Yavuz Baydar
Aydın Doğan ne yapsa faydasız: Amiral Gemisi karaya oturtuldu
Hürriyet, ne yazık ki, Türkiye'de bir zamanlar iyi-kötü habercilik rekabeti içinde olduğu Milliyet ve Sabah'ın şu andaki ‘yenik düşürülmüşler' kategorisine dahil oldu olacak.
Yavuz BAYDAR
Hürriyet'in ‘Karargah Rahatsız' haberi ardından kopan kavga öyle önemli, öylesine çok boyutlu ki, birkaç kez döne döne yazmam icap etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Salı sabahı fer fecr okuyan gözlerle ‘bu terbiyesizliktir', ‘densizliktir' gibi ifadelerle yetinmeyip ‘bedelini ağır ödeyecekler' diye çıkıştığı haber, Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin'in görevini bırakmasıyla aşağı yukarı eşzamanlıydı.
Ardından ‘yarım ağızlı' olarak nitelediğim bir Genelkurmay açıklaması geldi; başta ‘başörtüsü serbestisi' konusunda TSK içinde huzursuzluk var mı yok mu sorusunu açıkta bırakarak.
Ve bunu Hürriyet'in açıklaması izledi.
Şöyle diyordu ‘Amiral Gemisi'nin başyazısı:
‘..Haberin tümü Genelkurmay Başkanlığı tarafından Ankara Temsilcimiz Hande Fırat'a, soruları üzerine yapılan kurumsal ‘bilgilendirme’ye dayandırılarak kaleme alınmıştır.
Bu haberin iç sayfada aktarılışında yazı işleri tarafından "İddia ve eleştiriler 7 konuda yıpratıyor" başlığının üstünde kullanılan "Karargah Rahatsız" ifadesi Genelkurmay Başkanlığı'nın ilgili açıklamasında da belirtildiği gibi, bilgilendirmede yer almamıştır.
Hürriyet'in haberindeki "rahatsızlık" ifadesi, Genelkurmay Başkanı’nı hedef alan söz konusu iddia ve eleştirilerin yarattığı durumu açıklamak amacıyla kullanılmıştır. Ancak maalesef haberimiz yayımlandıktan sonra gördük ki bu ifade, Genelkurmay'da hükümete karşı bir rahatsızlık varmış şeklinde de anlaşılabilmektedir.
Bu başlığa böyle bir anlam yüklenmesi aklımızın ucundan dahi geçmemiştir. Böyle bir kasıt kesinlikle söz konusu değildir. Kasıt bu olmamakla birlikte ‘karargahta rahatsızlık’ başlığı maksadı aşan bir editoryal hata olarak görülebilir. Bunun için üzgünüz.
Ordumuzun yıpratılması, iç siyasete çekilmeye çalışılması her Türk vatandaşının reddetmesi gereken bir durumdur.
Ordumuzun seçimle işbaşına gelmiş sivil iradenin emrinde olması demokrasimiz için vazgeçilmez bir şarttır."
Bu iki büklüm özür yazısı, Doğan Grubu'nun ilerde övüneceği işler arasında elbette ki yer almayacaktır.
Çünkü iktidar mahfillerinin iteklemesiyle toz duman kaldıran ve bundan vazife çıkaran baskıcı iktidarın ne kadar dikta rejimine susamış olduğunu teşhir eden orantısız tepkisine bu haber, aynı orantıda ve büyüklükte bir özür yazısını asla gerektirmiyordu.
Evet, Doğan medyasında çok kez olduğu gibi yine ‘haberi anlatmayan', ‘haberin özünden kopuk', ‘sansasyonel' bir başlığın bu tartışmada da söz konusu olduğu doğrudur.
Bu da bir düzeltme gerektirir. Ama bu gazetenin işini de çok iyi yapan bir ombudsmanı / okur temsilcisi var. Düzeltme yapacaksanız, çok da aceleci davranmak istiyorsanız, bu konudaki değerlendirmeyi ona teslim etmeniz gerekirdi. Böylece tepkiyi sağduyulu bir orantı içinde çekmiş, bir ‘kurum' olarak davranmış, gazeteciliğin ne olduğu konusunda iktidara bir de mesaj vermiş olurdunuz.
Bu tabii olmadı. Çünkü burası Türkiye. Patronlarının, işvereninin elinde lime lime edilmiş medya sektörünün can çekiştiği bir ülke. Onu artık herkes biliyor.
Koskoca editoryal yazıyor Hürriyet.
En önemli sorunun cevabı yok.
Haber doğru mu? Doğru.
Yalanlama gelmemiş kaç gün.
Konuşan belli mi? Belli.
Ya Org Hulusi Akar veya onun onayladığı metin üzerinden GK İletişim Dairesi.
Haberde önemli, ‘yeni' unsur var mı?
Var. O da, esasında manşete çekilmesi gereken, ‘Başörtüsü serbestisinin TSK'nin görüşü alınmadan kararlaştırıldığı' hususu.
Haberini savunamayan, arkasında duramayan bir gazete var karşımızda.
Haberiniz doğru ise, biçimsel hataları kabul etseniz bile, mesleki cesareti içeren bir dille ‘haberimizin ve muhabirimizin arkasındayız' diyeceksiniz.
Ama öyle olmadı.
Ne yazık ki, mum gibi eriyip giden bir Hürriyet var artık.
Bir önceki medya yöneticisinin iktidarla nasıl içli dışlı olduğunu, hizmete nasıl hazır bulunduğunu gösteren e-posta sızıntıları – ‘Beratgate' olayı – ardından Washington muhabiri ve Ankara Temsilcisi'nin görevden alınmaları…
Orhan Pamuk mülakatının yayınlanmaması.
Ve son olarak da, Karargah Rahatsız olayı.
Hürriyet, ne yazık ki, Türkiye'de bir zamanlar iyi-kötü habercilik rekabeti içinde olduğu Milliyet ve Sabah'ın şu andaki ‘yenik düşürülmüşler' kategorisine dahil oldu olacak.
Eğilip bükülerek, diz çökerek ‘ayakta kalacağını', kitleler gözünde inandırıcılık taşıyacağını sanan bir patronaj bu hazin gidişatın baş sorumlusudur.
Hasan Cemal'in bugün ‘Aydın Doğan'a Açık Mektup'unda isabetle vurguladığı gibidir mesele:
"Aydın Bey; bu iktidar sizi günâhı kadar sevmiyor. Baştan beri öyle. Teslim de olsanız, bir padişaha biat eder gibi boyun da eğseniz, değişen bir şey olmayacak. Gazetenizi, yayınlarınızı ne kadar Saray'ın buyruklarıyla uyumlu hâle getirirseniz getirin, Tayyip Erdoğan sizden daha fazlasını talep etmeye devam edecektir. Siz de biliyorsunuz, bu açıdan bugüne kadar yaşadıklarınızda o kadar çok örnek var ki. Bunlara bakınca, belki anahtarları Saray'a teslim etseniz bile değişen bir şey olmayacak, Erdoğan yine üstünüze gelmeyi sürdürecek.
Bir başka deyişle: "Ben ettim, sen etme!" deseniz ve yayınlarınızı tek adam rejiminin propaganda bülteni hâline de getirseniz, emin olun, Erdoğan için bu yeterli olmayacaktır.
Yakın bir mesai arkadaşının Tayyip Erdoğan için yıllar önce bana söylediği bir sözü hatırlıyorum:"Bizim patron kavgada yumruk saymayı bilmez. Rakibini yere düşürse bile yumruk atmaya devam eder."
Bugünkü Hürriyet açıklamasını okuyunca üzülmedim, içim acıdı.
En iyisi meramımı bir Varlık Vergisi fıkrasıyla anlatayım:
Istanbul'da işyeri sahibi Solomon'a bir gün Varlık Vergisi'ni dayamışlar. Miktar öyle büyük ki, çökmüş. Altından kalkmasına imkan yok. ‘Bittim' demiş.
Ne yapayım edeyim, derken, aklına gelmiş. ‘En iyisi' demiş, Vergi Dairesi müdürü Seyfettin Bey'i ziyaret edeyim, derdimi anlatayım.
En şık elbiseyi çekmiş. Tam faça. Tepeden tırnağa gıcır, sokağa çıkmış. Çıkmasıyla dostu Mişon'la burun buruna gelmesi bir olmuş.
‘Hayırdır?' demiş Mişon, ‘Düğüne nikaha falan mı?'
‘Yok yahu' demiş Solomon. Başına gelenleri anlatmış.
‘Şimdi' demiş, ‘Daire Müdürü Seyfettin Beyefendi'ye gidiyorum.'
‘Delirdin mi sen?' demiş Mişon. ‘Böyle gidilir mi?'
‘Nasıl yani?'
‘En pespaye yorgun bitkin halinle gideceksin. Sakallar uzamış, gözler kan çanağı, uyku tutmamış, pantalonlar eski, ütüsüz. Ceket lekeli vs. Böyle git ki etkisi olsun!'
Mişon basmış gitmiş, Solomon kalakalmış kaldırımda.
Öyle mi gitse, böyle mi gitse?
Çıkamamış işin içinden.
‘En iyisi Hahambaşına bunu danışayım en iyisini o bilir' demiş.
Sinagog'a varmış, tam kapıyı çalacak, kapı açılmış içerden bir genç kız çıkmış.
‘Buyur' diye seslenmiş Hahambaşı. ‘Nedir konu?'
Solomon ‘böyleyken böyle' diye anlatmış baştan sona.
‘Ne dersiniz haham efendi?' demeye kalmadan, başlamış Hahambaşı kahkahalarla gülmeye.
Solomon şaşkın.
‘Ne dedim ben Haham efendi?' demiş.
‘Yok' demiş Hahambaşı. ‘O kıza gülüyorum. Sizin durumlar öyle benziyor ki!'
‘Nasıl yani, anlatın?'
‘Bu kız bana geldi, haham efendi dedi, benim bugün düğün var, gece de gerdeğe gireceğim, acaba gerdek odasına kilotlu mu gireyim, kilotsuz mu?'
‘Eeee, siz ne dediniz?'
Haham sağa sola bakmış, sesini kısmış, Solomon'a ‘kulağını yanaştır' diye işaret etmiş.
‘Dedim ki kızım; kilotlu da girsen, kilotsuz da girsen seni düzecekler!'