ayşe düzkan
andımız!
andımız’ın ilk versiyonuyla büyüyen kuşaklardanım. ilkokuldaydık, uykunun henüz terk etmediği bedenlerimizi, yılın başında oluşturulan ve zamanla ezberlediğimiz düzene yerleştirir, okul müdürünün talimatıyla bağırırdık: "tür-küm-doğ-ruyum-çalışkanım-yasam-küçüklerimi korumak…" o sırada "ey yüce atatürk diye başlayan kısım yoktu, "ileri gitmektir"den "varlığım türk varlığına armağan olsun"a atlardık.
o yıllarda ezberden okuduğumuz metnin anlamı üzerine bir an bile düşünmedim, şaşırtıcı bir fonetik özensizliğin eseri olan "… larda yüzen alsancak…" kadar anlamlıydı bizim için o bağırtı, sınıfa gitmeden önce üşümekti.
türküm, türk olup olmadığımı sorgulamadan büyüdüm. çığırdığımız şeyin anlamına hâkim olsaydım, rum komşumuzun, yaşıtım ve arkadaşım olan oğulları yako ve kuli’nin bununla ilgili ne hissettiğini merak ederdim. rum okuluna gidiyorlardı, acaba onlar da aynı andı okuyor muydu? bilmiyorum. birer genç adam olduklarında, kendilerini istanbul’da güvende hissetmeyip yunanistan’a göçtüler. sonradan, büyüyüp bu işlere aklım erdiğinde, türk olmadığı halde türkiye cumhuriyeti vatandaşı olanların bunu söylemek zorunda kalmasının ne anlama geldiğini fark ettim. aynı şeyi, türkiye cumhuriyeti vatandaşı olup türk olmayanlarla ilgili, özellikle internet ortamında yapılan yorumlara bakarak da görebilirsiniz. belki on kuşaktır anadolu’da yaşamış, istanbul’da doğup büyümüş bir ermeni müzisyenin videosunun altına, "fena müzik yapmıyorsun, akıllı ol, türkiye’nin ekmeğini yediğini unutma" diye yazıldığını gördüm mesela. hiç sebepsiz, ortada siyasi bir konu falan bile yokken, sadece son derece yetenekli bu müzisyeni ezmek için, kendini üstün hissetmek için, üstün olduğuna inanmak için…
türk olmaktan, türk olduğunuzu söylemekten neden rahatsız oluyorsunuz diye soruyorlar. kendi adıma cevap vereyim; türk olmaktan rahatsız değilim, örneğin avusturalya’da olsam, kimliğimin en önemli kısmının türklük olacağının farkındayım. ama türk olmanın bana bir üstünlük sağladığına inanmıyorum, türk olmakta övünülecek bir şey göremiyorum. fransız olsaydım, bunda da övünülecek bir şey görmezdim. insan zaten tevazu sahibi olmalı, övünmemeli ama nefsine hakim olamıyorsa, illa övünecekse, milliyet gibi doğuştan gelen özellikleriyle değil, belki gerçekleştirdikleriyle ama en çok, iyi ve doğru bir insan olmakla övünmeli.
ve bunun yolu çocukken "doğruyum" diye bağırmaktan geçmiyor; bir çocuk annesinin babasının, yakınlarının yalandan kaçındığını gördüğünde doğru olur; mesela "vatan için ölürüz" diye twit atan abisinin bedelli askerliğe başvurduğuna şahit olmadığında doğruluğun değerine inanır. büyüklerinin kendilerinden güçsüz olanlara merhamet gösterdiğine şahit olduğunda küçüklerini korur, yaşlı kadınların, siyasal tutumları sebebiyle, torunları yaşındaki erkekler tarafından yerde sürüklendiğini gördüğünde, büyüklerine saygı falan duymaz. "küçüklerini korumak, büyüklerini saymak"ın iyiliğe değil hiyerarşiye işaret ettiğini görür.
andımız, 1933’te, cumhuriyet’in ulusal kimlik inşa etme sürecinin bir parçası olarak yazılmış diye düşünüyorum ama bu dönemin, avrupa’da, otoriter milliyetçi akımların güçlenmeye başladığı yıllar olduğunu da unutmamak gerek. özellikle çocuklara, ezberden böyle metinler okutmak, faşizme mahsus teolojik bir yöntemdir; anlamını tam olarak çıkartamadığı metnin çocuğun bilinçdışına işlenmesi hedeflenir; bu, küçük yaşta kur’an ezberletmekten –pedagojik olarak- çok farklı değil. sekülerlik için mücadele, sadece o ülkenin resmi semavi dinini siyasete karıştırmamayı değil, aynı zamanda bu tür yöntemlerden uzak durmayı da içerir.
o yüzden, kendisini laiklik mücadelesinin parçası sayanların "andımız" için yürütülen tartışmayı, mhp ve akp’ye bırakması doğru olur bence. laiklik, ancak özgürlükçülükle savunulduğunda adil ve mümkün; yeni ezberler, kendine mahsus ritüeller üreterek, "sivil" militarist gösteriler aracılığıyla değil. özgürlükçülük, düzgün sıralar halinde dizilmiş, aynı kıyafeti giymiş, hangi yaştan olursa olsun insanların hep bir ağızdan aynı şeyi söylemesiyle mümkün olacak bir şey değil takdir edersiniz ki; isterse söyledikleri şey "yaşasın özgürlük!" olsun. özgürlük de, laiklik de sloganlarla değil, pratik hayatın dönüştürülmesiyle yaşatılır.
andımız’a ilk itirazı yapan eğitim-bir-sen, bu metnin gerici, baskıcı, totaliter, militarist zihniyetin bir ürünü olduğunu söylemiş. türkiye’de başka herhangi bir gerici, baskıcı, totaliter, militarist uygulama görmemiş olacaklar ki, buna takılmışlar!
akp’nin dini kodlar içeren yeni bir ant önerisinden bahsediliyor. numan kurtulmuş’un, danıştay’ın, andımız’ın geri dönmesiyle ilgili kararıyla, siyaset yapmayı imkânsız hale getirdiğini söylemesi de dikkate değer. yukarıda da ifade ettiğim gibi, herhangi bir anttan yana değilim ama danıştay’ın hukuksuz bulduğu uygulamaları bozması neden siyaset yapmayı imkânsız hale getirsin? siyasetin zaten hukuksuz uygulamalardan kaçınması gerekmez mi?
hiçbir toplumsal gerçekliğe tekabül etmeyen, siyasal olduğu iddia edilse de aslında anlamsız olan simgelerle yürütülen, yürütülecek olan bu kayıkçı dövüşünün yaşadığımız vahim durumu değiştirecek bir sonucu olamaz.
bu tartışmanın önümüzdeki günleri işgal etme ihtimali yüksek; konu siyasal, ekonomik, toplumsal gündemleri unutturacak bir toz duman oluşturmaya son derece müsait. umarım başta chp olmak üzere muhalefet, bu tuzaktan uzak durabilir.