Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Arkadaşlar, arkadaşlar...

Bu ülkede Kürt sorununa cevap aranıp bulunmadığı sürece devrimcilerin ayağa kalkması, öne çıkıp bütün muhalefete öncülük etmesi mümkün mü arkadaşlar?

Bizden önceki kuşağın üniversitelerde, şehirlerin cadde ve sokaklarında, ülkenin kırlarında vurularak, yakalanıp göstermelik yargılanarak asılmalarının tanığı olmuş, onların geride bıraktıkları hayali giyerek düşmüştük yollara. Yas almış ama çok yaş almamıştık. 17, 18, 20’li yaşlarda samimi, içten, gözünü budaktan esirgemeyen, ömrü toz tutmayan gençlerdik her birimiz.

İşte o dönemde, hayali bir gövdeye dönüştürmek için iki şeyi tartışıp ilerlememiz gerekiyordu. Bunlardan biri geçmiş değerlendirmesi, diğeri de ulusal sorun, yani Kürt meselesiydi. Hayatın o kargaşasında kendimize yol bulmamız için, pusula görevi gören aşmamız gereken iki konuydu bunlar.

Geçmişin değerlendirmesi geçmişle gelecek arasında doğru bir bağ kurmak için; Ulusal sorunsa, çok uluslu bir ülkede nasıl bir ülke istediğimize ilişkin bir taahhüt, yarınlarımıza ilişkin bir nevi toplumsal sözleşmeydi. Bu yüzden uzayıp giden teorik yazılar yazılmış, onlarca pışpışlanmış ayrılıklar yaşanmış, acısını nereye koyacağımızı hâlâ bilmediğimiz sol içi çatışmalara neden olmuştu bu konular. Yani dün de bugün de kulak arkası yaparak geçiştireceğimiz konular değildi. Velhasıl o süreç bizleri var ve içinde yer aldığımız örgütlere yar etmişti...

Eğer çıktığımız yolu devrimin kapısına çıkarsaydık, elbette bugün bunları değil devrimin günlük sorunlarını tartışır olacaktık. Yenildik ve yine geldik geçmişle geleceğin kapı aralığına. Geldik bir ülkeye hangi kumaştan nasıl bir elbise giydireceğimizin hayal terzihanesine...

Arkamızda kocaman bir geçmiş varsa; O geçmişe kendini beden yapmış, düştüğü yaşta kalan yüzlerce, binlerce arkadaşımız varsa; Deney ve tecrübe varsa; Kolu kanadı kırılmış bir kuşağa rağmen hâlâ bir hayal işçiliği yapıyorsak eğer, geleceği örgütleyenlerin bu düzene boyun eğerek yaşamak diye bir derdi yoksa bu iki elzem konuya cevap bulmak durumundalar. Yoksa kurumuş nehirlere döner yatağımız...

Bu can alıcı her iki konuya acıyla eğilip, sevinçle ayağa kalkmadığımız sürece düzenin değirmenine bilmeyerek de olsa su taşımak dışında bir şey yapmamış oluruz. Yoksa, bizim geçmişte devlerle savaşmış olmamız; Aynalarda kendimize hayran hayran bakmamız, ‘Ali kıran, baş kesen’ olarak soru soranı, itiraz edeni, görmezden gelip bir kenara itmemiz, bize inananları bilerek isteyerek yanıltmış olmaktan öteye gidemeyiz!..

Yoksa çok uluslu bir ülkede günlük güneşlik bir hayatı kurmayı geçmişin tartışmaları içinde tozlanmaya bırakmış, tek uluslu bir ülkede yaşıyor olduğumuzun hezeyanına düşmekten öteye gidemeyiz, gidilmez. Böyle bir yola başlandığında daha ilk adımından haksızlığa adım atılmış olunur. Bunları geçmişte omuz omuza kavga eden, egemen ulustan olmayıp, ezilen ulustan olan devrimci arkadaşlarınız söylüyor. Onlar nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar, yoktan var olmadıkları gibi, görmezden gelinince de vardan yok olmayacak vicdanın temsilcileridir. Onlar yaptıklarınız ettikleriniz karşısında üzülenler, kızanlar, derdini yiyip derdini içerken bugüne kadar size mezar kazmayanlardır...

Arkadaşlar, arkadaşlar...
Hadi geçmişi kendinizle başlatmış, kendinizle bitirmek istediğiniz için almış başınızı gidiyorsunuz. Gidin gitmeyi tasarladığınız tek uluslu bir ülkeye doğru, sizi tutan mı var. Koca Ortadoğu’da ezilenleri "Allah’ın’’ bile görmediği yerde siz niye göresiniz ki. Yasaklanan dilleri sizin diliniz değil, kendini anadilinde ifade etmek isteyeni, yazmayı, sanat yapmayı niye dert edesiniz ki? Tanklar, toplar ve uçaklarla yerle bir edilen köyler, kasabalar, şehirler sizin değil, niye dönüp bakasınız ki? İnanın ağır konuşmuyorum burada, şöyle en hafifinden değiniyorum sadece. Bu lafı söylemekle haksızlık yapıyorsam, tersine tek bir emare gösterin bana, aynen buradan, büyük puntolarla özür dileyeyim hepinizden. Yok, yok işte...

Elbette bugün dün değildir. O köprünün altında çok sular akmıştır. İster beğenin ister beğenmeyin devletin şiddet politikaları sayesinde Kürt sorunu artık Doğu, Güneydoğu gibi bölgesel bir sorun olmaktan çıkmış, bütün Türkiye’nin sorunu haline gelmiştir. Doğup büyüyerek beslendikleri toprakları terk etmek zorunda kalıp, oturduğunuz şehirde, mahallede, sokakta oturur hale geldiler. Çalıştığınız fabrikalarda sizinle işe başlıyorlar, sizinle paydos düdüğüyle çıkıp aynı otobüs ve dolmuşla evlerine gidiyorlar. Yani ekip biçtikleriyle yaşayan köylüyken, kentlerde emeğini satarak yaşamak zorunda bırakıldılar. Parti ve sendikalarda örgütlenip, kendine yol bulan ırmaklar gibi durmayıp hayatın içine aktılar...

Bitmedi...
Kirada oturup, kiralarını ödüyorlar. Kendilerine ev yapanların sayısı hiç de az değil. O evlerin tapusunu alıp, elektrik, su parasını ve vergilerini ödüyorlar. Onların oyuna ihtiyacınız var mı bilmem ama seçimlerde sizinle aynı sandıkta oy kullananlar da onlardır. Cami ve cemevlerinde yanınızda saf tutup, ruhlarına özen gösterenler de yine onlardır. İşinize geldiğinde ‘kız alıp, kız vermişiz’ demenizi alıp şöylece koyuyorum bir kenara, başınız sıkıştığında bunu çok tekrar edeceksiniz. Yurtlarından sürgünle gelmişlerdi, şimdi geldikleri yerlerde kovulmayacak, yerlerinden sökülüp atılmayacak bir hale geldiler. Bu kadar iç içe geçmiş bir toplumu görmek ve ona göre örgütlenmek yerden göğe kadar hak olsa da görmemek züldür bana göre...

Arkadaşlar, arkadaşlar...
Geçmiş değerlendirmesi bize dert olsun ama bu ülkede Kürt sorununa cevap aranıp bulunmadığı sürece devrimcilerin ayağa kalkması, öne çıkıp bütün muhalefete öncülük etmesi, dahası adil ve eşit bir ülke talep etmesi mümkün mü arkadaşlar? Ona da siz karar verin... Derttir söyletir...

Daha devrilmedi sayfa
Gözlerimizin önünde boş mezar gibi duran
Daha giyip çıkarmadığımız nice günlerimiz var
Sizin bilmediğiniz, benim anlatmadığım zamanlarımız
İşgal edilmemiş, belki de işgalden kurtarılmış günlerimiz var
O en son söylenecek sözün kapısına gelmedik daha
Yok o nokta, o satır sonu, daha devrilmedi sayfa...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi