Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Avrupa Birliği’nde Franco’cu Ablukası

İspanya Katalonya’nın seçilmiş lideri Carles Puigdemont için de Lluis’inkine benzer bir son mu düşlemekte? Avrupa Birliği Madrit’in bu kriminel siyasetine daha ne kadar arka çıkacak?

Brüksel geçtiğimiz salı günü tam bir Katalan işgali altındaydı… Bir yandan Katalonya’dan toplu olarak gelen 200’den fazla belediye başkanının öğleden sonra Schuman Meydanı’nda Avrupa Birliği yönetimlerini protesto mitingi ve akşam da sürgündeki Katalonya Başkanı Carles Puigdemont’un katılımıyla Güzel Sanatlar sarayındaki konferansı, öte yandan bağımsızlık karşıtı işadamlarının Avrupa Parlamentosu’nda merkezi İspanyol hükümetini destekleyen gövde gösterisi…

Belçika federal hükümeti de, Avrupa Birliği Komisyonu da tam bir şaşkınlık içinde… Birliğin ağır toplarından İspanya’nın merkezi yönetiminin insan haklarını ve özgürlükleri çiğneyen uygulamalarına ve baskılarına açıkça karşı çıkamıyorlar…

Yine de Charles Michel yönetimindeki federal hükümet Madrit’in yıldırım hızıyla tevkif müzekkeresi çıkartarak Puigdemont’un İspanya’ya iade edilmesi talebini, usta bir manevrayla, kuvvetler ayrılığı prensibini öne sürerek adalete havale ettiği için zelzelenin ilk sarsıntılarını biraz kolay geçiştirdi. Bir Flaman mahkemesi beş yöneticinin iadesi talebini incelemeye almakla beraber kendilerini Belçika’dan ayrılmamaları kaydıyla serbest bıraktı. Üstelik Puigdemont’un siyasi temaslarını Belçika’dan özgürce sürdürmesine ve de 21 Aralık’ta Katalonya’da yapılacak bölgesel seçim için dilediği gibi kampanya yapmasına izin vererek…

Bu güvenceyledir ki Puigdemont Katalan belediye başkanlarının Brüksel toplantısına katılarak sadece İspanyol Hükümeti’ne değil, Avrupa Birliği’ne de verdi veriştirdi.

Haksız da değil… AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker Katalan liderleri zındana atılırken özgürlük ve insan haklarının alenen ayaklar altına alınmasına ses etmeyip Avrupa Birliği’nin 85 devletli bir birliğe dönüşmesine izin vermeyeceğini söyleyerek Mariano Rajoy’a arka çıkmıştı.

Oysa Avrupa Birliği uzun süredir önlenmesi mümkün olmayan biri merkezkaç anaforun içinde sürükleniyor. Bir zamanlar tek devlet olan Yugoslavya bugün Sırbistan’ı, Bosna-Hersek’i, Slovenya’sı, Hırvatistan’ı, Makedonya’sıyla, Kosova’sıyla, Karadağ’ıyla kaç parça?

Ve de AB’nin alkışlarıyla barışçıl şekilde boşanmış olan Çekya ve Slovakya…

Sırada bekleyenler… Belçika’nın Flaman Bölgesi, Danimarka’nın Grönland ve Faroe Adaları, İtalya’nın Padanya’sı, Fransa’nın Korsika’sı, Almanya’nın Bavyera’sı…

Kaldı ki Katalonya’nın bağımsızlıkçı hareketi sırf modaya uymuş olmak için bir avuç maceraperestin başlattığı bir olay da değil.

Anımsayalım… 18. yüzyıl’a kadar bağımsız olan Katalonya 1714 yılında İspanya Kralı 5. Felipe’nin ülkeyi işgal ederek Katalonya Parlamentosu Generalitad’ı dağıtması, hatta Katalanca konuşmayı yasaklaması üzerine bir İspanyol sömürgesi haline gelmişti.

Katalonya ancak 1931 yılında, genel seçimlerde Cumhuriyetçi Sol Parti’nin iktidara gelerek Katalonya Cumhuriyeti’ni ilan etmesiyle yeniden bağımsızlığına kavuşabilmişti. Neyse ki İspanya İçsavaşı’nda Cumhuriyetçileri destekleyen Katalonya, Franco faşistlerinin Hitler ve Mussolini’nin desteğiyle iktidara gelmesinden sonra yeniden bağımsızlığını yitirerek İspanyol sömürgesi oldu.

Katalonya ancak Franco’nun ölümünden sonra 1978’de yeni bir anayasa ile özerklik statüsüne kavuşabildi. Ama yasak olan Katalanca’nın İspanyol hükümeti tarafından yarı resmi dil olarak tanınması dahi ancak 2011’de mümkün olabildi.

Böylesi tarihi olan bir halkın en bilinçli kesimlerinin Madrit’in tahakkümüne karşı çıkmasından daha doğal ne olabilir?

Dün Brüksel’de iki yanlı etkinlikleri dikkatle izledim… Bir yanda halkın oyuyla seçilmiş belediye başkanları, öte yanda bizde bir takım kemalist solcuların göklere çıkardığı «milli burjuvazi»nin temsilcileri sayılacak çokuluslu şirketlerle içli dışlı bir avuç kapitalist…

Gelişmeleri izlerken bölgemizin Kürdistan’ını düşündüm…

Anadolu’daki varlığı Türk istilasından çok eski tarihlere uzanan Kürt halkımızın, bağımsızlık da değil, sadece batı yakasında çoğunluk olan Türk halkıyla eşit haklara sahip olabilecekleri demokratik bir düzen isteyen en ufak direnişine «terörizm» damgası vurulmasını, seçilmiş milletvekillerinin, belediye başkanlarının AB normlarına tamamen uygun demokratik istemlerde bulundukları için yıllardır, aylardır zındanlarda çürütülmeye terkedilmelerini düşündüm…

Şeyh Sait İsyanı’nın, Ağrı İsyanı’nın, Dersim Direnişi’nin nasıl hunharca ezildiğini, geçen hafta 40. yılını idrak eden PKK direnişinin tüm barışçıl yaklaşımlarına, Kürt halkının iradesi HDP’nin bir «Türkiye partisi» olarak demokratikleşmeye katkılarına nasıl karşı çıkıldığını, Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin, İdil’in tıpkı Bask kenti Guernica misali nasıl yokedilmeye çalışıldığını anımsadım.

Tekrar Brüksel’e, Brüksel’deki Katalonya’ya döndüm.

200 Katalan belediye başkanının devasa AB Bakanlar Konseyi ile Komisyonu binalarının arasında Katalan bayraklarını dalgalandırırken hep bir ağızdan Katalan ulusal marşını terennüm edişlerini izledim.

Ardından Güzel Sanatlar sarayında sürgün Puigdemont’un tarihsel anımsatmasını… «Katalonya’nın bin yıllık tarihi bitip tükenmez baskılar tarihidir… Felipe V’ten ta bugünkü Felipe VI’ya kadar...» Yani bugünkü krala kadar…

Evet bundan 3 yüzyıl önce 1714’te Felipe nam bir kralın yaptıkları günümüzde tekrarlanırken yine Felipe nam bir devşirme kral bunlara tamamen sahip çıkmakta ve AB de bunu alkışlamakta…

AB’nin sahip çıktığı o Mariano Rajoy nam sağcı başbakan, aynen 77 yıl önce Alman nazizminin sadık uşağı Franco faşizminin yaptığı gibi Katalonya’nın seçilmiş başkanını bir başka biçimde yoketmeğe çalışmakta… Hem de AB’nin desteğiyle…

77 yıl öncesine dönüyorum…

Bağımsızlığına yeni kavuşmuş Katalanya yüksek meclisi Generalitat’ın Lluis Companys i Jover adında bir başkanı vardır. Bir köylü ailesinin çocuğu olan Lluis Companys genç yaşta Solidaritat Catalana’nın başkanlığını üstlendiği gibi La Barricada ve La Publicidad adlı cumhuriyetçi gazetelerin de yazarıdır. Aynızamanda sendikacı olan Lluis ajitatör diye suçlanarak 15 defa tutuklanır ve adı polis kayıtlarında «tehlikeli kişi» olarak yer alır.

1917 yılında Katalan Cumhuriyetçi Partisi’nin temsilcisi olarak Barselona Belediye Meclisi’ne giren Lluis 1920’de sendikacı yoldaşlarıyla birlikte tekrar tutuklanır ve sürgün edilir.

Sürgündeyken Aralık 1920 yasama seçimlerinde, daha önce alçakça katledilmiş olan yoldaşı Layret’in yerine milletvekili seçilip dokunulmazlık kazanarak sürgünden kurtulur.

16 Nisan 1931’de Barselona Valiliği’ni üstlenir, ardından da 28 Haziran seçimlerinde Barselona milletvekili seçilir.

Katalan Parlamentosu başkanı ve Denizcilik bakanı görevlerini de üstlenen Lluis gazeteciliği de bırakmaz ve 1934 Ocak ayına kadar La HLluis aynı yıl İspanyol Federal Cumhuriyeti bünyesinde bağımsız Katalan Devleti’nin kurulduğunu ilan eder. Ancak merkezi İspanyol Hükümeti bu girişimi zorla bastırarak Lluis’i 30 yıl hapse mahkum ettirir.

İspanya’da iç savaş başladığında Lluis ve yoldaşları Cumhuriyetçilerle aynı safta Franco’nun gözü dönmüş faşist sürüleriyle savaşırlar. Ancak Franco’cular 5 Şubat 1939’da Katalonya’yı işgal ederek «sol» bilinen her kişiyi tutuklamaya, işkenceden geçirmeye başlar. Lluis 13 Ağustos 1940’da Fransa’ya geçerek La Baule-Escoublac kentine sığınır. Ancak bölgeyi işgal altında tutan Nazi Almanyası’nın gizli polisi izini bulur ve Lluis’i Franco’culara teslim eder.

Katalan solunun bu efsanevi yöneticisi uzun süre işkenceden geçirildikten sonra 15 Ekim 1940 günü Montjuic şatosunda kurşuna dizilir. Katledilmeden önce gözlerinin bağlanmasını reddeder ve idam mangasının önünde «Katalonya için!» diye haykırarak yaşama veda eder.

Franco’nun «guardia civil»li diktasına özenen sağcı İspanyol başbakanı Rajoy, Avrupa Birliği çağında Katalonya’nın seçilmiş lideri Carles Puigdemont için de Lluis’inkine benzer bir son mu düşlemektedir? Avrupa Birliği Madrit’in bu kriminel siyasetine daha ne kadar arka çıkacaktır?

Bunlar soru…

Ama benim için bir yakıcı soru daha…

AB’nin doğu ucundaki bir ülkede, on yıllardır kimliği, dili, iradesi yok sayılmış Kürt halkımız, bugün «bağımsızlık» kelimesini telaffuz etmediği, sadece çoğunluk ulusla eşit hakların garantilendiği demokratik bir cumhuriyet istediği halde bu denli baskıya uğramakta ise, yarın bu baskılardan bunalıp «bağımsızlık» seçeneğini gündeme getirecek olursa neler olup bitecektir?

Sadece AKP’si mi? MHP’si, CHP’si ve Türk siyasetinin yükselen yeni yıldızı Madonna partisiyle hepsi eski Roma arenalarındaki gibi baş parmaklarını yukarıya yöneltip hep bir ağızdan bağırmayacaklar mıdır: «Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet!»

Ya AB? Yarım milyonluk Lüksemburg’un başbakanlığından 510 milyon nüfuslu bir birliğin amiral gemisine yerleşebilen çapsız politikacılar 20 milyon nüfuslu bir halkın bu istemine ne diyecek?

Ne diyeceklerini daha dün Güney Kürdistan’da görmedik mi? Bugün de Katalonya’da görmüyor muyuz?

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi