Atatürk’ün gazetesi Hâkimiyet-i Milliye’de alfabe tartışması

Basın tarihi çerçevesinde bile bunları anımsamak önemli. Gerçekten de “Geçmişini bilmeyen geleceğine sahip olamıyor,” neredeyse hep aynı yerde dönüp duruyor.

“Geçmişini bilmeyen geleceğine sahip olamıyor,” niye hep aynı sorunlarla boğuşarak bitap düştüğünü bir türlü kavrayamıyor.

Genel Başkanı’nın hızlı U dönüşlerine uyamayan AKP’li bir siyasetçi, genel başkanının daha önce “dil devrimi” ile ilgili söylediklerini tekrar edince koltuğundan oldu.

Bu tartışma birden gündeme girince ben de harf devrimi sonrasında Ankara iklimini yansıtan resmi basını merak ettim.

Osmanlı sonrasının yeniden inşasının basındaki adresi Hâkimiyet-i Milliye gazetesiydi. Hâkimiyet-i Milliye’nin tarihçesini “Atatürk’ün kurduğu gazete ne oldu?” başlığıyla daha önce yazmıştım.

***

Sosyoloji profesörü Hayati Tüfekçioğlu’nun yüksek lisans tezi “Cumhuriyet İdeolojisi ve Türk Basını” üzerinedir.

Harf devrimi ertesinde 1 Aralık 1928 – 31 Aralık 1929 tarihleri arasında yayımlanan Hâkimiyet-i Milliye gazetesini incelemiştir.

Bugünün artı ve eksilerinin şifreleri o bir yıllık gazete koleksiyonunun akademik incelemesinde bulunabilir.

Çünkü çalışmada, “rejimin oturduğu, inkılapların tamamlandığı dönem, harf devrimini izleyen bir yıl içinde yeni rejimin yayın organı sayılabilecek bir gazete olan Hâkimiyet-i Milliye’ye yeni siyasetin, yeni kimliğin topluma sunulması, tanıtılması ve benimsetilmesi çabalarının nasıl yansıdığı ele alınmıştır”.

***

O çalışmanın bir bölümünde şöyle diyor:

“Bu dönemde basının karşılaştığı bir başka önemli olay da harf devrimi olmuştur. Yeni harflerin kabulü gazeteleri olumsuz etkilemiş, birçoğu okuyucusuzluktan kapanmıştır. Bu dönemde hükümet gazete ve dergilere kaynak sağlayarak yeni rejime katkıları için yardımcı olmuştur.

Yakup Kadri Hâkimiyet-i Milliye’de harf devrimiyle birlikte basının düştüğü sıkıntıyı şöyle anlatmaktadır: ‘Harf inkılabını müteakip baş gösteren matbuat buhranı gittikçe vahametli bir safhaya giriyor. İstanbul’da çıkan haftalık ve aylık mecmuaların hemen hepsi kapandı. Bunlar arasında birkaç mizah gazetesi kaldı. Onlar ise neredeyse düşüp kaybolacaklar. Bundan sonra sıra belli başlı gündeliklere gelecek ve işte o zaman korktuğumuz başımıza gelecek. Türkiye’de matbuat buhranının bizim korktuğumuz safhaya girmesi bütün milletin fikri ve manevî iflası manasını tazammun edebilir.’ (17 Nisan 1929)

Yine aynı yazar bir başka yazısında ise şöyle demektedir: ‘Babıali'de basılan 5-10 halk mecmuası üç-dört ay evveline kadar 30 bin 20 bin basıyordu. Bunların sürümü birdenbire 2 bine, hatta bine, beş yüze düştü ve sahipleri bunları birer birer kapatmak mecburiyetinde kaldılar. İlk tecrübe deminde biraz ümit veren gündelik gazeteler de yavaş yavaş rağbetle düşmeye başladı.’” (5 Nisan 1929)

***

“Falih Rıfkı da aynı konu üzerinde durmakta fakat daha değişik düşünmektedir:

‘Baştan öyle düşünüyorduk. Kanun çıkar çıkmaz inkılap şüphesiz yürüyecektir. Fakat belki bir-iki sene için gazetelerin hacmi yarı yarıya inecek, satış iki sülüs, üç-rübu azalacak, yeni yazının ikinci sene-i yıldönümünde ise inkişaf birdenbire kendini gösterecektir. İnkılaptan 4 ay 18 gün geçti. Tahminlerimizin hepsinde yanıldığımızı söylemeliyiz. Gazeteler düşmedi değil, ancak düşündüğümüzden ne kadar farklı! Hatta aralarında artan bile var. Gazetelerimizin yanıp yakıldığı inkılabın sürümü hırpalaması değil, inkılabın bir defa için gazete bütçelerine yüklediği ağırca masraftır. Yazı inkılabının dört buçuk ay sonraki manzarası NORMAL’den çok iyidir. Yazı inkılabının doğrudan doğruya kendisi ile alakası olmayan sıkıntıların nasıl yardım görmesi meselesi ise umumla görüşülecek bir mesele değil, resmî makamlarla meslek adamları arasında halledilecek bir meseledir.’ ” (20 Nisan 1929)

***

Basın tarihi çerçevesinde bile bunları anımsamak önemli.

Gerçekten de “Geçmişini bilmeyen geleceğine sahip olamıyor,” neredeyse hep aynı yerde dönüp duruyor.

Meselenin nerede kilitlendiğini, niye hep aynı sorunlarla boğuşarak bitap düştüğünü bir türlü kavrayamıyor.

Türkiye öylesine sığlaştı, düzeysizleşti ve renksizleşti ki nitelikli her çabadan uzaklaştı.

Her şey, “hazineye el koyma” anlamına gelen bir siyasi kavganın silahına dönüştü.

Her söz “bir slogan” artık, o sözün önünde arkasında ne var diye ne söyleyen bakıyor ne dinleyen bakıyor.

Ağır bir adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk ve vicdansızlık içinde çürüyen bir ülkede geçmişten de gelecekten de kopuk bir şekilde çırpınıp duruyoruz.

***

Belki Hâkimiyet-i Milliye gazetesini biraz daha inceleriz.

O dönemi iyi bilmek, bugünü anlamaya da yardımcı olabilir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi