Akın Olgun
Bazı şeylerin yolculuğu
Partiler kendi siyasi kültürlerini mücadele içinde kurar ve şekillendirdiler. Yazılı olmaktan daha çok, yazılı olmayan değerler bütünüdür bu kültür.
Partililer, bu kültürle şekillenir ve içselleştirerek bir siyasi görgünün parçası olurlar.
Yarının kavgasını verenler için de bu böyledir. Bilen bilir; kavganın etik değerleri o mücadelenin içinde inşa olur.
“Ayıbı bilmek” böyle oluşur.
“Ayıp bilmek” etik bir ifadeye tekabül eder.
“Ayıbı bilmek” önemlidir bu yüzden.
Ne yapılmaması gerektiğini değil, neden yapılmaması gerektiğini anlatır çünkü. Sınanmış, sayısız sınavdan geçmiş değerleri, keyfinize göre değiştiremezsiniz bu nedenle.
Beğenelim ya da beğenmeyelim, sağ, sol, muhafazakâr, milliyetçi vb her partinin kendine has bir siyasi kültürü vardır ve bu kültür aynı zamanda temsil ettiği anlayışın da aynasıdır. İçinde barındırdığı insan gerçeği de böyledir.
Bu özetten hareketle ifade edersek, bugün muhalefette yaşanan hayhuylar, koltuk çalmalar, koltuk devirmeler, satın almalar, saf değiştirmeler, kendisinden olmayanı kırıp dökmeler hemen hepsi, iktidarın kendi siyasi kültürünü, biçimini muhalefete ihraç etmesinden bağımsız değildir. Çürümenin siyasallaşmasıdır yaşanan. İnsanın un ufak oluşudur ve bir yığına dönüşmesidir olup biten.
Asıl yenilgi budur.
Bir partinin içinde meşru kılınan her kötücül yol, dönüp dolaşıp onu meşru kılanları da hedefleyecektir. Bu kaçınılmaz bir mutlaklıktır. Bunun yolunu açanlar, içinde büyüttükleri Brütüs’ün hep bir şansı olduğuna inanmaktan vazgeçmeyecektir. Dillerinin altında saklı bir ihanettir o. Hayat, su testisi esprisidir biraz da işte.
Herkesin içinde birikmiş çok fazla söz olduğu çok net. Öyle olmasa “değişen bir şey yok” diyen iç sesimiz bu kadar tek başına dolaşıyor olmazdı ortalıkta.
Değişim bunun içinde şart. Kendi içimizde yalnız dolaşmaktan kurtulmak ve yalnızlığa övgüye dönüşen o berbat kabullenişlere itiraz yükseltmek için yani. Kendini sevmeyi tapınak haline getirip, kendine tapan insan deliliğinin bir virüse dönüşmesine karşı da değiştirmek şart evet.
Ölü balık bakışlarından kurtulup, yeniden yüreğini, vicdanını bulmalı ki insan, sevmeyi, sevilmeyi özgürleştirebilsin. Toplumsal olanın gücünü aşağılayan sağcılığın da ve büyümekten öcü gibi korkan solculuğun da aynı şey olduğunu hatırlamanın zamanıdır tam şimdi.
Hışmın görgüsüzlüğüyle güce doğru koşturanların mahallesinde, birbirini çiğneyerek yarışanlarla baş etmek zor evet. Her adımınızı, her cümlenizi, siyaset polislerinin gazabına uğratmadan kurmak, cingözlerin linçine uğramadan ifade etmek ve yara almadan kurtulmak da öyle. Kendisini medyada ilana çıkararak “ben ben” diyen o ego mayınlarına çarpmadan yürümek, vallahi de, billahi de, büyük mucizelere denk.
Neden mi?
“Ayıp bilmek” yıkıldı, çöktü üzerimize çünkü.
Hayatın her alanına kötülük tırnağını geçirdi. Hepimiz sırtımızda, göğsümüzde o tırnakların izleriyle yürüyoruz.
Fakat;
Bir de iflah olmak nedir bilmeyen ve bu yüzden kafası hep kan içinde kalanlar var.
Onlar mahallenin özgür çocukları. Koşuyorlar hiç durmadan, sarsıyorlar mahallenin sefil statükolarını.
Kendi mahallesinin dışındaki hayatlarla hemhal olmak için kafasını kırdırmayı göze alanlar onlar.
Kafasını hayalleri için kırdırmayı göze alanların itaatsizliği de olmasa, nice olurdu halimiz bir düşünün.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.