Ragıp Duran
‘’Ben bir küçük cezveyim/Elden ele gezmeyim’’
Erdoğan rejiminin iki büyük handikapı var. Bütün politika ve edimlerini bu iki olumsuz dürtü üzerine inşa ediyor: Kişisel kaderi ve Kürt karşıtlığı.
‘’Seni Başkan yaptırmayacağız’’ diyenleri cezalandırmak için Şırnak, Cizre, Sur gibi Kürt yerleşim merkezlerinde taş üstünde taş bırakmadığı gibi, Türkiye’nin yetiştirdiği herhalde en kaliteli siyasetçi olan Selahaddin Demirtaş’ı haksız, gayrı kanuni ve gayri meşru olarak hapse gönderdi. Çünkü HDP, Erdoğan’ı Başkanlık zırhından sıyırıp, bugüne kadar işlediği öne sürülen tüm suçları nedeniyle olası bir hukuk devletinde yargıya havale edecekti.
Bu gün artık artık en yetkili kişiler de itiraf etti ki, zaten temelsiz ve samimiyetsiz bir şekilde başlamış olup kör topal ilerlemekte olan Barış Süreci’ni de Erdoğan durdurdu. Türkiye’nin üç büyük siyasi gücünden biri olan Kürtleri kazanmak varken, kadrolarının ve seçmenlerinin önemli bir kısmını kaybetmiş olan MHP’yle ve eski düşmanı kadim/faşist askeri elitle ittifak kuran Erdoğan, Irak Kürdistan’ından sonra Rojava’ya da saldırarak, Başkanlık seçimleri kampanyasını silah ve kanla sürdürmüş oldu. Son yayınlanan kamuoyu anketlerine göre de, bu saldırganlık Erdoğan’ın beklediği seçmen desteğini getirmedi.
Politika, tarihin de bize gösterdiği üzere, kişisel ikbal ve/veya bir rakibe düşmanlıkla yapılamaz. Yapılırsa da başarılı olamaz. Her sabah değişen dost/düşman cetveli, bu kaypaklığı yapanları ödüllendirmez.
17-25 Aralık’ın belgeleri Saray’a bağlı yargı tarafından imha edildi. Ama bilahare New York mahkemesinde dava dosyasına girdi. Yereldi globale terfi etti.
Afrin’e yönelik saldırı, uluslararası camiada ilk başta sessizlik hatta göz yummayla karşılanmış olsa da, bilahare BM’den AB’ye, Fransa’dan Avrupa Parlamentosuna kadar geniş çevrelerde tepkiyle karşılandı. ‘’Mınbiç’i alacağız… Irak sınırına kadar gideceğiz!’’ diye efelenenler bugün pek ses seda çıkaramıyor.
Rusya’nın onayı ile gerçekleşen Afrin saldırısında şimdi Lavrov’la Erdoğan-Çavuşoğlu kapışmasını izliyoruz. Rusya, ‘’Afrin’i, rejime devredin’’ derken, Ankara ‘’Afrin’in geleceğine biz istediğimiz zaman karar veririz’’ diye karşılık veriyor. Sadece bu tutum bile, Ankara’nın gelecekteki olası müttefikleri için ne denli güvenilmez bir partner olduğunu kanıtlıyor. Bırakın uluslararası politikayı, iş dünyasında ya da sıradan insani ilişkilerde bile, böyle davranan bir ortağa kimse yüz vermez. Vermiyor da zaten.
Rusya’dan füze savunma sistemi alıyoruz, diyor. NATO’dan ve Washington’dan sert tepki gelince, ‘’A biz Patriot da alacağız’’ demek zorunda kalıyor. Ciddi bir diplomat, tecrübeli bir gözlemci, Ankara’nın açıklamalarını alt alta okuduğunda, artık bilinmez ‘’Çok pragmatikler’’ mi der yoksa ‘’Bunlar oportünist’’ mi? Herhalükarda Ankara’nın her açıklaması, bir süredir dünyada, gerek global medyada gerekse hariciye koridorlarında garip, anlaşılmaz, çelişkili hatta saçma ya da komik olarak değerlendiriliyor. Başlı başına bir endişe kaynağı.
Vakti zamanında yazmıştık: Erdoğan savaşa zırhlı bir araçla gidiyor. Ama aracı kullananın adı Vladimir. Kaptan, kendi istediği istikamette sürer aracı. Ayrıca yolcusuna in dediği yerde, yolcunun inmekten başka çaresi yok. Ankara, Suriye’de Moskova’nın beceriksiz ve güvenilmez bir taşeronu oldu, o kadar.
Gelelim şimdi ABD-İngiltere-Fransa’nın Suriye’ye yönelik füze saldırısına. Türk Dışişleri ‘’Memnuniyetini’’ belirtti. Derneğin adında İnsan Hakları olan bir kuruluş sözcüsü, saldırının çapını yetersiz buldu. Daha çok kan istiyor. Ankara’nın ne zaman kimin safına geçeceği belirsiz.
Bir de şunu düşünün: Bu füze saldırısı Türkiye’ye yönelik olarak gerçekleşti. Komşunuz Suriye de, ‘’Memnunuz’’ diye resmi bir açıklama yaptı. Ve Suriye iktidarına bağlı bir STK, ‘’Az füze geldi, daha çok olmalıydı’’ desin. Ne olur tepkiniz? Halet-i ruhiyeniz? Akli ve fiziki sağlığınız?
Erdoğan, Putin ve Rohani ile şahane! bir fotoğraf çektirmiş, Suriye’nin geleceğini bu üçlünün belirleyeceğini söylemişti. O fotoğraf şimdiden camı kırılmış teneke bir çerçevede sepia…
Füze saldırısından sadece bir gün önce de ‘’Suriye’de durum yumuşuyor’’ dedi. Erdoğan’ın işin ne kadar içinde olduğunu kanıtlayan bir açıklama.
Kişiliksiz dış politika, hariciyeden not tutan memur ve tercüman almadan yapılan ikili görüşmelerle başlamadı. En az son iki yılda Erdoğan’ın mevkidaşlarıyla yaptığı görüşmelere bakın, nobranlık, acemilik, beceriksizlik, muhatabından tamamen farklı bir enlem ve boylamda olduğunu göreceksiniz. Muhatapları gördü ve anladı zaten. Bu nedenle de hiçbir ziyaret başarılı olamadı. Erdoğan gittiği hiçbir başkentten olumlu izlenimler bırakarak ayrılmadı. Ve bugün demokratik dünyada hiçbir lider Erdoğan’la görüşmek için can atmıyor: Değerli yalnızlık!
Bugün öyle bir aşamaya geldik ki, tıpta ilaçla tedavi ya da politikada reform denilen adımlarla mevcut durumu ve gidişatı düzeltmek artık mümkün değil. Adaletin olmadığı, ekonominin çökmeye başladığı bir ortamda, bu rejimin sürdürülebilir olmadığı her geçen gün ortaya çıkıyor. Ne var ki hiçbir iktidar kendiliğinden düşmez. Üstelik de düşene doğru iyice saldırganlaşır. Ve ne yazık ki, küçük bir çevrenin dışında bu düşüşü hızlandıracak daha da önemlisi sonrasını tasarlayıp önlem alabilecek bir muhalefetten yoksun olmamız da bizim talihsizliğimiz.
Başlık, bestesi güftesi Necip Mirkelamoğlu’na ait Segâh makamındaki şarkıdan alındı. 6 dize ile bitirelim bu yazıyı:
(...)
boynu bükük gezmeyim
gülen az gülen az
ağlayan çok gülen az
(...)
dertlere salma beni
götür sarrafa göster
kötüysem alma beni
Aslında Sarraf çoktan verdi kararını!