Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
1921 Anayasasının iki revizyonu arasında
Anayasa tartışmalarında kullanılan ve kafa karıştıran 'anayasa değişimi’ kavramının ilk başta ‘yeni anayasa’ yapımını akla getirdiğini biliyoruz. Ancak söz konusu kavramın aynı zamanda ‘anayasada değişiklik(ler)’ veya eskilerin deyişiyle ‘anayasa tadilatı’ anlamında kullanıldığını ve bunun kafa karışıklığına yol açabildiğini daha önce Tarih Tersleri’nde birkaç kez ifade etmiştim. Bu karışıklığın önüne geçmek için de ikincisi için “Anayasal revizyon” veya “Anayasada revizyon” kavramlarını tercih ettiğimi belirtmiştim.
Beri taraftan bu konuya eğilmemdeki amacı tekrar hatırlatmak gerekirse, hiç bitmeyen ve bu ara yeniden gündeme getirilen ‘anaysa değişikliği’ tartışmalarına katkı sunmak amacıyla ele aldığım “Osmanlı ve Türkiye anayasalarında revizyonların tarihi”ne daha yakından odaklanmak istememin en önemli nedeni, anayasa tartıştırmalarını ve daha genelde anayasa tarihini ‘yeni anayasa’ hevesinden öte bir kapsamda tartışmak istememdir.
Ayrıca, Anayasa revizyonları tarihini tartışmamız gerektiğine inanmanın bir diğer nedeni de bugün ‘yamalı bohça’ya dönüştüğü için 1982 anayasası bağlamında artık revizyon(lar)a değil, toptan değişime, yani yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunun sıkça dile getirilmesidir.
Karşılaştırmalı anayasalar tarihi konusundaki bilgi eksikliğinden kaynaklanan veya ‘yeninin cazibesi’ nedeniyle dile getirilen bu iddia, anayasa ve anayasal tarih ile ilgili yanlış algıdan kaynaklanmaktadır: Anayasalar kabul edildikleri metinlerden ibaretmiş gibi yapılan tartışmalarda, tarihin herhangi bir anında yürürlükte olan bir anayasadan söz edilirken doğal olarak yapıldıkları yıla göre, mesela “1921 Anayasası” veya “1982 Anayasası” gibi isimler kullanılmakta ve söz konusu yıllarda yapılmış anayasalar hep aynı kalmış gibi konuşulabilmektedir.
Hal böyle olunca söz konusu anayasalarda zaman içinde yapılan (bazıları yeni anayasa yapımı kadar önemli) revizyonlar ihmal edilmektedir.
Oysa, daha önce belirtiğim üzere, geçmişteki bu revizyonlardan bazıları, en az yeni anayasalar kadar önemli tarihi dönüm noktalarına işaret etmektedirler. Dolayısıyla bu gerçeklik bize, günümüzde krize dönüşmüş önemli sorunlar bağlamında anayasa değişimi konuşulduğunda ilgili anayasalarda gerçekleşmiş revizyonların da en az yeni anayasa tartışması kadar dikkate alınması gerekliliğini göstermektedir.
****
Bu bağlamda 1876 anayasasında II. Meşrutiyetin ilanın ilk yılından sonra, yani II. Abdülhamit saltanatı sonrasında gerçekleştirilen revizyonları taşıdıkları önem bağlamında değerlendirmiştim.
İkinci anayasa konumundaki 1921 Anayasasında yapılan iki önemli revizyon ise yukarıda değindiğim, revizyonların en az yeni anayasalar kadar dikkate alınması gerekliliği hususunu bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Geçen hafta 1921 Anayasası revizyonlarından pek bilinmeyen birincisini (1 Nisan 1923) ele almıştım.
Öte yandan hakkında daha çok yazılmış ve konuşulmuş olan ve daha ziyade “Cumhuriyet’in ilanı” olarak bilinen 29 Ekim 1923 revizyonu ise işaret ettiği radikal dönüşüm nedeniyle daha detaylı olarak ve hassasiyetle ele alınmalıdır.
Gelecek haftalarda bunu yapmaya çalışacağım.
Ancak, ikinci revizyonun, yani yeni bir rejim kuran 29 Ekim 1923 revizyonun hazırlık ve kabulünün tarihine odaklanmadan önce, aynı zamanda birinci revizyonu da daha iyi anlamamızı sağlayacak olan olağanüstü konjonktüre daha yakından ve eleştirel bir gözle bakmakta yarar var diye düşünüyorum.
****
İKİ EKSİ BİRİN HENÜZ BİR ETMEDİĞİ YIL (KASIM 1922 – EKİM 1923)
29 Ekim 1923 revizyonunu anlamak için bilmemiz gereken ve birinci revizyonu da kapsayan daha geniş tarihsel bağlama baktığımızda, birçok nedenden dolayı olağanüstü bir yılla (Kasım 1922 ve Ekim 1923) karşılaşırız.
Önceki yazılarda sözünü ettiğim ‘Birinci Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzeni’ inşası sürecinde Ankara’da kurulan (Rıdvan Akın’ın özlü deyişiyle) TBMM Devleti ve (Mahmut Goloğlu’nun çarpıcı adlandırmasıyla) “III. Meşrutiyet Dönemi”nin parçası olarak yaşanan bu bir yıla “İki Devlet Arası Yıl” veya “İki Eksi Birin Henüz Bir Etmediği Yıl” diyebiliriz.
Açıkçası, İstanbul Hükümetine paralel/alternatif olarak Ankara’da kurulan hükümetin ve kağıt üzerinde tüm TBMM’nin Osmanlı’yla devamlılık ilişkisiyle ilgili iddialar ve pratikte çok sayıda aktörün Osmanlı’ya duygusal-zihinsel bağlılığı devam etmekle birlikte, Ankara’da adeta paralel bir devlet inşasına girişildiğini söylemek mümkündür.
Bunun yol açtığı iki devletli dönemin belli bir aşamasında Ankara’nın İstanbul’u tasfiye edebilmesinin en önemli nedeni, Ankara Hükümeti’nin düzenli ordularının Yunanistan’a karşı direnişi ve zaferi olduğu kadar, eş zamanlı olarak sürdürülen muzaffer Batı devletleri tarafından kabul görme çabasının da başarıya ulaşmasıydı. Başından itibaren Batı’ya verilen güvenceler aracılığıyla bu konuda gün geçtikçe rüştünü ispatlayan Ankara Hükümeti, Yunanistan’ın nihai yenilgisinin ardından imzalanan Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922) sonrasında (daha önce tasfiye ettiği rakiplerinden sonra) erk mücadelesinde son rakip konumundaki İstanbul Hükümetinin tasfiye sürecine de hız vermeye başladı. Bunun aynı zamanda ‘yedi yüz yıllık’ Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi/yıkılması anlamına geldiğini anlamak için bu konudaki iki adıma bakmak yeterlidir: 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanat kaldırılmış ve 4 Kasım 1922’de Sadrazam Tevfik Paşa İstanbul Hükümetinin istifa ettiğini basına duyurmuştur.
Nitekim Saltanatın ortadan kaldırılmasına giden sürecin taşlarını döşeyen adımlar da Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan antlaşmaların sonuncusunun müzakereleri için Lozan’da yapılacak konferansa iki erk merkezi olarak İstanbul ve Ankara’nın çağırılması olmuştur. Bu nedenle iki merkez arasındaki kısa süreli yazışma (17-18 Ekim 1922) ve rekabetin sonucunda varılan nokta, Meclis’te yapılan heyecanlı tartışmalar (30 Ekim-1 Kasım 1922) sonrasında Saltanatın ilgası, hükümetin istifası ve dolayısıyla Osmanlı’nın ortadan kaldırılması olmuştur.
Böylece, Osmanlı’nın tasfiyesi sonrasında ‘iki devlet arası dönem’ (Kasım 1922 – Ekim 1923) başlamıştır. İki devletten biri olan Osmanlı’nın ortadan kalması sonrası ortada bir devlet değil ondan fazlası kalmıştır çünkü 1876 Anayasası de dahil olmak üzere Osmanlı Devletinin tamamen tasfiyesi için sonraki yıl boyunca Ankara’da önemli adımlar atılacaktır. Anayasa tarihi anlamında bunun en sembolik olanı, 1924 Anayası ile birlikte Osmanlı Anayasasının yürüklükte olma iddiası hiç kimse tarafından gündeme getirilemez olmuştur.
Bu arada daha önce ‘paralel devlet’ konumunda olan TBMM Devleti, Osmanlı’dan kalan topraklarda, artık Osmanlı adından ziyade daha çok “Türkiye” denilen coğrafya üzerinde ‘alternatifi olmayan’, ‘tek erk merkezi’ konumuna gelmiştir.
Gerçi henüz yeni devletin uluslararası kabulü gerçekleşmemiştir, ama bunun da eli kulağındadır.
****
Lozan’ın ilk dönem görüşmeleri devam ederken (20 Kasım 1922 – 4 Şubat 1923) Türkiye’deki gelişmelere anayasa tarihi bağlamında baktığımızda, Osmanlı Devleti ortadan kalkmasına rağmen, 1876 ve 1921 Anayasalarının eş zamanlı olarak yürüklükte olmalarından kaynaklı “iki anayasalı dönem”in hemen ortadan kalkmadığını görürüz. Ancak, Ankara’daki bazı milletvekilleri de dahil olmak üzere kamuoyu 1876 Osmanlı Anayasası hala yürürlükteymiş gibi davransa da Osmanlı’nın devam ettiği algısının artık çok zayıfladığı kesindir.
Öte taraftan 1923 kışında ülkede ve özellikle TBMM’nin gündeminde neredeyse sadece Lozan konferansı vardır.
Nitekim, Lozan görüşmelerine ara verildiği dönemde (Şubat-Nisan 1923) Meclis’te, özellikle 21 Şubat 1923 tarihinde yapılan gizli oturumdaki sert tartışmalardan sonra keskinleşen Meclis-içi muhalefet ve Ankara’da yeni elitler arasında sertleşen rekabet, o güne kadar el birliğiyle erk savaşında tüm rakipleri (çoğu zaman şiddetle ve acımasızca) tasfiye eden ‘muzafferler’ arasında yeni tasfiyelere yol açacaktır.
1921 Anayasası revizyonları tarihi bağlamında çok önemli olgulardan biri, bu revizyonların essen bu bitmeyen erk savaşları ve bunun sonucunda gündeme gelen tasfiye süreçleriyle dolaysız ilişkisidir. Birinci revizyonun TBMM’deki II. Grup milletvekillerinin tasfiyesi için araçsallaştırıldığını geçen hafta dile getirmiştim. Bu tasfiye sürecinden sonra iyice daralmış olan iktidar blokunun tepesindeki çekirdek grup içinde yaşanacak yeni bir tasfiye süreci için ikinci revizyonunun (29 Ekim 1923) yani Cumhuriyet’in ilanının gerçekleşmesini beklemek gerekecektir. İkinci revizyonun araçsallaştırılma sürecini ise sonraki yazılarda daha geniş bir şekilde ele almayı planlıyorum.
****
1921 Anayasası revizyonlarının tarihsel bağlamını anlamak için baktığımız bir yıllık dönemin -birinci revizyona kadar olan- ilk yarısında (1 Kasım 1922 – 1 Nisan 1923) yaşananlardan daha önemli gelişmeler, ikinci revizyona giden süreçte, yani yılın ikinci yarısında (Nisan-Eylül 1923) yaşanmıştır.
İkinci anayasal revizyon için hazırlıkların ve tartışmaların yapılmaya başlandığı bu dönemin son üç ayını (Temmuz-Eylül 1923) gelecek yazıda işleyeceğim.
Yazıyı bitirmeden burada bazı olgusal bilgilerle kısaca özetlemek istediğim söz konusu yılın ilk üç ayı (Nisan-Haziran 1923) ise dolaysız olarak anayasal revizyonla ilgili olmasa da revizyonu anlamak için dikkate alınması elzem olan gelişmelere tanıklık etmiştir.
29 Ekim 1923 revizyonuna giden süreçte, bu üç ayda yaşanmış en önemli gelişme, geçen hafta belirttiğim üzere, 1921 Anayasasını yapmış olan Meclisin seçimleri yenileme kararı alarak en son 16 Nisan 1923 tarihinde yaptığı oturumdan sonra dağılmasıdır.
Böylelikle Anayasanın önce radikal revizyonunu (29 Ekim 1923) yapacak, sonra ortadan kaldırarak yerine 1924 Anayasasını koyacak olan Meclisin daha ‘uyumlu’ milletvekilleri, Geçici Seçim Kanununda 3 Nisan 1923 tarihinde 320 sayılı kararla gerçekleştirilen değişiklilere göre yapılacak olan Haziran ayındaki seçimler sonucunda belirlenecektir.
Yapılan değişikliklere göre oluşacak bu meclis 11 Ağustos 1923 tarihinde toplandığında, Mustafa Kemal’in “milli sır” (!) olarak dar bir çevre içinde başlattığı anayasa çalışmalarını ve tartışmalarını kucağında bulacaktır.
Yani, 16 Nisan-11 Ağustos 1923 arasındaki dönemde pratikte artık bir TBMM Devleti de yoktur!
Bu arada Ankara heyeti, Lozan konferansının ikinci döneminde (23 Nisan – 24 Temmuz 1923) Meclis’teki muhalefetin baskısından uzak bir şekilde görüşmelerini sürdürmektedir. Ankara heyetine yine İsmet İnönü başkanlık ederken, Büyük Güçler kendilerini temsil eden heyetlerin başkanlarını değiştirmişledir: Britanya heyetine, Lord Curzon’un yerine Sir Horald Rumbold, Fransa heyetine, Bompard’ın yerine General Pellé ve İtalya heyetine, Garroni’nin yerine Montagna başkanlık etmektedir. Birinci dönemde girilen çıkmazdan kurtulmak için atılan bu adım, Batı tarafından onay ve kabul konusunda artık iyice emin olan Ankara için önemli bir mesajdır.
Bu esnada meclisin denetiminden uzak bir hükümetin kontrolünde, Türkiye’de hızla yeni bir rejime doğru gidilirken, bunun için gerekli olduğunu düşündüğü yeni anayasa veya anayasal revizyon düşüncesi de Mustafa Kemal’in kafasında mayalanmaktadır.
Sonuç olarak Ankara’da çok küçük bir grup arasında konuşulmaya başlanacak olan ve yeni bir “Anayasa Tasarısı”nın hazırlanmasına ve nihayetinde anayasal bir revizyona yol açacak bu düşünce yıkıcı ve kurucu bir mahiyet arz edecektir. Bu fikrin ortaya çıkma, gelişme ve kamuoyunda tartışılma sürecine sonraki yazılarda bakmaya devam edeceğim…