Ragıp Zarakolu
Barış arayışını cezalandırmak
Geçen gün sürgündeki yazarlarımızdan Ahmet Mücek ile Stockholm içinde uzun bir yürüyüş yaptık. Mücek dünyadaki barış süreçlerine kafa yoran araştırmacılarımızdan biri. Meraklısı bilir, geçen yıl Sri Lanka barış sürecinin çöküşünü irdeleyen önemli bir çalışma yayınladı. (Sri Lanka'da Barış Süreci Nasıl Gelişti, Neden Yürütülemedi? Tamil Özgürlük Mücadelesinin Tasfiyesi / Belge Yayınları, 2016). *
Mücek , şu sıralarda Filipinler barışçıl çözüm deneyimleri üzerine çalışmasını bitirmek üzere. Örneğin ta Filipinlerde Moro’daki İslami hareket ile Filipin hükümeti arasındaki barış sürecinde, arabulucu taraflardan birinin Türkiye Cumhuriyeti olması ilginç.
Türkiye’deki Kürt sorununun barışçıl çözümü konusunda, biri Turgut Özal, diğeri Abdullah Gül’ün döneminde başlatılan iki sürecini de, çökmesi bir yana, insani hukuku hiçe sayan en ağır bir çatışma dönemi izledi. Köy ve kent yakmalardan, yargısız infazlara, milletvekillerinin meclis içinde tutuklanmasına kadar birbirinin kötü ve hatta beter kopyası olan uygulamalar yaşandı. Bir süreliğine kızağa çekilen özel savaş birimleri yeniden devreye sokuldu.
Türkiye’de oluşturulan Türkiye Barış Meclisi bu süreci yakından izledi. Ve 2015 Şubat’ında "Çözüme Doğru" başlıklı bir konferans düzenledi. Bu konferansın belgelerini kitaplaştıran ve kronolojik sunumunu en son gelişmelerle birlikte değerlendiren Necmiye Alpay’ın (Bk: Barış Sürecini Savunmak/Çözüm Sürecinde ne Oldu?, Metis Yayınları, 2015) , muhalif biz gazetenin danışma kurulunda olduğu gibi saçma bir gerekçe ile tutuklanması, bu sürecin ne kadar belalı olduğunun göstergelerinden biri. Örneğin, TESEV için, "Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır?" adlı bir rapor hazırlayan Cengiz Çandar (27 Mart 2012), hem Gülen çevresinin hem Ergenekon diye nitelenen çevrelerin hücumuna maruz kaldı. 28 Şubat sürecinde medyadan kısmen izole edilirken, Yeni Türkiye’de tamamen arındırıldı. Diğer birçok iyi gazeteci gibi…
Barış talep etmek, barış sürecinin devamını istemek, gerek insan hakları savunucuları, gerek gazeteciler, gerekse akademisyenler ve aydınlar açısından özel bir cezalandırma gerekçesi haline geldi.
Dünyadaki barış süreçleri dünya ve ülke siyasetlerinin içinde bulunduğu konjonktüre göre başarılı ya da başarısız sonuçlanıyor.
Örneğin İsrail-Filistin Clinton döneminde Filistin sorununun çözümü, tarafları hoşnut etmese de, neredeyse yakalanmış gibiydi. Öznel bir neden de vardı bunun için: Clinton, Güney Afrika sorununun, ya da Kuzey İrlanda sorununun çözümüne benzer biçimde, Filistin sorununu barışçıl olarak çözmüş bir lider olarak tarihe geçmek istiyordu.
Ama her uzun savaş dönemlerinde oluşan savaş ağalıklarının temsilcilerinden biri olan, Ariel Şaron Mescidi Aksa’da yaptığı provakasyon ile, İkinci İntifada’nın fişeğini ateşledi. Ne yazık ki, tarihte başarılı olan eylem tarzları tekrar denendiklerinde başarılı olamayabiliyorlar. Bir sivil itaatsizlik eylemi olan, "taş çocuklarını" efsaneleştiren ve İsrail’i çözüm masasına oturmaya zorlayan Birinci İntifada’dan sonra, İkinci İntifada değişen dünya konjonktürü sonucu başarısız kaldığı gibi, Filistin hareketinin simgesel lideri Arafat’ın şüpheli ölümüne de yol açacaktı.
Öte yandan Müslüman Kardeşlerin Filistin şubesi Hamas’a kapı aralayan İsrail yönetimi, Filistin hareketini bölmeyi, Hamas’ın iki taraflı insan hayatını önemsemeyen, gelişi güzel saldırıları ile Filistin halkının meşru taleplerine gölge düşürmeyi becerecek, bir başka savaş ağası olan Netanyahu’nun iktidarını pekiştirecekti.
Kürt sorununun barışçıl çözümü için başlatılan girişimin sonucunda, 2015 Haziran seçimlerinde, Türkiye solu ve diğer toplumsal gruplarla, azınlıklarla ittifak kuran Kürt tarafının seçimden başarı ile çıkması, masanın devrilmesinde en önemli nedenlerden biri oldu. TC, barış sürecinde, Sri Lanka sapağında hat değiştirdi.
Bizzat Erdoğan’a "biz bundan bir şey kazanmadık" dedirterek, AKP bu süreç sonucu parlamentoda çoğunluğu yitirirken, siyasal olarak geniş bir ittifak yelpazesi kurarak TC tarihinde ilk meclise 80 milletvekili sokmayı başararak Kürt tarafı barış sürecinden bir ara zaferle çıkmış oldu.
Bu ara zaferin niçin değerlendirilemediği, uzun tartışma ve incelemelerin konusu. Buraya girmeyelim.
Erdoğan’ın Netanyahu’laşma süreci bakalım Türkiye’yi bu orta doğu batağında nerelere kadar sürükleyecek?
Enver’ler Talat’lar Cemal’ler, Osmanlı Türkiye’sini, son derece ağır bir Balkan savaşından sonra, "Büyük Oyun"un bir parçası haline getirdi.
Resmi olarak "İstiklal Savaşı" diye nitelenen savaşın aslında Osmanlının eski tebası arasındaki bir "iç savaş" olduğu hatırlanmalı.
TC, yüzüncü yılını kutladığımız Ekim Devriminin dünya dengesini tamamen değiştirdiği bir ortamda kurulabildi.
Bugün ise, Türkiye bütünüyle, yeni "Büyük Oyun"un bir parçası olmuş vaziyette. Talatların, Enverlerin Cemallerin Türkiye’sine büyük geri dönüş içinde. Ve Mustafa Kemal’e manevra olanağı sağlayan bir Ekim Devrimi Sovyet olgusu da yok ortalarda.
- * Mücek’in, daha önce çıkan, "Ortadoğu’nun Globalleşmesi / Yeni Amerikan Yüzyılında ABD_NATO_Türkiye İlişkileri Ekseninde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın Küreselleşme Süreci"(Belge Yayınları 2014) adlı kapsamlı çalışması da, "Büyük Oyun"un harekat sahası olan milyonlarca insanın mültecileşmesine, yüzbini aşkın insanın ölümüne neden Suriye trajedisinin arka planının dünya siyaseti açısından kavranmasına yardımcı oluyor.