Arayış, Umut ve İsyan

Bizim görmediğimiz HDP'ye saldırıları, elbette kendiliğinden olmasa da onlar farkında. Ve bu bu bilinç halini eylemleriyle de ifade ediyorlar.

28 Nisan'dan bu yana Kolombiya'da sürmekte olan isyan ülkemizde de doğal olarak ilgi çekti. İsyanın nedenleri üzerine çeşitli tartışmalar yürütüldü. Kolombiyalılar ve oralarda yaşayanlarla yapılmış röportajlar basına yansıdı. Bunlardan Vıcüod De Cuddea-Lugo'nun yazdığı Dilan Bozgan'ın çevirdiği Kolombiya’da neler oluyor?(1) başlıklı mektup olanları özetleme açısından güzel bir örnek. Ayrıca orada yaşayan gazeteci Erol Polat'la yaptığımız söyleşiyi (2) okumanızı öneririm.

Ben daha çok bu isyanın bir gelecek, umut arayışı olarak tanımlayabileceğimiz ideolojik-politik boyutları üzerine ve bunun Türkiye ile ilgisi üzerine bazı değerlendirmeler yapmaya çalışacağım.

Kolombiya'daki isyanın bugün asıl önemli olan tarafı mevcut statükoyu zorlaması ve bunu sokakta yapmaya çalışması. Devlet terörünün yoğunluğu ve acımasızlığının burada halkı sokaktan uzak tutmak için yeterince gerekçe üretmesine rağmen halkın çok geniş kesimlerinin ülke ve dünya genelinde harekete geçmesi geleneksel sinik pozisyonun aşıldığına işaret ediyor. Ülkedeki önde gelen "muhalif" partilerin tutumununsa mevcut halk hareketini ilerletmek, organize etmek ve iktidara taşımaktan çok mevcut statükoyu korumaya çalıştıkları kaygısı ise gözden kaçmıyor. Burada "muhalefet"in kendince bir haklılık payı olabilir. Çünkü Uribe-Duque ile sembolize olan mevcut iktidar 1948'den bu yana sürmekte olan iç savaşı daha da derinleştirerek iktidarını sürdürmenin, kalıcı kılmanın yollarını arıyor. Pekala sıkıyönetim türünden bir adımla herhangi bir meşruiyeti olmasa da geçen yıl gerçekleşen gösterilerin de katkısıyla önemli ölçüde sarsılan iktidarı militarist bir diktatörlüğe evriltebilirler. Zaten hali hazırda Kolombiya medyasında çıkan bazı değerlendirmelere bakarsak, isyanı Şilili Alexis López isminde bir neo-nazinin teorilerini dayanak yaparak "Yaşadığımız şey bir sürecin ürünü değil, bir taşkınlık değil, belli yapısal, ekonomik veya diğer koşullardan gelen bir toplumun meşru talepleriyle hiçbir ilgisi olmayan, halkın sıkıntısıyla ilgisi olmayan bir provokasyon" diye nitelenip, sokaktaki protestocuları "birer gerilla" diye adlandırıp dolayısıyla askerin kontrgerilla taktikleriyle kontrolü ele alması gerektiği Uribe taraftarlarınca ifade ediliyor ve bu yönde adımlar atıyorlar.

Burada doğru tutum ne olmalı? Bu sorunun sadece Kolombiyalılara ait olduğunu sanmıyorum, zira bırakın Türkiye'yi AB üyesi bazı ülkeler bile bu soruyla bugün karşı karşıya .

Kolombiya ile ilgili son dönem yapılan değerlendirmelerde bir eksiklik dikkatimi çekti. Bütün "kötülükler"in Uribe-Duque ikilisiyle eşleştirilmesi. Halbuki FARC-EP ile "barış" anlaşmasına imza atan Başkan Santos döneminde de gerek barış imzacısı eski savaşçılar gerekse de sosyal lider katliamları yapılıyordu. Barış anlaşmasını gerçek anlamda bir tuzağa dönüştüren bizzat Santos iktidarıdır. Ve en temelde aynı ekonomik politikalar uygulanıyordu. Ayrıca Santos, Uribe'nin savunma bakanlığı dahil hükümetinde yer alması bir yana nihayetinde oligarşiyi oluşturan yani son iki yüzyıldır ülkenin kanını emen aynı egemen sınıfların üyesi ailelere mensup. Fakat tabii derdiniz bu çürümüş düzenin tekerine çomak sokmak değil de restorasyonsa bunları görmezden gelebilirsiniz.

2. dakika 15. saniyedeki afişe özel dikkat :)

Barış anlaşmasının rolü

Bu süreçte yine bir eksiklik diye gördüğüm mevcut isyanda FARC-EP ile yürütülen müzakere süreci ve barış anlaşmasının oynadığı dolaylı pozitif rolün göz ardı edilmesi. Şöyle ki bu müzakere süreci boyunca Kolombiya yönetimi acımasız, sistematik yağma politikalarını kırsal nüfusu şehirlere zor göç ettirerek sürdürdü. Adeta bu zaman diliminde kırlar boşaltıldı. Yapılan barış anlaşması sonrası büyük toprak sahipleri egemenlik alanlarını artırarak koka üretimi katlanırken, maden ve petrol alanlarının uluslararası şirketlerce yağmalanması da kolaylaştı. Öte yandan şehirlere yığılan geçim aracı topraktan koparılmış milyonlarca insan sefalete itildi. Bu ister istemez "suç" denilen olgunun tırmanmasında ve yeni politik arayışların uç vermesinde rol oynadı. Bugünkü isyanın temelinde narko-terör devleti diye anılan düzenin şiddetine duyulan tepkinin yanı sıra bu sosyal zeminin önemli olduğu da görülebilir. Latin Amerika/Abya Yala genelinde 2019'da başlayan ayaklanmaların da etkisiyle halk ilk kez meydanlarda etkili bir biçimde yer almaya başladı. Özellikle öğrenciler ön plandaydı. Ayrıca bu dönemde yerlilerin ve kadınların da protestolarda daha görünür olduğu bir sürece tanık olduk. Şimdi bu durum bir isyana dönüştü ve daha geniş katılımla sürüyor.

Bu kısmı FARC-EP ile yapılan "barış" anlaşmasına ilişkin bir notla bitireyim. Kolombiya'da bugüne kadar olanlar barış sürecinin yürütülmesindeki bir eksikliğe değil temel bir yanlış varsayıma işaret ediyor. Maalesef bu gerçek fazlasıyla kaba ve yalın. Barış yapmak isteyen/istemeyen bir oligarşi ve devlet barış yapıyorum dese de geleneklerini ve alışkanlıklarını sürdürür. Çünkü başka bir şey yapmayı bilmez. Bu onun doğası ve maalesef farklı bir şey yapabilme yeteneklerinin olduğuna dair bir işaret de yok. Bu TC için de geçerli. Ve bu ahmakça icat edilmiş akademik şablonlarla değil ancak ve ancak gerçek bir değişimin, çok yönlü bir devrimin ortadan kaldırabileceği bir gerçeklik.

Arayış ne yönde?

Latin Amerika/Abya Yala'nın genelinde henüz Chavez'in sağlığında da bazı darbeler alsa da (Honduras-2009, Paraguay-2012) Bolivarcı sosyalizm anlayışı ciddi bir cazibeye sahip ve geniş kitleler için umut olabiliyordu. Çünkü her şeyden önce birlikte bir şey yapmayı öneriyordu. Örneğin kıtanın entegrasyonu. Latin milliyetçiliğinin büyük ölçüde belirleyici olduğu Bolivarcı anlayış Chavez'in ölümü sonrası iyice inişe geçti. Bunda Latin milliyetçiliğinin dayandığı ve nihayetinde geldiği düşünsel sınırların yanı sıra ABD'nin bölgede yeniden hegemonya kurmak için giriştiği komplo vb. yaklaşımları da içeren politik saldırganlığı kuşkusuz belirleyici oldu. Çin'in de bölge hegemonya mücadelesinde Chavist düşüncenin zaaflarından yararlanarak açtığı mecranın halklara yeni özgürlük alanları açması kuşkusuz beklenemezdi. Bolivarcı sosyalizm anlayışının inişe geçmesi kıta halkları açısından bir tür umut yitimine yol açtı. Mücadeleden kuşkusuz vazgeçmediler fakat yakın geçmişin "birlikte yapılan" politik mücadelesi geride kalmıştı. Hâlâ yeri doldurulabildiği de söylenemez.

Sonraki gelişen süreçte Şili'de 2019'da ve hâlen süren ayaklanma, Arjantin'de kadınların uzun mücadeleler sonucunda "yasal kürtaj hakkı"nı elde etmesi, Peru'da sürecin solcu başkan adayı Pedro Castillo'nun seçilmesi olasılığına kadar gelmesi, Bolivya'da darbecilerin seçimle devrilmeleri, Ekvador'da statükoculuğu dağıtmaya dönük yerlilerin sol arayışları kuşkusuz az bir birikim değil. Bu süreçte geçmişten farklı olarak mevcut halk hareketlerinde DOĞA-KADIN-YERLİ haklarının görece daha baskın olduğu da belirtilebilir. "Anti-emperyalizm"i milliyetçi bir kalkana dönüştüren çevrelerce bu temaların sınıflar mücadelesine ait olmadığı "kimlikçilik" yapıldığı gibi saçmalıklar bizzat Bolivya'da bu direnişi yürüten partinin adıyla (MAS-IPSP, Sosyalizme Doğru Hareket- Halkların Egemenliği için Siyasi Araç) yalanlanırken ısrarla bu zırvayı tekrarlamak da sanırım bizim memlekete has bir durum olsa gerek.

Yine de bu arayışların bütün açısından bir umuda dönüştüğü ve halkların mücadelesinde bir tür bayrak olarak tanımlanabileceğinden söz etmek için henüz çok erken. Fakat bugün Kolombiya'daki isyan geleneksel sinikliğin aşılması bir yana aynı zamanda statükoyu korumaya çalışan zihniyetlerin de çözülmesini ve onların egemen politik akım olmaktan çıkarılmasını pekala sağlayabilir. Örneğin gelecek yıl gerçekleşeceği varsayılan seçimler için yapılan anketlerde şu an devlet bakanlığı için birinci sırada olan sosyal demokrat Gustavo Petro'nun durumu idare eden açıklamalar yerine bizzat sahaya inip, geniş bir ittifak cephesiyle süreci erken seçime zorlamadığı takdirde ne kadar popülaritesini koruyabileceği elbette şüpheli olacaktır.

Aynı hikâyenin içinde olmak

Sorun tabii aynı hikâyenin içinde olduğumuzu fark etmek değil daha çok hikâye de ne tür bir yer işgal ettiğimiz. Türkiye'de rejimin her geçen artan boğuculuğu bir taraftan insanları körleştirirken, dünyaya bakışların da adeta biraz tuhaflaşmasına yol açıyor. Mesela HDP ya da Kürt hareketine dönük yapılan saldırıları, işgal harekatlarını görmüyoruz. Aynı tuhaflığı Kolombiya'da olanları ise anlamaya çalışmak yerine hayranlıkla seyredip kendi kafamıza uygun yanlar yakalamaya çalışarak sürdürüyoruz. Fakat bu örneğin Abya Yala halklarının, Kolombiyalıların da en azından bir kısmının aynı zaaflardan malul olduğu anlamına gelmiyor. Mesela o bizim görmediğimiz HDP'ye saldırıları, elbette kendiliğinden olmasa da onlar farkında. Ve bu bu bilinç halini eylemleriyle de ifade ediyorlar.(3) Yani asıl mesele hikâyenin nesnesi olmamakta. İsyan bugün bunun somut hâli. Darısı başımıza...

Not: Kolombiya'da devam eden isyan sırasında düne kadar yerel kaynaklara göre en az 37 genç, polis tarafından öldürüldü. 300 kadar kişinin de kayıp olduğu yaklaşık bin kişinin ise gözaltına alındığı açıklandı. Çok sayıda insanın yaralandığı, işkence gördüğü, ayrıca tecavüz benzeri cinsel saldırılara da maruz kaldıkları belirtiliyor.

Polisin protestolar sırasında paramiliter grupları sivil kıyafetle göstericiler arasına göndererek provokasyonlar örgütlediği ve insanları katletmek için paramiliterlerin de kullanıldığı kaydediliyor. Ayrıca hedef seçilen kişilerin çoğunun gösteriler sırasında ön plana çıkan gençler olduğuna dikkat çekiliyor.

Son olarak ülkede yakıt sıkıntısı yaşanmaya başladığı benzinliklerin önünde uzun kuyruklar oluşmaya başladığı bildiriliyor.

Ayrıca Cumartesi günü düzenlenecek yürüyüşlerde kadınların, annelerin ön planda olacağı ifade ediliyor.

ABD ne yapıyor mu dediniz? Ne yapacak, gaz fişeği satıyor...


(1) http://yeniyasamgazetesi2.com/

(2) http://yeniyasamgazetesi2.com

(3) https://www.ozgurpolitika.com/

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aykan Sever Arşivi