Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Bizim darbe, bizim anayasa
Son zamanlarda temcit pilavı misali yeniden önümüze sürülen anayasa tartışmasına katkı amacıyla, bir süre için Tarih Tersleri’nin konusu Osmanlı ve Türkiye Anayasa Tarihi olacak.
Bu konuda hakim klişeleri sorgulayan bazı genel tespitler ve bazılarının ezberini bozacak kimi sorular aracılığıyla son yıllardaki okumalarımdan yaptığım çıkarımları paylaşmayı amaçlıyorum.
Yeniden önümüze sürülmek istenen anayasa tartışmalarını daha iyi takip edebilmemiz için bunun faydalı olacağına inanıyorum. Özellikle orijinal veya yenilikçi olarak sunulan birçok şeyin esasen sıkıcı tekerrürlerden ibaret olduğunu görmek için bunun gerekli olduğunu düşünüyorum.
BUGÜN 27 MAYIS: İKİ YIL DÖNÜMÜ VESİLESİYLE
Akla hemen 1960 yılını getiren 27 Mayıs’ın neyin yıldönümü olduğu konusunda Türkiye’de insanlar genelde hemfikirdir. Ancak adlandırma konusunda düşünceler muhteliftir: 1960 Darbesi, Askeri Müdahalesi, İnkılabı, İhtilali veya (Ak) Devrimi!
Oysa 27 Mayıs, aynı zamanda anayasa tarihinde de önemli bir yıldönümü olarak idrak edilebilir: 27 Mayıs 1960’ının hemen ertesi günü başlayan çetrefilli bir hazırlık sürecinin ardından, tam bir yıl sonra tamamlanan meşhur 1961 Anayasasının Kurucu Meclis tarafından kabul edilme tarihidir 27 Mayıs 1961.
Yani bugün, 27 Mayıs 1960’ın altmış dördüncü ve 27 Mayıs 1961’in altmış üçüncü yıldönümü!
Uzun yıllar boyunca özellikle sol Kemalistler (Ak) Devrim adı verdikleri 27 Mayıs 1960’ı sahiplendi ve hatta yüceltti; askeri müdahaleyi inkar edemediğinden ‘bizim darbe” olarak gördü. Bugüne kadarki en demokratik anayasa olduğu kabul edilen 27 Mayıs 1961 Anayasasını ise demokrasi tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak nitelendirdi; ‘bizim anayasa’ olarak görerek nostaljiyle andı.
Diğer yandan, başından itibaren Türk-İslamcı sağ Kemalistler, liberaller ve günümüzün İslam-Türkçüleri ise 27 Mayıs 1960’ı tartışmasız bir darbe olarak adlandırıp özellikle DP liderlerinin idamı dolayısıyla adeta Türkiye demokrasi tarihinin en kara günü olarak anmaktadırlar. Başından beri “bizim toplum için çok bol” olduğu iddia edilen 27 Mayıs 1961 Anayasası da 1970’lerde kesilip biçildikten sonra bile kabullenilemedi.
Öncesi ve sonrasıyla birlikte 27 Mayıs sürecini sonraki yazılarda ele almak üzere bugünkü yazıda, genel olarak Osmanlı-Türkiye Anayasa ve Darbeler Tarihi hakkında kısa notlara ve sorulara yer vereceğim.
OSMANLI-TÜRKİYE ANAYASA VE DARBELER TARİHİ HAKKINDA BAZI NOTLAR VE SORULAR
Osmanlı ve Türkiye tarihinde karşımıza Kanun-i Esasi (1876), Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1921 ve 1924) ve Anayasa (1961 ve 1982) şeklinde çıkan esas, temel veya aynı anlama gelmek üzere ana kanun/yasa hakkında, kavramsal-teorik çerçeve bağlamında bazı notları sonraki yazılarda paylaşacağım.
Bugün, Osmanlı ve Türkiye Anayasa Tarihi hakkında bazı genel notlar ve sorularla yetineceğim sadece.
*****
Literatürde bolca işlendiği üzere Osmanlı ve Türkiye tarihinde anayasa ve darbeler tarihi iç içe geçmiştir. Ancak bu ilişkinin tüm boyutlarıyla eleştirel analizi ne kadar yapılsa azdır.
Özellikle darbe kavramından herkesin aynı şeyi anladığından emin değilim.
1876’dan itibaren yaşananların hangilerine isyan, inkılap, ihtilal, devrim veya darbe denildiği tamamen öznel bir mesele olmuştur. Bu kavramlar arasındaki farklar ve ilişki de yeterince tartışılmamıştır.
Bu bağlamda, Osmanlı saray rejimine ve zamanın meşru hükümetine karşı askerlerin önderliğinde (sivil elitlerin desteğiyle) yürütülen mücadelenin hukuken isyan (Ankara isyanı!) olarak görülüp görülmeyeceği meselesi halen tartışılmayı beklemektedir. Konumuz çerçevesinde daha önemli olan, halen 1876 Anayasası resmi başkentte yürüklükteyken Ankara’da toplanan isyancı meclisin ilan ettiği 1921 Anayasası bir darbe girişimi olarak görülebilir mi? Nitekim girişim olmaktan çıkması için iki yıl beklemek gerekecektir.
Diğer yandan aynı mecliste Cumhuriyet’in ilanı anlamına gelen 29 Ekim 1923 tarihli hukuki teamüllere aykırı anayasa değişikliği, aynı zamanda Ankara’da inşa edilen rejimin kurucu paşalarına karşı darbe olarak görülebilir.
Darbe dendiğinde haklı olarak herkesin aklına gelen, cunta tarafından yapılmış (1960) veya emir komuta zinciri içinde gerçekleştirilmiş (1971 ve 1980) askeri müdahalelere gelince, özellikle sağ liberaller ve sağ Kemalistler için darbeden sadece askeri darbelerin anlaşılması ve darbe karşıtlığının sadece asker/ordu karşıtlığına indirgenmesine yola açmıştır.
Diğer yandan, kendisini milletin kurtarıcısı ve devletin kurucusu olarak gören Mustafa Kemal ordusunu (yani “Mustafa Kemal’in askerleri”ni) yere göre sığdıramayan aynı kesimler, darbeleri yapanların kendilerini Mustafa Kemal’in ordusu ve askerleri olarak gördüklerini dikkate almak istemiyorlar.
Ordunun gözünde ve pratikte gerçek olan devamlılık, sağ Kemalistler, liberaller ve İslamcı-Türkçüler için geçerli değildir. Ortada bariz olan, bu konuda söz konusu tutarsızlıktır.
*****
Bugün kendilerini “Mustafa Kemal’in askerleri” olarak adlandıran sivillerin patetik durumları ayrı bir mesele olarak ele alınmalıdır ama bunun düşündürdüğü asker ve sivil kavramları arasındaki sorunlu ilişki ele alınmaya değer.
Günlük siyasette askeri olanın tersi olarak kullanılan ve yüceltilen sivil veya sivillik kavramından ne anlaşıldığı da tamamen öznel bir meselesidir.
Bu bağlamda sivil darbe önemli bir tartışma konusu olmalıdır.
Diğer yandan, sivil anayasa ve askeri anayasa kavramlarının sorunsallaştırılması da ön açıcı olabilir.
*****
Osmanlı ve Türkiye anayasa tarihini ele alırken meselenin iç içe geçmiş dört boyutu ayrı ayrı ama birbirleriyle ilişkileri içinde tartışılmalıdır: (1) Hazırlık ve ilan süreci ile bu bağlamda değişim sürecinin ruh hali, zihniyet ve konjonktür; (2) içerikleri; (3) uygulama süreçleri (4) ve sonradan yapılan değişiklikler süreci.
Özellikle hazırlık sürecinde hakim olan aktörlerin belirleyici olduğu anayasanın ruhu ya da felsefesi, sonradan gündeme gelen uygulamaları da belirleyebilmektedir. Yeterince veya uygun niyet, zihniyet ve konjonktür olmaması, teori ile pratik arasında uçurum oluşturabilmekte ve kağıt üzerinde bulunan sözleşme şartlarının uygulamada hiçbir karşılığının olmamasına veya öznel yorumlarla çarpıtılmasına yol açabilmektedir.
Anaysa yapan siyasi iradenin devam edip etmediği, uygulamayı o kadar belirlemektedir ki güçlü erk sahipleri için bazen yürürlükte olan anayasanın pratikte bir anlamı kalmayabilmektedir.
Bu nedenle, sadece anayasa metinleri/içerikleri analizine dayanan özellikle karşılaştırmalı anayasal tarihi eksik ve yanıltıcı olacaktır.
Aynı şekilde sözleşme yapan veya yaptığı varsayılan toplumun kanun ve kural konusundaki genel zihniyeti, siyasi anlayış (kültür) ve pratikteki tavırları da anayasa analizlerinde belirleyici etkenlerden biri olarak ele alınmalıdır.
****
Osmanlı ve Türkiye anayasa tarihini tartışırken sorgulanması gereken önemli bir mesele daha vardır: Esasen bir ‘toplum sözleşmesi’ olarak görülen anayasaların (1) hazırlık sürecinde, (2) içeriklerinde ve (3) uygulamasında toplumun yer(sizliğ)i daha önce Tarih Tersleri’nde ele aldığım demokrasilerde demosun yer(sizliğ)i sorunsalı ile aynı çerçevede derinlemesine tartışılmalıdır.
Bu süreçte hangi toplum (kesimi) nasıl yer almaktadır?
Aslında anayasa toplumun ne kadar umurunda olmuştur ve umurundadır?
Trafik kuralları dahil neredeyse tüm kural ve yasaları araçsallaştırma dışında pek dikkate almayan bir toplum için yasaların anası olarak anayasa ne anlama gelmektedir?
*****
Siyasi mücadele alanının önemli sahnelerinden anayasa yapım süreçlerinde yer alan bazı erk sahiplerinin daha başından itibaren (anayasa ilan edilirken) sözleşmeye inançsızlıkları ve gerekirse anayasayı istedikleri zaman ve şekilde dikkate alma (büküp eğme) niyetleri ve güçleri, dünyada olduğu gibi Osmanlı ve Türkiye tarihinde de belirleyici olabilmiştir.
Nitekim Abdülhamit’in kendi ilan ettiği 1876 Anayasası ve Mustafa Kemal’in kendi anayasası olarak gördüğü 1924 Anayasası ve Tayyip Erdoğan’ın kendi yaptığı değişiklerle tamamen yeni bir form kazandırdığı mevcut anayasa ile tamamen keyfi ilişkileri ortadadır.
*****
KARŞILAŞTIRMALI OSMANLI TÜRKİYE ANAYASALARI TARİHİ
Osmanlı ve Türkiye anayasa tarihi literatüründe üç tür metinden söz edilir: (1) Anayasal Metinler (1808, 1839 ve 1856) ve (2) Anayasalar (1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982)
Benim farklı bir tasnif önerim var:
- Anayasal Metinler (1808)
- Anayasalar (1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982)
- Açılım/Demokrasi Paketleri (1839, 1856 ve 2009-13)
*****
Osmanlı ve Türkiye anayasa tarihi yazılırken 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanının ‘anayasal metinler’ olarak anılması bence yanıltıcıdır. 1808 tarihli Sened-i İttifak için ‘anayasal metin’ ifadesi doğru olsa da, diğer ikisinde taraflar arasında sözleşme değil, Sultanın verdiği söz, daha doğrusu bir vaatler paketi söz konusudur. Daha ziyade, bunlar günümüz Sultanının son yirmi yıldaki ‘açılım paketleri veya demokratikleşme paketleri’nin öncülleri olarak görülebilir.
*****
1924 Anayasası dışında tüm anayasalar (1876, 1921, 1961 ve 1982) darbe/ihtilal anayasasıdır.
*****
1921 Anayasanın Ankara’da açılan isyancı Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği 20 Ocak 1921 tarihinden Saltanatın ve ona bağlı hükümetin, dolayısıyla Osmanlı’nın ortadan kaldırıldığı 1 Kasım 1922 tarihine kadar bu topraklarda ikili anayasa vardır ki 1921 Anayasası dönemi yaşanmıştır.
*****
Osmanlı ve Türkiye anaysa tarihi yazılırken sıkça yapılan hatalardan biri de Cumhuriyet’in ilanından önce yapılmış 1921 Anayasasının ‘Cumhuriyet anayasaları’ arasında sayılmasıdır.
Esasen, 1923 yılında yapılan anayasa değişikliği ile ilan edilen Cumhuriyet, 1921 Anayasasından sapmadır.
*****
Her anayasa hazırlık ve ilan süreci ön-tarihiyle birlikte ele alınmalıdır, ancak bazı anayasalar için bu, daha hayati önem taşımaktadır. Diğer yandan ön tarih için ne kadar geriye gidilmesi gerektiği önemli ve kısmen öznel bir meseledir. 1921 Anayasası ön-tarihi 1920’de Meclisin açılmasıyla; 1924 Anayasası ön-tarihi 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla ve 1981 Anayasası ön-tarihi 1980 darbesiyle başlatılabilir.
Ancak 1961 Anayasası ön-tarihi 1960 darbesi ile başlatılacağı gibi, 1950’lerde DP iktidarında yaşananları ve (yeni dünya yeni Türkiye inşası bağlamında) 1945 sonrası büyük dönüşümü de ön-tarihe katmak anlamlı olabilir.
Diğer yandan 1876 Anayasası ön-tarihini 30 Mayıs 1876 darbesiyle başlatmak doğru olacaktır, ama 1860’lara, yani Genç Osmanlılar kuşağına kadar geri giderek anayasa fikrinin ortaya çıkıp gelişmesi bağlamında anayasacılık hareketi, konun anlaşılması için kaçınılmaz olarak hesaba katılmalıdır.
DÖNÜM NOKTALARI OLARAK ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ
Diğer yandan, tüm keyfi uygulamalara rağmen norm veya formaliteyi elden bırakmayan en güçlü erk sahiplerinin sıkça başvurdukları anayasa değişiklileri, anayasa tarihinde en az yeni anayasalar kadar önemli olabilmektedir.
Literatürde bolca tartışılan Türkiye’de anayasa değişikleri tarihi, değişikliklerin önemi ve anlamı bağlamında her zaman yeniden tartışılmalıdır.
Bazen mevcut anayasalarda yapılan değişikler, en az anayasaların kabul süreçleri ve içerikleri kadar önemli ve hatta belirleyicidir. Rejim/hükümet değişimi anlamına gelen ve her ikisi de demokrasi tarihinde geri adım niteliği taşıyan 1923 (Cumhuriyet) ve 2017 (Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi) değişiklikleri, hem kağıt üzerinde hem de uygulamada beş Osmanlı ve Türkiye anayasası kadar radikal olmuş ve dönüştürücü rol oynamıştır.
*****
Osmanlı ve Türkiye anayasa tarihini sonraki yazılarda ele almaya devam edeceğim, ama öncelikle babaların yazdığı “yasaların anası” olarak Anayasa hakkında kavramsal-teorik çerçeve bağlamında bazı notlar paylaşacağım.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme,