1924 Anayasası’nın 36 yıllık ömründe geçirdiği revizyonların sayısı ve değişen maddelerin karmaşık hikayelerinin genel hatlarıyla da olsa anlaşılmasının derinlikli bir içerik analizi için yararlı ve belki de elzem olduğuna inanmaktayım.
1924 Anayasası'nda yapılan revizyonları incelediğimizde gördüğümüz şudur: 1928-37 döneminde yapılan değişikliklerle, 1924 Anayasasının toplam 15 maddesinde değişiklik yapılmıştır. Bu maddeler de sonrasında değiştiği için, değişiklik sayısı daha fazladır.
1924 Anayasası bağlamında bence daha çarpıcı olan mesele, bu anayasanın bizzat sahibi tarafından adeta yok hükmünde sayıldığı, 1924-1938 dönemindeki uygulama sürecidir.
1920-1923 döneminde yaşanan rekabet bağlamında baktığımızda, Başkan'ın ve Meclis'in aynı anda bu kadar güçlü olduğu başka bir döneme rastlamak mümkün değildir.
1923 yılında tıkanmış olduğu iddia edilen meclis sisteminden bir tür parlamenter sisteme doğru bir adım atılırken, 2017 yılında ise tıkanmış olduğu iddia edilen parlamenter sistemden her derde deva Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş yapılmıştır.
Mustafa Kemal Paşa ve hayranları için ‘dahice siyasi manevra’ olarak görülen bu süreç, eski dostları da dahil olmak üzere birçok kişi tarafından Cumhuriyet’in ilanının diktatörleşme sürecinde bir araç olarak kullanılması olarak görülmüştür.
Türkiye, Kürt karşıtlığına dönüşen bu yoldan dönmeden içinde bulunduğu çoklu yapısal krizinden çıkamaz. İnsanlarına huzurlu, mutlu ve özgür yaşam sağlayamaz. Türkiye, 'insani her açıdan' Kürt barışına mecbur.
Mustafa Kemal ve çevresi, anayasal revizyon meselesini cumhuriyetin ilanına indirgemeyi başarmış ve bunun için en çok kullandıkları argüman da 'bir süredir zaten Ankara’da adı konulmamış bir cumhuriyet rejimi yaşandığı' iddiası olmuştur.
29 Ekim revizyonunda da 1921 Anayasasının görece ademimerkeziyetçi özelliğinin değiştirilmesi söz konusu olmayacaktır. Merkeziyetçi yönetim anlayışını görmek için altı ay sonraki 1924 Anayasasını beklemek gerekecektir, bu ‘sapma’ ayrıca tartışılmalıdır.
Lozan görüşmeleri devam ederken Türkiye’deki gelişmelere baktığımızda Osmanlı ortadan kalkmasına rağmen, 1876 ve 1921 Anayasalarının eş zamanlı olarak yürüklükte olmalarından kaynaklı 'iki anayasalı dönem'in ortadan kalkmadığını görürüz.
Birinci Meclisi dağıtarak yeni Meclisin kurucusu olacak İkinci Meclisin seçilmesine yol açan 1 Nisan 1923 anayasal revizyonuna genel bir bakış bile yeni bir rejimin kuruluşuna doğru bilinçli bir adım olduğunu görmemizi sağlar.
Tekçi otoriter Türkiye rejimleri tarafından unutulmaya terk edilmiş olan ve son zamanlarda halkçı, çoğulcu ve ademimerkeziyetçi özellikleriyle muhalifler tarafından mitleştirilen 1921 Anayasasının günümüzde daha iyi anlaşılmasına ihtiyaç olduğu açıktır.
Anayasal revizyon, anayasanın belli maddelerinin değiştirilmesini, metinden çıkarılmasını ve maddelerde değişiklikler yapılmasını kapsayabilmektedir. Anayasa değişikliği kavramını ise mevcut anayasanın yerine yenisinin konulması anlamında kullanıyorum.
Bugün yeni anayasa için (gerekli olduğu iddia edilen) uzlaşı mevcut olmadığı gibi, radikal değişiklikler gerçekleştirebilecek (devrimci/dönüştürücü) siyasetin şansı da objektif olarak mevcut değildir…
AKP’nin belirlediği gündem ve söyleme esir düşmeden, gerçekten özgürlükçü ve çoğulcu demokratik bir anayasa için durmaksızın tartışmak, mücadele etmek ve yeni anayasa hazırlıklarına devam etmek gerekiyor.
Anayasa tarihi konusunda çalışmaların muhakkak sağlam bir teorik-kavramsal çerçeve içinde gerçekleştirilmesi gerektiği açıktır. Öncelikle anayasa denilen şey hakkında bir kez daha düşünmek ve bazı sorularla meseleyi temelden deşmek iyi olabilir…
Ebert yönetimiyle uyumlu çalışmak için elinden geleni yapan Bağımsız-SPD başkanı Hugo Haase ve destekçileri, Noel katliamının yarattığı infial sonucu tabandan gelen baskıya fazla direnemedi.
SPD-Çoğunluk’un açık üstünlüğü sadece delege seçimlerindeki ve oylamalardaki olası ayak oyunlarına dayanmıyordu; işçi sınıfının yaşamının her alanında açık ara önde oldukları biliniyordu.
Darbe girişiminin hemen ardından kaldıkları yerden devam eden karşı-devrimci çevreler, fondan aldıkları destekle anti-Bolşevik propaganda kampanyasına hız verdiler.
Aralık ayında başlayan kanlı süreç, muhalifler arasında yaşanan iktidar savaşının sonucu olduğu için, ‘devrimin çocuklarını yemesi’ sürecinin artık başladığını söyleyebiliriz.
Berlin’de giderek kızışan iktidar mücadelesinde Ebert yönetimi ve eski müesses nizamın sivil ve özellikle askerî elitleri arasındaki ittifak her iki taraf için de hayati önem kazanıyordu.
Her şeye rağmen 9-10 Kasım devrimi sonrası iktidarı ele geçiren SPD-Çoğunluk yönetimi, konseyler yönetimini ortadan kaldırarak kurucu meclis kurma amacına her gün biraz daha yaklaşıyordu.
Birçok şehirde yönetimi ele geçiren işçi-asker konseyleri, müesses nizamın temsilcisi olan yerel aristokrasinin kaçmasına ve buralarda katılımcı halk yönetimlerinin kurulmasına yol açtı.
Toprakları düşman kontrolüne girmemiş olan Almanya elitleri yönetimi kontrollü bir şekilde kitlesel desteğe sahip partilerle paylaşarak, bir geçiş rejimi yani bir tür ara çözüm peşindeydi.
Almanya’da bugünlerde daha önce görülmemiş bir ilgi ve hevesle devrimin yüzüncü yılı anılıyor... Ancak herkes kendi devrimini anıyor aslında!
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır. Bu siteye giriş yaparak çerez kullanımını kabul etmiş sayılıyorsunuz.