cumhur kavramları gibi bazen tüm toplum için kullanılan halk kavramı, elitler/seçkinler kavramının zıttı anlamında kullanıldığında sınıfsal ve erksel ilişkiler boyutu başta olmak üzere yaşamın her alanındaki eşitsizlikler anayasa tarihinin kaçınılmaz parçası olur. Bu da anayasa tarihinde özellikle tartışılması gereken “halka ait anayasa” kavramsallaştırmasına özel önem katmaktadır.

Sözleşmenin veya mutabakatın tarafları bağlamında çok şey ifade eden halk kavramı, genel anlamıyla kullanıldığında toplumun farklı kesimleri arasında sözleşme/mutabakat anlamına gelirken, pratikte çoğu zaman ‘devlet-olmayan’ anlamında kullanıldığında ise kamunun/devletin ‘sivil olanla’ ilişkisi bağlamında ele alınabilir.

Sonuç olarak, Osmanlı ve Türkiye anayasa(cılık) tarihinde bolca kullanılan bu kavramların sorunsallaştırılması öncelikli mesele olarak her incelemenin başında yer almalıdır.

Tam da bu noktada, anayasa (tarihi) tartışmalarında ve araştırmalarında sıkça karşımıza çıkan sorunlu kavramsallaştırmalardan biri de sivil anayasa(cılık)tır.

Daha çok askeri anayasa veya darbe anayasası kavramının zıddı olarak kullanılan sivil anayasa kavramı, son yıllarda daha ziyade Türkiye’de tartışmaları tıkayan bir yüceltme ve mitleştirme konusudur. Bu nedenle, anayasa tarihi bağlamında daha ziyade ‘asker-olmayan’ gibi aşırı genel bir anlamda kullanılan sivil kavramından ne anlaşıldığının sorgulanması/açıklanması asli bir görev olarak konuyla ilgili yazan herkesin önünde durmaktadır.

Nitekim bu kavramlar sorgulanmadan, adeta demokratlığı askeri anayasaya karşıtlıkla sınırlandıran veya ona indirgeyen sığ bir anlayışla anayasa meselesine ve tarihine bakışın yol açtığı sorunların devam edeceği açıktır.

Üstelik sivillik meselesi günümüzde nerdeyse sadece hazırlama ve yapım sürecinde askerlerin/ordunun anayasa yapım sürecindeki rolüne indirgenmiş olup, içerik ve uygulamada askeri/militarist nitelikler pek tartışılmaz olmuştur.

Özü gereği her sivil anayasanın darbe anayasalarından daha demokratik veya genelde daha iyi olacağı anlayışının doğru olup olmadığını Osmanlı ve Türkiye anayasa tarihi üzerinden sorgulamak şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkarabilir.

Darbe ve militarizm eleştirisi ve kaygısı ne kadar doğruysa, sivillik fetişizmi ve yüceltmesi de o kadar yanıltıcı olabilir.

Üstelik anayasa tarihini incelerken darbelerin sadece askeriye ile ilişkilendirilmesi, (özellikle iktidar bloku içinde yaşanan) sivil darbeleri ve bunun anayasa tarihindeki sonuçlarını görmemizi engelleyebilmektedir.

Osmanlı Türkiye tarihinde yürürlüğe girmiş veya taslak olarak kalmış anayasalar ve anayasal değişiklikler bu bağlamda incelendiğinde, sınırlama, baskı ve otoriterlik konusunda sivil ve askeri anayasalar arasında gerçekten fark olup olmadığı ve hangi yönde nasıl farklar olduğu sorularının cevapları araştırmacıları şaşırtabilir. Ancak bunun için öncelikle bu yönde bir kavramsal tartışma gerekmektedir.

Kavramsal çerçeve bağlamında son olarak şunu belirtmek isterim ki literatürde bazen karşımıza çıkan ‘anayasacılık’ kavramı hukukun alt-disiplini olarak anayasa çalışmaları/incelemeleri anlamında kullanılabildiği gibi, özellikle entelektüel tarih bağlamında modernleşme sürecinin başında anayasal rejim savunuculuğu/yandaşlığı anlamında da kullanılmaktadır.

*****

Yukarıda kısmen ele alabildiğim kavramsal çerçeveye baktığımızda hemen göreceğimiz şey, çok-boyutlu niteliğinden dolayı anayasa tarihi çalışmalarının sadece hukukun konusu olmadığı; meselenin kesinlikle disiplinlerarası (interdisipliner) yaklaşımla ele alınması gerektiğidir.

Siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik boyutları ihmal edilemeyecek anayasa tarihinin siyaset bilimi başta olmak üzere sosyal ve beşeri bilimlerin teorik ve ampirik birikimi olmadan çalışılması, dar hukuki çerçeve içine sıkışmış norm tartışmalarının, çoğu zaman yüzeysel bir zeminde ve hatta bazen geniş tarihsel bağlamından kopuk bir şekilde yapılmasına yol açmaktadır.

*****

Bu geniş bağlamı unutmadan, spesifik olarak anayasa tarihini ele aldığımızda karşımıza konunun, bütünlüklü olarak ve birbirleriyle diyalektik ilişki içinde ele alınması gereken dört boyutu çıkmaktadır:

  1. Yeni anayasa hazırlanış ve kabul süreci
  2. İçerik (norm/metin)
  3. Mevcut anayasalarda değişiklikler
  4. Uygulama

Sadece bütünlükçü bir yaklaşım sayesinde anayasa tarihinde bugüne kadarki birikimin tüm boyutları ve farklı bakış açıları doğru bir şekilde dikkate alınabilecektir.

*****

Anayasa tarihinin bu farklı boyutları farklı bağlamlarda ele alınabilir. Burada bunlardan sadece anayasalarda içerik (norm) ya da anayasa metninin özellikleri/nitelikleri boyutuna hangi bağlamda bakılabileceği ile ilgili bir liste önerisi vereceğim.

Teknik/konvansiyonel:

  • Genel çerçeve belirleyiciliği
  • Güçler ayrımı sağlayıcılığı ve garantörlüğü (demokratik)
  • İstikrar sağlayıcılığı

İlkesel:

  • Çoğulculuğu
  • Eşitlikçiliği
  • Özgürlükçülüğü
  • Sosyal adalet sağlayıcılığı
  • Ademi-merkeziyetçiliği (konfederasyon, federasyon ve özerklikten, yerel ve yerinden yönetime kadar merkez-çevre dinamiği)
  • Katılımcılığı
  • Ekolojik anlayışı

Benzer şekilde, diğer boyutları da farklı boyutlarıyla incelemek/tartışmak mümkündür.

Osmanlı ve Türkiye anayasaları incelenirken işimize yarayacak farklı kriterlere örnek oluşturan bu liste, karşılaştırmalı anayasa tarihi için (esnek olarak ele alınması gereken) bir şablon oluşturabilir.

*****

Karşılaştırmalı anayasa tarihi söz konusu olduğunda önemli bazı sorunlara da burada dikkat çekmek yararlı olacaktır.

Her şeyden önce, genelde karşılaştırmalı çalışmalarda karşımıza çıkan, faklı unsurların art arda dizilmesinden oluşan eklektik çalışmaların karşılaştırmalı tarih olarak görülemeyeceğini söylemek gerekir. Sentezi ve analizi adeta okuyucuya bırakan bu tür (aslında derleme) çalışmalar daha ziyade, sonraki derinlemesine incelemeler için ‘metin rezervi’ (text corpus) olarak görülebilir.

Diğer yandan, anayasa meselesinin yukarıda andığım dört boyutunu veya bir kısmını inceleyen hem sentetik hem de analitik niteliğe sahip karşılaştırmalı anayasa tarihi çalışmaları, esasen iki düzeyde yapılabilir: (1) Farklı dönemleri karşılaştırmalı eleştirel analize tabi tutmayı amaçlayan kronolojik düzlem ve (2) farklı ülke veya bölgeleri karşılaştırmalı eleştirel analize tabi tutmayı amaçlayan coğrafik düzlem.

*****

Anayasa tarihi çalışmaları için çok genel bir önerim de süreç içinde Osmanlı ve Türkiye’de anayasaların genelde neye yaradığı sorusunun eleştirel ve sorgulayıcı bir anlayışla ele alınması olabilir.

Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu topraklarda gündeme gelen ve 1876 yılında yürürlüğe giren birinci anayasadan itibaren teorik olarak kesintisiz varlığını sürdüren anayasalı Osmanlı ve Türkiye tarihi ele alınırken, tüm boyutlarıyla hangi anayasanın kimin ne kadar işine yaradığının tartışıldığını görmekteyiz. Ancak en az onun kadar “Genelde anayasa ne işe yarar?” sorusunu da kompleksiz ve cesaretle tartışmak gerekir.

Belki böylece Türkiye’de genelde sorunlara çözüm ve bazılarınca her derde derman olarak görülen yeni anayasaların tarih boyunca demokrasinin garantisi olmadığını görürüz. Haksız ve yanlış bir şekilde anayasalara yüklenen bu yükün, daha doğrusu bu işlev ve görevin esasen bir yanılsamadan ibaret olduğunu görmek için teorik tartışmalardan daha ziyade tarihsel deneyimler öğretici olacaktır.

Sıkça karşımıza çıkan ve siyasetten kaçış anlamına gelen bu anlayışın dayattığı “sorunları çözecek sihirli araç olarak yeni anaysa” ya da “demokrasiyi getirecek yeni anayasa” anlayışı yerine, ancak mücadele ile ulaşılacak bir çözümün veya demokrasinin nihai bağlayıcı konsensüs metni olarak anayasa anlayışı, günümüz anayasa tartışmalarına yüklenen sorunlu anlam ve işlevi sorgulamamıza hizmet edebilir.

Bundan sonraki Tarih Terslerinde Osmanlı ve Türkiye tarihinin farklı dönemlerinde karşımıza çıkan anayasal süreçleri ve anayasacılık anlayışlarını ele alacağım.


Bülent Bilmez kimdir?

Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme,

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi