aydın: imza mı, yol arkadaşı mı?

herkesin yanlış düşünme, yanlış yapma hakkı var.  kendimize tanıdığımız, cömertçe kullandığımız bu hakka “ünlüler” de sahip.

aydınlar üzerine yazmaya çalışacağım. 

önce şunu söyleyeyim, bu konuda gramsci’den sartre’a, geçen yüzyılda önemli olan referansların bugün anlamlı olmadığını çünkü çok büyük ve belirleyici değişimler olduğunu düşünüyorum. 

çünkü kapitalizmin geldiği noktada, uzayan iş saatleri, emekçinin emeğine yabancılaşmasının hayatın ve üretimin her alanını kapsaması ve başka faktörlerle birlikte, bir insanın hayatını kazanmadığı bir konuya, konulara yoğunlaşabilmesi için çalışmadan yaşayabilecek bir gelire sahip olması gerekiyor. üniversite öğrenimi görme lüksüne sahip olanlar belki o sırada okumaya, tartışmaya zaman bulabilir ama bunu da bir ömre yaymak güç. hobi denen uğraşların da git gide azaldığını gözlemlemek mümkün. 

o yüzden "aydın" ya da "entelektüel" eskiden bir varoluşken şimdi biraz kişinin mesleğinin etrafında oluşan bir kimlik. bugün böyle tanımlanabilecek insanları başlıca beş alanda buluyoruz. toplumsal konularda yazanlar; medya; akademi; edebiyat, sinema vb. kurgu üretenler; müzik, plastik sanatlar gibi alanlarda, söz dışı araçlarla yaratıcı üretim yapanlar. bunların bir kısmı iç içe, örneğin toplum –ve tabii onun bir parçası olarak siyaset- üzerine yazanların önemli bir kısmı akademide, bir diğer önemli kısmı medyada. müzisyenlerin de önemli bir kısmı şarkı sözleriyle edebiyatla iç içe. hepsi bir biçimde en geniş haliyle kültür olarak tanımlayabileceğimiz bir alanda çalışıyor. 

bunların hepsi, sermayenin ve/veya devletin belirleyici olduğu alanlar. sadece bizim gibi baskıya dayanan yönetimlerin olduğu ülkelerde değil, dünyanın her yerinde bu, değişik oranlarda böyle. akademide sosyal bilimler denilen alanlara müdahaleleri görmek daha kolay oldu hep, ama pandemi, pozitif bilimlerin, örneğin tıbbın, eczacılığın da nasıl sermayenin egemenliği altında bulunduğunu gösterdi. 

bu işin bir yanı. diğer yanı, "aydın" kategorisinin git gide daha fazla "ünlü" olmakla tanımlanır olması. böylece sahne sanatları icra edenler, oyuncular, dansçılar da bu kategoriye dahil edilir oldu. ayrıca bu kategorideki insanlara "kanaat önderi" diye bir işlev atfedildi. kanaat önderi –tıpkı aktivist gibi- tarihi çok kısa olan bir kavram ve bugünün eğitim sistemiyle son derece uyumlu. daha önce de yazdığım bir şeye tekrar değineceğim, bugünün emekçisi bir üretim aracı olarak oluşturuluyor. bu, eğitim sisteminin kendisine sadece üretim yapacak bilgileri sağlaması, yaşadığı toplum ve hayatıyla ilgili kararlar almasını sağlayacak bilgilerden yoksun bırakılması anlamına geliyor. (pandemi, bize birçok insanın bedeni ve sağlığıyla ilgili kararlar alabileceği temel biyoloji vb. bilgilerinden de yoksun halde, okullardan mezun olabildiğini gösterdi.) işte "kanaat önderi" bu yeni emekçi prototipini yönlendirmek için ideal. 

böyle bir ilişkiye itirazımız olmasa bile, bu insanların tamamının mesleklerinden kaynaklanan sebeplerle böyle bir yönlendirmeyi yapacak donanıma sahip olmaları imkânsız. toplum ya da siyaset üzerine, ama akademi ama medya içinde yazan birinden, politik olarak doğru ve tutarlı olmasını beklemek hakkımız ama aynı şeyi örneğin bir edebiyatçıdan ya da müzisyenden neden bekleyelim? 

iş bununla bitmiyor tabii. bu insanlar arasında, git gide nadir olmakla birlikte, bir politik faaliyete katılanlar ya da adlarıyla katkıda bulunanlar var ki bu ikinci form sol tarafından nedense birinciden daha fazla talep edilir oldu. ama her ne olursa olsun bu insanlar politik olarak hep yalnızlar, genellikle siyasetle ilgili konuşacakları, aile ve dostlarından başka kimse olmuyor çevrelerinde. oysa politik bilinç de konuşarak, tartışarak, aslında en iyisi eyleyerek gelişen ve canlı kalan bir şey. 

aydın düşünürken şüpheci, özgür ve bağımsız olur ama daha önemlisi üretimde bulunur, kanaat önderiyse demeç veriyor, sosyal medyada paylaşım yapıyor! hatta bu dünyadan göçmüş olanlara, caps’ler sayesinde, yaşarken vermedikleri demeçleri verdirmek bile mümkün oluyor! çünkü artık adını bildiğimiz herkes bir ünlüye, bir kanaat önderine çevrilebiliyor. 

yalnızlık aydın için en önemli sınavlardan, okullardan biri. toplum ve siyaset üzerine yazan herkesin, sevilmeyi, değer görmeyi, benimsenmeyi gözetmeden doğru düşünmeye çalışması gerekir. ama yine herkesin yanlış düşünme, yanlış yapma hakkı var. kendimize tanıdığımız, cömertçe kullandığımız bu hakka "ünlüler" de sahip. kaldı ki aydın da, ünlü de, eylemi ve söylemiyle bize beğendirmesi gereken bir performans sergilemiyor. eleştiri tabii ki herkesin hakkı ama onu adeta izleyicilerine karşı sorumluluğu olan biri gibi düşünmemeli. onu eleştirirken, kendi konumumuzu, eylemimizi de hesaba katmalı. siyasal olarak, adı bilinen insanın bilinmeyenden daha fazla sorumluluğu yok! 

ya sanat, edebiyat, müzik, şiir? burada söylemle eylemi ayırmak gerektiğine inanıyorum, bazı söylemlerin eylem sayılabileceğini de hesaba katarak tabii. (bunun en iyi örneklerinden biri, adalet ağaoğlu’nun yakınlarda çok tartışılan ihd çıkışıdır.) 

ismet özel, çok zor bir şeyi başardı ve yaş aldıkça ergenleşti, allah affetsin, git gide daha fazla, kendi cenahındakileri bile utandıran bir adam haline geldi, bu şiirini de etkiledi. ama sevdiğimiz şiirlerini bizden alamaz çünkü o dizeler, biraz da okuyanlar, hatırlayanlar, yorumlayanlar aracılığıyla sürdürüyor varlığını.  

onun mazot adlı şiirini besteleyip seslendiren mfö’den mazhar alanson, kendi rock’n roll kimliğine ve gençliğine de ihanet edecek, olmayacak işler yaptı, ağzına yakışmayacak laflar etti. ama new york sokaklarında’yı ya da yalnızlar garı’nı bizden alamaz. söylem, sanatı eserinin değerini silemez.

ama eylem farklı. noir désir grubunun solisti bertrand cantat, sevgilisi marie trintignant’ı döverek öldürdü, olayın geçtiği litvanya’da dört yıl hapis yatıp şartlı tahliye ile serbest bırakıldı. bu, ondan vazgeçmemiz için bir sebep. türkiye’den de böyle onlarca isim sayabilirim; aralarında şık demeçler verebilecek olanlar da var!  

bence sanatçıdan politik beklentimiz eserinde egemenlik ilişkilerini yeniden üretmemesi ve gerçekliği çarpıtmaması olmalı. ama aydından başka şeyler bekleyebiliriz. o, pekala ara sıra metinlere atılan bir imza değil, başımız sıkıştığında başvurabileceğimiz bir yol arkadaşı olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi