Batmasınlar diye kârına şirketler, zararına 80 milyon ortak

Neden şirketlerin borçları erteleniyor? Batmaları neden engelleniyor? Kârlarşirketlerin hanesine, zarar neden 80 milyona yazılıyor? Neden soruna dikkat çekenler günah keçisi ilan ediliyor?

Türkiye ekonomisi hem ekonomi politikaları hem de şirketlerin mevcut durumuna ilişkin çok ilginç günlerden geçiyor. 

Geçen hafta Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan, üçüncü havalimanı konsorsiyumunda yer alan firmaların 1 milyar euroluk kira bedeline iki yıllık öteleme taleplerine ilişkin, "Batarlarsa batsınlar diyecek halimiz yok. Biz kamu tarafı olarak bu kadar büyük bir projenin sağlıklı işlemesinin de sorumlusuyuz" dedi.

Asrın projesiydi hayırdır daha açılış bile yapamadan? Kazmayı vurmak kolay, kurdeleyi kesmek zormuş demek ki...

Bakan'ın bu, "Batarlarsa batsınlar diyecek halimiz yok" sözü küresel finans krizinin şiddetinin en fazla hissedildiği dönemlerde ortaya atılan bir kavramı hatırlattı: Too big to fail, yani batmayacak kadar büyük... 

Bu kavram, o dönemde bir bankanın ya da finansal kuruluşun kurtarılmasının batmasından daha düşük maliyetli olduğuna işaret ediyordu. İflas ederlerse ekonomide öyle bir dalga yaratacaklardı ki, o sebeple kurtarılmalıydılar. Ne kadar batmayacak kadar büyük olurlarsa olsunlar bu tür şirketlerin sorunları, bir ekonomideki finansal ve politik sorunların da göstergesidir. 

Gelelim Türkiye'nin hem batmayacak kadar büyük, hem de batmayacak kadar politik şirketlerine...

Bu şirketlerin durumunu geçen hafta iktidar kanadında Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek dalgalanmasıyla birlikte okumak lazım.

Gelişmeleri hatırlayalım...

MEHMET ŞİMŞEK NE DEMİŞTİ?

Uzun yıllar küresel finans piyasalarında deneyim kazanmış, yatırım bankası Merrill Lynch'te üst düzey yöneticilik yapmış Şimşek, şirketlerin döviz borçlarını yönetemediklerini söyledi:

"Sorun reel sektörün döviz borçları. Ne yapacağız? Çatıyı güneşliyken tamir etmek lazım. Şu an dünyada bol para var faizler düşük ama bu küresel senkronize büyüme devam etmeyecek, belki yağmur yağacak, belki fırtına çıkacak. Ortak alın. Amacımız daha çok tabana yayılmış sermaye ile bu işi götürmek. En önemli konu döviz borcu. Reel sektörün döviz açığı net pozisyonu 213 milyar dolar. Kısa vadede akıllı davranmış firmalarımız kısa vadede döviz biriktirmişler bir yıllık vadede döviz açığı yok, ancak orta vadede sorun. Bizim reel sektör mutlu değil ama kusura bakmayın, size rağmen tedbir almak zorundayız" demişti.

ERDOĞAN'IN SERT TEPKİSİ

Şimşek'in bu uyarıları, dolar kuru 4 TL seviyesindeki yerini sağlamlaştırırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hoşuna gitmedi, Erdoğan, isim vermedi ama eleştirilerinin odağındaki kişi belliydi:

"Ülkemizin aleyhinde estirilen onca olay oldu. Bütün bu kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkemizin aleyhinde nasıl yayınlar yaptığını, Türkiye'ye küresel sermayenin girmemesi için ne gibi gayretler içerisine girdiklerini biliyorsunuz. Hatta bu oyuna gelip aramızdaki bazı arkadaşların, kusura bakmasınlar, ülkemizdeki ekonomik durumun sıkıntılı olduğuna dair açıklamalar yapacak kadar yanlışın içerisine düştüklerini de ve bunu toplantılarda yaptıklarını da duymak bizi üzmüştür. Ortada bu denli büyük bir başarı var. Hala bunlar konuşuluyor. Bir insan kendi ayağına kurşun sıkabilir mi? Bu psikolojik üstünlüğü uluslararası camiaya vermesi gereken arkadaşlarım bu tür yanlışı yaparsa bunun affedilir yanı olamaz. Felaket tellalları zaten davul zurna dolaşıyorlar. Onlar yetmiyor mu bize ne oluyor?"

Erdoğan'ın eleştirilerini AKP'nin MYK toplantısında da sürdürdüğü, "Ekonomi konusunda bazı arkadaşlarımızın açıklamaları çok yanlış. Ekonomik göstergelere bakıyorsunuz en az 50 gösterge olumlu yönde gelişiyor, ama onlar sıkıntılı olan bir iki başlık üzerine konuşuyorlar. Bu büyük terbiyesizlik. Ben sürekli faizlerin aşağı çekilmesi konusunda uyarıyorum. Toplantılarda tamam diyorlar, ama aksi yönde faiz düzenlemesi yapıyorlar. Böyle saygısızlık olur mu?" dediği medyaya yansıdı. 

ÖNCE BABACAN, SIRA ŞİMŞEK'TE Mİ?

Sonrasında Şimşek'in istifasını Başbakan Binali Yıldırım'a sunduğu ancak kabul edilmediği belirtildi.

Filmi biraz geriye sardığımızda aynı yollardan eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın da geçtiğini hatırlıyoruz. 

Gezi direnişi sırasında kurdaki dalgalanmaların Türkiye'ye özgü bir durum olmadığını belirten Babacan, "Bir gemiyle yolculuğa çıkıldığında deniz her zaman sütliman, hava her zaman günlük güneşlik olamaz. Ama geminiz sağlamsa, işinin ehli bir ekip varsa bu konularda bir endişemiz yok. Dışarıda zaten fırtına vardı, içeride de biraz sallayanlar oldu. Ortaya çıkabilecek farklı senaryolara karşı hazırız. Hazırdık da niye bu kadar dalgalanıyor? Fırtına çıkıyorsa deniz dalgalıysa gemide sallanma olacak. Gezi olayları hiç olmasaydı yine ciddi dalgalanmalar Türkiye'de aynı dönemde yaşanacaktı" demişti.

Babacan, Erdoğan'ın Merkez Bankası'nın faizleri indirmesi baskısına sürekli direndi, dönemin Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'nın arkasında durdu. Haliyle Erdoğan'ın eleştiri oklarından kurtulamadı, kurdaki yükselişin sebebi olarak hedefe konuldu, 2002'de kurulan ilk AKP Hükümeti'nde 35 yaşında oturduğu ve 13 yıl kesintisiz kaldığı bakanlık koltuğundan 48 yaşında kalktı. 

Ali Babacan, Türkiye'nin dışarıdaki itibar sahibi isimlerindendi, aynı şekilde Mehmet Şimşek de küresel piyasalar açısından muteber bir isim. İstifaya zorlanarak giderse bunun bir bedeli olacaktır, iktidarın bunu ne içeride ne uluslararası alanda izah edebilecek bir pozisyonu ve hazırlığı yok.

Ekonomide Türkiye aleyhine esen rüzgarın faturası Şimşek'e kesilmek istenirken, Ocak 2018 itibariyle reel sektörün net döviz açığı 221.5 milyar dolar...

YAPILANDIRMA İSTEYEN İSTEYENE...

Gündeme önce Ülker Bisküvi'nin sahibi Yıldız Holding'in kredilerinin vadesini uzatmak istediği düştü. Grup, 6 milyar dolarlık kredi borcunun 1 milyar dolarlık kısmının yeniden yapılandırılması konusunda bankalarla anlaşma sağladı. 

2016 yılında Ülker Bisküvi'nin yüzde 21'ini Londra merkezli Pladis'e devreden Yıldız Holding, geçen yılın son günlerinde yüzde 30 hisseyi yurtdışına transfer etti. Sermayeyi sağlama aldı, borcunu hepimize bıraktı.

Ardından Doğuş Holding de bankalarla görüşme talep ederek, "Ülker'e yaptığınızı bana da yapın" dedi. Doğuş Holding'in 2017 bilançosuna göre holdingin bankalara son dolar kuruyla 5.8 milyar dolarlık borcu söz konusu. 

Bakalım, yarın öbür gün "benim de borcumu öteleyin" diye kimler sıraya girecek...

Yer seçiminden ihale sürecine, çevre tahribatlarından verilen garantilerle bütçeye getireceği yüklere kadar pek çok açıdan tartışmalı üçüncü havalimanı için Cengiz, Mapa, Limak, Kolin, Kalyon Ortak Girişim Grubu, açılıştan sonra ödenmeye başlanacak yıllık 1 milyar euro için iki yıllık öteleme istedi. Söz, ağızdan çıktı bir kere 29 Ekim 2018'de açılış dendi, ancak taşınma ve faaliyete geçiş süreciyle ilgili eksikler, alan zeminindeki sorunlarla konsorsiyum belli ki gidişatı göze alamıyor.

Projeye Ziraat Bankası, Halkbank, Vakıfbank, Denizbank, Garanti Bankası ve Finansbank olmak üzere altı bankadan toplam 4.5 milyar euro kredi sağlandı. Konsorsiyum, altı banka ile dört yılı ana para ödemesiz olacak şekilde 16 yıl vadeli finansman kredisi imzaladı. Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) gelir garantisi verdi.

Buraya bir Türk Telekom parantezi de açmak gerek. Malum, bir süredir Türk Telekom, OTAŞ kredisiyle gündemde. Şirketin yüzde 55'ine sahip olan Hariri ailesine ait Oger Telecom'un sahip olduğu OTAŞ özelleştirmeden sonra bankalardan kredi kullandı. Daha sonra bunu yapılandırmak için aralarında Türkiye bankalarının da bulunduğu 20 bankadan 4 milyar 750 milyon dolar aldı. Kredi karşılığında Türk Telekom'un yüzde 55 hissesini teminat olarak gösterdi. Hariri ailesinin işleri Lübnan'da bozulunca OTAŞ kredi taksitlerini ödeyemedi. Bankalar da krediyi yakın izlemeye aldı.

Sistem sürekli bankalara çalışıyor, borç arttıkça artıyor, bankaların alacakları zora giriyor.

Bir ekonomide borç stokundaki artış ve beraberindeki sorunlar belli bir noktayı aştıktan sonra borç ister kamuya ait olsun ister özel sektöre ait olsun sorun artık bir şirkete ya da bankaya ait değildir, o ekonomiye aittir. 

Çünkü, o borç o ekonomide yaratılacak olan değerle ödenecek demek. Üstelik bu borç stoku yabancı para cinsinden ise ülkenin riski daha da büyüyecek demek.

Neden şirketlerin borçlarına erteleme geliyor? Batmaları neden engelleniyor? Kârlar hep şirketlerin hanesine, zarar neden 80 milyona yazılıyor? Neden soruna dikkat çekenler günah keçisi ilan ediliyor?

Çünkü batmayacak kadar büyükler. Batmayacak kadar politikler. Batmayacak kadar ilişkililer. Batarlarsa AKP iktidarını da kendileriyle birlikte alaşağı edecekler...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Cengiz Arşivi