Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Revizyon ile Yeni Anayasa arasında Mustafa Kemal imzalı anayasa taslağı

29 Ekim revizyonunda da 1921 Anayasasının görece ademimerkeziyetçi özelliğinin değiştirilmesi söz konusu olmayacaktır. Merkeziyetçi yönetim anlayışını görmek için altı ay sonraki 1924 Anayasasını beklemek gerekecektir, bu ‘sapma’ ayrıca tartışılmalıdır.

Bir süredir Tarih Tersleri’nde işlemekte olduğum ‘Osmanlı ve Türkiye’de anayasal revizyonlar tarihi’ne baktığımızda, günümüzü belki de en çok belirleyen anayasal revizyonun 29 Ekim 1923 tarihinde gerçekleştirilen 1921 Anayasasının ikinci revizyonu olduğunu görürüz.

Bunun tek nedeni, Cumhuriyet’in ilanının bu revizyon vesilesiyle gerçekleşmesi değildir. Bu aşikar nedenin dışında, 29 Ekim revizyonuna giden süreçte, yani 1923 yılının Nisan ve Ekim ayları arasında yaşananlar da bunu düşündürmektedir.

Geçen hafta özetlediğim, ‘Meclis seçimlerinin yenilenmesi’ anlamına gelen 1 Nisan 1923 tarihli 1921 Anayasasının birinci revizyonundan sadece iki gün sonra, 3 Nisan 1923’te seçim yasasında revizyona gidilmesi, 1922 Kasım’ında Saltanat kaldırılmış ve Osmanlı hükûmeti istifa etmiş olsa da Osmanlı’nın hala devam ettiğini ve 1876 anayasasının da geçerli olduğunu göstermektedir. Çünkü bu noktada bile Meclis, yeni bir seçim yasası yapmak yerine, geçerli olduğunu kabul ettiği, I. Meşrutiyet döneminde yapılmış ve II. Meşrutiyet döneminde revize edilmiş olan Osmanlı seçim yasasını revize etmekle yetinmeyi tercih etmiştir.

Diğer yandan Osmanlı’dan kopuşun ve Ankara merkezli yeni bir devletin kuruluşunun sembolü olarak görülen Birinci Meclis’in kendisini de facto feshetmesi anlamına gelen 1921 Anayasasının birinci revizyonundan sonraki altı ay içinde yaşanmış önemli gelişmelerin çoğu, ikinci revizyon için Mustafa Kemal ve grubunun yaptığı hamlelerden kaynaklanmıştır.

İlk anda öyle görünse de bence böyle bir anlatı ‘sonunu bildiğimiz bir hikayenin öncesinde yaşanmış olanları, adeta o noktaya gitmeye hizmet eden ön tarih olarak sonradan yazmak’ anlamında teleolojik bir anlatı sayılmaz. İradi ve planlı bir hazırlığın sonucu olarak 29 Ekim revizyonuna gidilirken, bu dönemde iç politikada atılan nerdeyse her adımın aynı amaca hizmet ettiğini düşünüyorum.

Muhalifleri tasfiye için Mustafa Kemal ekibinin, 15 Nisan 1923 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu dahil olmak üzere tüm yöntemleri kullandıkları İkinci Meclis seçimlerinin tamamlandığı Haziran-Temmuz 1923 aylarına kadarki sürede yaşanan - geçen hafta genel hatlarıyla özetlediğim - gelişmelere baktığımızda, bence geleceğin Türkiye’sini belirleyen çok etkili şeyler yaşanmıştır. Bunların başında, (Nisan-Temmuz arası yürütülen ikinci dönem görüşmeleri sonucunda) 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nı görmekteyiz. Bu sayede kazanılan uluslararası güvence altında, 29 Ekim revizyonu sayesinde ulaşılacak tek adam rejiminin ve tekçi ulus devletin inşası daha emin adımlarla devam edecek ve artık süreç çok hızlanacaktır.

29 Ekim 1923 tarihli 1921 Anayasasının ikinci revizyonuna giden süreçte gündeme gelen ve bu yazının konusunu oluşturan ‘anayasa taslağı’ serüveni, en çok bu yönüyle ilginçtir.

*****

Bazen “Atatürk’ün Anayasa Taslağı” olarak anılan ve kamuoyunda pek bilinmeyen bu serüveni özetleyerek başlamak iyi olacaktır.

1 Nisan 1923’teki anayasal revizyondan sonra iç siyasetin en önemli konuları Haziran-Temmuz seçimleri ve yine bununla ilgili bir konu olarak, Aralık 1922’de Mustafa Kemal önderliğinde başlatılmış olan partileşme sürecidir. Anayasa konusu yeniden gündeme geldiğinde anayasal revizyon veya yeni anayasa ile ilgili serüven, bu iki konudaki gelişmelerle iç içe geçecektir. Serüveni karmaşıklaştıran ve bugün tüm açıklığıyla anlaşılmasını zorlaştıran da budur.

Bir yandan, ordunun ve bürokrasinin tüm olanaklarını kullanılarak muhalifleri dışarıda tutmak isteyen Mustafa Kemal önderliğinde Anadolu’nun her yerinde yürütülen -bazen açıktan zora dayalı- seçim sürecini merkezden yürütmek için kurulmuş olan ve Ankara Garı’ndaki ofiste çalışan ‘İstasyon Grubu’, aynı yerde düzenli toplanarak anayasa çalışmalarını yürüten komisyonların çekirdeğini oluşturacaktır. Bu grubun, daha sonra ‘Kanun-i Esasi Encümeni’ olarak başlayıp sonra genişletilerek ‘Mütehassıslar Encümeni’ne dönüşen yapı ile iç içe geçmişliği, sürecin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Kısaca, detaylarının araştırılması gereken bu ‘iç içe geçmişlik’ veya ‘dönüşüm’ de konuyla ilgili kafa karışıklığının nedenlerinden biri olarak görünmektedir.

Diğer yandan, anayasa çalışmaları, partileşme çalışmaları bağlamında sürdürülen “Halk Fırkası Nizamnamesi” taslağı hazırlıkları sırasında gündeme getirildiği için, parti tüzüğü tartışmaları ile anayasa tartışmaları da iç içe geçmiştir. Literatürde karşımıza çıkan kafa karışıklığının bir nedeni de bu sürecin gerçekten karmaşık olmasıdır. Nitekim anayasal revizyon konusundaki ilk adımlar da önce Fırka kurullarında tartışılarak geliştirilmiş ve Fırka içindeki karar süreçlerinden geçmiştir.

Bu nedenle, bu yazıda ele alınan anayasa taslağının “Atatürk’ün anayasa taslağı” veya “Atatürk’ün anayasa tasarısı” olarak görülmesi doğru olmaz.

Öncelikle kavram karmaşasından kaynaklanan en temel hatayı düzeltmek üzere şunu söylemekte yarar var: Ortada Meclisin onayına sunulmuş bir metin olmadığı için teknik olarak bir tasarı söz konusu değildir.

Bu arada, resmen 9 Eylül 1923’te kurumuş olan Halk Fırkası’ndan, kuruluş ilanından önceki dönemde de Fırka olarak söz etmemizin nedeni, Mustafa Kemal başta olmak üzere bizzat dönemin kahramanları tarafından daha Halk Fırkası kurulmadan gruptan Fırka olarak söz etmeleridir. Daha dorusu, grubun resmen Fırka olmadan Mustafa Kemal ve ekibi tarafından gayri resmi olarak Fırkaya dönüştürülmüş olmasıdır.

Diğer taraftan, taslağın Atatürk’e ait olması noktasında emin olduğumuz tek şey, bir ekip tarafından yazılmış metnin kenarlarına daha sonra Mustafa Kemal tarafından notlar düşülmüş olduğu ve kapağında kendisinin o zamanki imzasının bulunduğudur. Ancak metnin kime ait olduğu konusu, aşağıda göreceğimiz üzere, belirsizliğini korumaktadır.

Uzun süre arşiv raflarında kalan, 1983 yılında yayınlanan Gürbüz Tüfekçi’nin Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar çalışmasında anılmasına rağmen tarihçilerin ilgisini çekmemiş olan bu taslak, Can Dündar’ın hazırlamakta olduğu bir belgeselin hazırlık sürecinde ‘keşfedilmiştir’. Ancak bu noktada, taslağın içeriğinden ziyade, üzerinde bizzat Mustafa Kemal’in el yazısıyla kaleme alınmış kenar notlarının ve kapağında o zamanki imzasının olması yönüyle öne çıkarılarak 1998 yılında Türkiye Cumhuriyeti İlk Anayasa Taslağı başlığıyla yayınlanmıştır. Latin harflerine transliterasyonu ve günümüz Türkçesine çevirisi ile birlikte Kentbank desteğiyle Boyut Yayınları tarafından yayınlanan ve orijinalinde “Proje halindedir” alt başlığını taşıyan taslağın hikayesi ve içeriği, hak ettiği ilgiyi bugüne kadar görmemiştir. Oysa içeriği ve akıbetinin belirsizliği nedeniyle oldukça çarpıcı bir olay söz konusudur.

Öncelikle anayasa taslağının içeriğine bakacak olursak -1921 Anayasasında olduğu gibi- vilayetler ile nahiyelere tanınan özerklik (muhtariyet) hemen dikkat çekmektedir. 114 maddelik taslakta, herhangi bir başlık altında toplanmamış olan ilk 15 maddede, önce devlet yönetimin cumhuriyet (1. madde), dininin İslam (2. madde), başkentinin Ankara (3. madde) olduğu belirtilmekte ve diğer 12 maddede oldukça özgürlükçü ve eşitlikçi maddeler sıralanmaktadır.

Taslağın diğer maddeleri ise şu bölüm başlıkları altında toplanmıştır:

  • Türkiye Cumhuriyeti Tebaasının Hukuk-u Umumiyesi [T.C. Uyruklarının Genel Hakları] (16-27. maddeler)
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi (28-30. maddeler)
  • Türkiye Büyük Millet Meclisinin Salahiyetleri [Yetkileri] (31.-32. maddeler)
  • Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti [Cumhurbaşkanlığı] (33-38. maddeler)
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi Divan-ı Riyaseti [Başkanlık Divanı] (39-56. maddeler)
  • İntihabat [Seçimler] (57-66. maddeler)
  • İcra Vekiller Heyeti [Bakanlar Kurulu] (67-81. maddeler)
  • Devlet Bütçesi (82-88. maddeler)
  • Muhasebe-i Katiye [Kesin Hesap] (89-91. maddeler)
  • Mahkemeler (92-100. maddeler)
  • Divan-ı Ali [Yüce Divan] (101-103. maddeler)
  • Teşkilat-ı Esasiye Kanunun Tadilatı (104. madde)
  • İdare-i Taksimat (105. madde)
  • Vilayetler (106-107. maddeler)
  • Kaza (108. madde)
  • Nahiye (109-114. maddeler)

Bu arada, 1998 yılında yayınlanan kitapta yer alan Can Dündar’ın kısa önsözünde, taslağın içeriği konusuna ilgi ve özellikle ademimerkeziyetçi özelliği konusunda duyarlılık hiç söz konusu değildir. Türkiye’de egemen Atatürk mitleştirilmesinin yansıması olarak önsöz yazarı için bütün mesele, yüce Atatürk’ün el yazısıyla metin kenarına notlar düşülmüş olan bir metnin keşfedilmiş olmasından ibaretmiş gibi sunulmuştur.

Yıllar sonra Murat Sevinç ve Dinçer Demirkent 1921 Anayasasıyla ilgili kapsamlı kitaplarında bu taslağın ademimerkeziyetçi özelliğini öne çıkaracaklardır.

Diğer yandan, Dinçer ve Demirkent’in sözünü ettiğim bu kitabında ve dönemi en çok çalışmış araştırmacılardan Faruk Alpkaya’nın makalesinde detaylı olarak ele alınan taslakla ilgili gelişmeler hakkında hala açıklamaya muhtaç birçok konu bulunmaktadır. Söz konusu anayasa tasarısını en detaylı olarak ele almış olan Abdullah Sezer’in makalesi de bu soruları tam olarak cevaplayamamaktadır.

Asıl önemli olan şudur ki bu yeni anayasa taslağının akıbeti hâlâ tamamen muğlaktır.

Daha doğrusu, şöyle söylemek daha doğru olabilir: Bu taslağın sonuç olarak 29 Ekim revizyonuna dönüştüğü doğruysa eğer, 114 maddelik bir yeni anaysa taslağının nasıl bir süreç sonucunda ve hangi noktada 6 maddelik bir anayasal revizyon metnine dönüştüğü, doğru değilse metnin neden ve ne zaman rafa kaldırıldığı konusu hâlâ belirsizdir.

Daha sonra değineceğim 29 Ekim revizyon metninin serüveniyle ilgili bilinenler, bu belirsizliği ortadan kaldırmamakta, daha karmaşık hale getirmektedir. Çünkü Lozan görüşmelerinin tamamlandığı günlerde gündeme geldiğini bildiğimiz bir taslak söz konusudur. Ancak yıllar sonra Hasan Rıza Soyak’ın hatıralarına dayanılarak bugüne kadar sıkça tekrarlanmış hikayede geçen ‘temize çekmesi için Atatürk’ün kendisine verdiği’ ve 29 Ekim revizyonunun temelini oluşturacak olan notlar, gerçekten söz konusu 114 maddelik yeni anayasa taslağının notları mıydı yoksa sadece 6 maddelik revizyonun notları mıydı, emin olmak mümkün değildir.

Nitekim 1973 yılında yayınlanan anılarında Soyak, 1923 yılı Temmuz ayının üçüncü haftasında Mustafa Kemal’in temize çekmesi için kendisine verdiğini söylediği notlarla ilgili olarak açıkça “Bunlar, o zaman mevcut olan 20 Ocak 1337 (1921) tarihli 1921 yılında kabul edilmiş mevcut “Teşkilatı Esasiye Kanununun bazı maddelerini tadil mahiyetindeydi” demektedir. Buna rağmen bu notların yeni anaysa taslağının ilk müsveddesi olduğunu iddia etmekte ısrar pek anlaşılır değildir. Ayrıca Soyak anılarında açıkça bu notların sadece beş maddeden ibaret tadilat önerilerini içerdiğini belirtmektedir. Herkesten gizli yürütülen bir operasyonun parçası olarak temize çekilen notların Atatürk tarafından Soyak aracılığıyla aynı günlerde Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Seyit Bey’e gönderilmesiyle başlayan sürecin sonraki aşamalarıyla ilgili detaylar ve hikayenin sonu hakkındaki çelişkiler ve belirsizlikler açıklanmayı beklemektedir.

Çünkü 29 Ekim günü Meclise gelen ve sadece 6 maddelik revizyon tasarı metni ile söz konusu anayasa taslağı arasındaki ilişki, iddia edildiği kadar açık ve net değildir.

Sonuç olarak Temmuz-Ekim arasında yaşanan anayasa serüveni, 29 Ekim 1923 revizyonunun, yani Cumhuriyet’in ilanının -çoğu zaman iddia edildiği gibi- bir gecelik iş olmadığını göstermektedir. Ancak Mustafa Kemal’in tam hakimiyeti altında sürdürülen hazırlık sürecinin çok dar bir grupla sınırlı tutulması ve taslağın “milli sır” gibi saklanması, her şeye rağmen cumhurun (milletin), Ankara’daki çoğu cumhur temsilcisinin (milletvekilinin) ve hata Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Ali Futa Cebesoy gibi 1920-23 sürecinin önemli liderlerinin de ‘dışarıda’ tutulduğunu göstermektedir.

Bu dışlanmanın yol açtığı haklı rahatsızlığın en iyi yansımasını zamanın muhalif gazetelerinden Tevhid-i Efkar’da 19 Ekim 1923 tarihinde yayınlanan “Ankara İstasyon Binası Cumhuriyet Doğurabilecek mi?” başlıklı müstehzi bir dille yazılmış yazıda okumak mümkündür:

Bizim muhafazakar kafamızı beğenemeyenlerin müteceddid ve terakkiperver dimağları haftalardan beri Ankara İstasyon binasında bir cumhuriyet doğurmaya çalışıyorlar: Bizim bildiğimize göre cumhuriyet istasyon binalarında değil, millet meclislerinde doğar.

*****

Sonraki yazılarda işlediğimde göreceğimiz üzere, 29 Ekim 1923 anayasal revizyonu, esasen iktidar bloku içinde rekabet ve tasfiyeler bağlamında, Mustafa Kemal etrafındaki çekirdek bir grubun iktidarı tamamen ele geçirme çabasıyla ilgilidir. Ancak esasen iktidar mücadelesiyle ilgili olan bu revizyonun ilginç özelliklerinden biri, 1921 anayasanın içerdiği ‘yerel ve yerinden yönetim’ veya ademimerkeziyetçi anlayış konusundaki tavırda herhangi bir değişiklik içermemesidir. 29 Ekim revizyonunda bu konuya hiç dokunulmadığı için herhangi bir geri adım söz konusu değildir. Bu konuda radikal geri adım, esasen altı ay sonra, 1924 Anayasasıyla atılacaktır.

*****

Lozan görüşmelerinin iki dönemi arasında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’nde ilan edilen uluslararası ekonomik politikalar ve daha 1921’de başlamış olan ‘Bolşevik solun tasfiyesi’ konusunda Ankara Hükümetinin 1923 yılının bahar ve yaz aylarında attığı büyük atılım, Batı’ya yeterince güven vermiştir. Esasen 1921 yılından itibaren Ankara Hükümetinin attığı adımlar ve (ki bu Osmanlı’da başlamış bir süreçti) kapitalist dünya sistemine entegrasyonun devam edeceği konusunda Batı’yı ikna çabaları, Ankara’dan kuşkulu Batılıların sayısını 1923 yılı ortalarında artık iyice azaltmıştı. Buna karşı Batılı güçler de Lozan Antlaşması’yla kesinleştirmek üzere, geçmişe sünger çekme ve Kürtler başta olmak üzere Müslüman azınlıklarla ilgili politikalar konusunda Ankara’nın elini rahat bırakma güvencesini vermiştir.

Bu koşullarda Ankara Hükümeti, siyasi alanda tek adam ve tek parti inşasını sürdürdüğü gibi, kolektif kimlik alanında da tekçi politikaları hayata geçirmek üzere merkeziyetçi yönetim inşasına ve ona uygun anayasa hazırlıklarına da sonraki aylarda başlayacaktır. Ancak asıl tartışılması gereken ademimerkeziyetçi anlayışı devam ettiren “İlk Anayasa Tasarısı”nın yazılmasından sadece altı ay sonra böyle bir sapmanın hangi noktada ve nasıl yaşandığıdır.

Dediğim gibi, 29 Ekim revizyonunda da 1921 Anayasasının görece ademimerkeziyetçi özelliğinin değiştirilmesi söz konusu olmayacaktır. Merkeziyetçi yönetim anlayışının hakimiyetini görmek için altı ay sonraki 1924 Anayasasını beklemek gerekecektir, ama bu ‘sapma’ ayrıca tartışılmalıdır.

Sonuç olarak, 114 maddelik kapsamlı bir yeni anayasa tasarısından sadece 6 maddelik bir revizyona nasıl gelindiği, bu tasarının ne zaman ve neden rafa kaldırıldığı ve 29 Ekim revizyonuna nasıl evirildiği gibi sorular, daha çok araştırılması ve tartışılması gereken çok ilginç konular olarak ortada durmaktadır.

Gelecek hafta bu birkaç aylık (Temmuz-Eylül) süreçte yaşananları ele alırken, belki bu sorulara ikna edici bir cevap bulamayacağız, ama bu konuda bazı ipuçlarına ulaşacağımızı umuyorum.


Bülent Bilmez kimdir?

Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi