Arkadaşımın Ablası

Sevin Okyay gibi on kadın daha olsa, Türkiye’nin kültür-sanat hayatı hakikaten çok zengin, renkli olurdu. Velut, gırgır ve kendisiyle de dalga geçen esaslı bir yazar!

Önce başlıkla ilgili bir açıklama: ‘’Hakikaten’’ kitabının kahramanı Sevin Okyay, benim Galatasaray’dan sınıf ve sıra arkadaşım Sinan’ın ablası. Bu nedenle nadir karşılaşmalarımızda ben Sevin’e ‘’Arkadaşımın Ablası’’ derim, o da bana ‘’Kardeşimin Arkadaşı’’ diye hitap eder.

Pınar İlkiz, ki gazetecilik deneyimi var, dört yıllık çalışmasını, ayizi kitap’tan çıkan ‘’Hakikaten - Sevin Okyay Anlatıyor’’ başlıklı 215 sayfalık nehir söyleşide yayınlamış.

Tanıdığın insanların konuştuğu/anlattığı bir kitabı okurken, o insanı karşındaki koltukta oturmuş konuşurken görüyorsun, hissediyorsun. İlkiz, belli ki iyi hazırlanmış, biri hariç, güzel ve anlamlı sorular sormuş Sevin Hocasına. O da son derece doğal bir üslupla, akıcı bir şekilde anlatmış hayatını, çocuklarını, eşini dostunu, kedilerini, çevresini, gazeteleri, dergileri, filmleri, galaları, festivalleri, radyo ve televizyon programlarını, çevirdiği kitapları.

Türkiye’de özellikle de Istanbul’da son 30-40 yıl içinde kültür-sanat alemine bir şekilde değmiş, kitapla teması olan her yurttaş, ya okur/dinleyici olarak ya da bir etkinliğin izleyicisi olarak Sevin’in ya mutlaka adını bilir ya da bizzat kendisiyle karşılaşmıştır.

Sevin için kitabın kahramanı demiştim ama o aslında kültür-sanat gazeteciliğinin bir anti-kahramanı. Çok farklı, aykırı bir şahsiyet. Öyle şanda şöhrette gözü olmayan, mütevazı, kendisine değil yaptığı işe odaklanmış, kimseyi kayırmayan, reklam/halkla ilişkiler/pazarlamacılık yapmayan bir kadın. Fedakâr, dost canlısı, müthiş gırgır bir şahsiyet. Hak bilir, dürüst bir gazeteci/yazar. Sevin Okyay’ı gerçek hayatta tanımamışlar için İlkiz’in kitabı iyi bir rehber, iyi bir başlangıç çalışması.

Baktım, kitap hakkında hep övücü ve güzel tanıtım yazıları, eleştiriler çıkmış. Üç yazı özel olarak ilgimi çekti: Adalet Çavdar’ın http://t24.com.tr/k24/kitap/hakikaten-sevin-okyay-anlatiyor,228 K24’de çıkan değerlendirmesi, Haydar Ergülen’in Hürriyet’te yayınlanan mektubu,http://www.hurriyet.com.tr/sevin-ablaya-mektup-40585944 bir de Metin Celal’in Cumhuriyet’te yayınlanan yazısı.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kitap/839690/Pinar_ilkiz_den_Sevin_Okyay_kitabi.html.

Kitap, Sevin’i tanıyanlar için büyük bir ihtimalle bilmedikleri bazı özelliklerini öğrenmelerine yardımcı olmuştur. Tanımayanlar için de ‘’Vay be böyle insanlar da varmış!’’ dedirtmesi açısından başarılı.

Bir insan düşünün, sinemaya, tiyatroya, bilim-kurguya, caza, rock müziğe, polisiyeye, basketbola meraklı ve bu konularda şakır şukur yazılar yazıyor. Onlarca kitap çeviriyor, ders veriyor, jürilerde değerlendirme, radyo ve TV’lerde programlar yapıyor. Aslında galiba Sevin Okyay, matruşkalar gibi içinde en az 5-6 Sevin Okyay daha barındıran bir insan.

İlkiz’in kimi yerde italikle anlattıkları şahsi hikâye, hatırlatma ve notlar kitaba bence hoş bir boyut katıyor.

İlkiz’in kitabında ‘’Şu da olsaydı daha iyi olurdu’’ diyeceğim yanlar da var. Mesela, işin sohbet ve kayıt kısımları iyi ama sonrası için yani redaksiyon/edit için birkaç öneri:

• Bir çok bölümde tarih yok. Sevin, sular seller gibi anlatıyor ama anlattıklarının ne zaman olduğu her zaman belirtilmemiş. Sevin söylememişse, İlkiz, o da yapmamış ise, kitabın editörü bulup çıkarmalı ve eklemeliydi tarihleri.

• Keza, belli ki Sevin’in ve İlkiz’in çok iyi tanıdığı bir sürü insandan sözediliyor, ama okur bu kişilerin kim olduğunu çoğu zaman bilmeyebilir. Bunları da meslekleri, konumlarıyla belirtmek iyi olurdu. Keza bazı kitap ve filmler hakkında bir çok okurun ek bilgiye ihtiyacı var gibi.

• Sevin, haliyle bazı olayları ya da kişileri tam olarak hatırlamıyor ve bunu da açık açık söylüyor. Normal. Bu kadar hızlı, zengin ve renkli bir çalışma hayatı olan insan, özel olarak günlük ya da not tutmamışsa bir çok ayrıntıyı hatırlayamayabilir. Bu eksiklikleri İlkiz ya da editör tamamlayabilir(di).

• Kültür ve sanat, aslında her şeyden özellikle devletten, iktidardan, siyasetten çok bağımsız bir alan değil. İlkiz, Sevin’e, çalıştığı farklı dönemlerde, kültür-sanat/iktidar ilişkileri konularında sorular sorabilirdi.

• Çok fazla yok ama belki baskı belki de yazım hatalarına dikkat edilse iyi olurdu: UIP değil UPI, Bon jour değil Bonjour gibi…

• Fotograf seçiminde de biraz daha titiz davranabilirdi editör. Birbirine çok benzer Sevin portreleri var, resimaltları da yok.

Son bir nokta: Bu aralar nehir söyleşi türünde okuduğum üçüncü kitap ‘’Hakikaten’’. Ali Sirmen’le ilgili olan hakkında yazmıştım.

https://www.artigercek.com/kemalizmin-cocukluk-hastaligi

Bir de Hulki Aktunç’la yapılmış bir nehir söyleşi var. http://www.dr.com.tr/Kitap/Yoldasim-40-Yil/Hulki-Aktunc/Edebiyat/Soylesi/urunno=0000000602910

Ali Sirmen’le söyleşen Ümit Aslanbay, Sirmen’den genç olsa da, onunla birlikte aynı gazetede uzunca bir süre çalışmış, hatta gazete içindeki ayrışmada da Sirmen’le aynı safta yer almış. Dolayısıyla alan ve süre olarak Sirmen’le paylaştığı çok şey var. Aktunç ve Okyay’la söyleşen arkadaşların ikisi de kahramanlarından farklı kuşaklardan insanlar. Ana kişileriyle nispeten daha az alan ve süre paylaşmışlar. ‘’Nehir söyleşi’’ sadece uzun bir söyleşi değil, derinlemesine de bir söyleşi. Soru sormakla yetinmemek gerek bence, zaman zaman gerekirse, konuğun çelişkilerini deşmek, onunla tartışmak da renk ve boyut katar kitaba. Bunları yapabilmek için de usta-çırak ya da hoca-öğrenci ilişkisi belki ancak belirli bir tür nehir söyleşi için uygun olabilir. Daha ‘informatif’ ve daha ‘nötr’ bir yaklaşım ortaya çıkar bu tür ikililerden. Nispeten dışarıdan bir bakış için ideal olabilir bu tür ikililer. Şart değil tabi ama iki tarafın aynı ya da yakın kuşaklardan, aynı ya da benzeri alanlardan olması bence farklı bir nehir söyleşi türü yaratır.

Kimsenin hakkını yemeyeyim: Ümit Aslanbay da, Rıza Kıraç da, Pınar İlkiz de iyi, başarılı çalışmalar yapmışlar. Ama mesela ben yayınevi yöneticisi olsam, Sevin Okyay’la ikinci nehir söyleşi yapmak için, demin sıraladığım kriterlere uygun düşen Tuğrul Eryılmaz’a öneri götürürüm. Bambaşka bir kitap çıkar ortaya.

* Daha önce yazmıştım: ‘’Böyle okurunuz varsa daha ne?’’. Perşembe günü yayınlanan ‘’Öldürür şairi gazeteci!’’ yazısı hakkında iki okur katkıda bulundu. Biri, sağolsun, Alman şair Heine hakkında kaleme aldığı biyografiyi gönderip, Heine’nin de gazetecilik yapmış olduğunu hatırlattı. Diğer okur ise, Ece Ayhan’ın ‘’Dört elle yazar’’ dediği, benim de değerli dostum olan Enis Batur’u gazetecilik yapan şairler listesine ekledi. Üstelik Enis, köşe yazmakla yetinmeyip, gazete ekleri yönetip, dergiler yayınlamış bir şair.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi